Neolitik Dönemin Metropolü Çatalhöyük

 Çatalhöyük Konya'nın yaklaşık 52 kilometre güneyinde Konya Ovasının düzlüğünde yerleşim görmüş 9500 yıllık bir ören yeri. Sekiz bin kişilik nüfusu ile Neolitik dönemin en kalabalık yerleşim alanı olduğu düşünülen Çatalhöyük; çatıdan girilen evleri, sokakları olmayan şehir planlamasıyla, duvar resimleri, kabartmaları, heykelcikleri gibi sanat eserleri ve yöneticisiz olduğu düşünülen toplum yapısıyla uluslararası öneme sahip bir yerleşim alanı. Neolitik döneme tarihlenen dünyanın en erken yerleşik düzene geçilerek şehirleşmiş yerleşim yerlerinden biri. O nedenle sadece Anadolu değil tüm dünya tarihi açısından önemli ve bu nedenle UNESCO'nun korunması gereken dünya kültürel miras listesi içinde yer alıyor.

Çatal şeklinde görüntüye sahip iki höyükten oluştuğu için Çatalhöyük ismi verilmiş. İlk yerleşim M.Ö 7500-5500 yılları arasında Doğu Çatalhöyük'te kurulmuş ve bilinmeyen bir nedenle insanlar burayı terk ederek Batı Çatalhöyük'e yerleşmişler. Buradaki yaşam ise M:Ö 5200 yıllarına kadar devam etmiş. Yaşam 2000 yıl boyunca kesintisiz devam ederken birden terkedilmiş.

Frig başlığı.. namı diğer liberty cap

 Tanrıça Athena bir gün sazlıklar içinde dolaşırken, kamıştan iki delikli bir kaval yapar. Kavalı ağzına götürüp çalmaya başlayınca çıkan sesi çok hoşuna gider ve Olimpos'ta tanrılar arasında bu güzel sesli aletin reklamını yapar aklı sıra. Gelin görün ki tanrılar çıkan sese hayranlık göstermek şöyle dursun, güzellikte rakibi iki tanrıça Hera ve Afrodit Athena'ya bakıp kıkırdayarak izlerler kavalı çalışını.

Frigya'da bir su kenarında kavalını öttürürken, suda kendisini izleyen tanrıça bir de ne görsün? Kavalı çalarken yanakları şişmiş, güzelim gözleri pörtlemiş, çirkin mi çirkin bir kıza dönüşmüş. Hera ve Afrodit'in neden kendisine güldüklerini anlayan Athena öfkeyle kavalı yere fırlatır. Kavalı yere atmak öfkesini yatıştırmaya yetmez bir de üstüne lanetler bu güzelim sesli aleti ve bunu yerden alıp çalacak kişiyi.

Siluet

 Siluet
Göklerde süzülen
kuş misaliydin;
gölgenin değdiği
her yerin hakimiydin...
Bir kanadın
okşarken suların çehresini
diğer kanadınla
sahiplenirdin
dağları tepeleri;
aklının kestiği her nesneyi...


Buluşurdu gökle deniz
ufuk çizgisinde birleşip;
yol verip açılırlardı
sen geçerken dize gelip...
Bulutlar olmuşken
güneşe perde;
hiç su yanar mı deme,
yolunu aydınlatırdı
denizden bir meşale.
Ezelini bilsen de
kainat serilince önüne;
meydan okudun
her daim ebediyete


Bitti işte evrene
sahipliğin...
Her şey yerli yerinde
lakin
göçücü kuş misali
tek sahip olduğun
kanatlarınla
sen de uçup gittin...
Geride kalan
ne bedenin ne de sensin;
gerçi o da geçici
resimlerdeki siluetin...

Neriman Deniz Şiirleri


Hitit Kralı II. Murşili'nin Veba Duası

Anadolu'nun yerli halklarından olan ve M.Ö 3. binlerden itibaren buradaki varlıkları belgelerle bilinen Hititler Anadolu'daki ilk merkezi krallığı da kuran halktır. M:Ö 1650 yılında kurulan ve başkenti Hattuşa (Boğazkale, Çorum) olan krallık ilerleyen yıllarda güçlü bir imparatorluğa dönüşür.

Binden fazla tanrıya tapan ve çok dindar olan Hitit toplumunda salgın hastalıklar (veba, kolera , tifo gibi) kızdırılan tanrıların, halkı cezalandırmak için yaptıkları bir iş olarak kabul edilirdi. Böyle durumlarda salgını durdurması için özel törenler düzenlenir ve dualar edilirdi. Bu örneklerden biri de Hitit krallarından II. Murşili’nin (1321-1295) “veba duası” ismi verilen yakarışıdır:

arkeorehber

Sarı Çiğdem

 

Hani çocuktum ya bir zamanlar
sarı çiğdem?
Sen daha iyi bilirsin
nasıl bir şey olduğunu...
Ben bir kez yaşadım
o duyguyu;
sen her bahar yeniden doğar,
yeniden yaşarsın
çocukluğunu.


Yağmurun ıslattığı toprağı
güneş kucaklardı ya hani
ısıtır can verirdi?
Yavaşça çıkarırdın başını
güneşin kucağında
yeniden doğup yeşerirdin,
dolu dizgin gelen
baharın müjdecisiydin.
Nasıl da yükselirse
güzel bir kadın başı
zarif gerdanının üstünde;
narin bedeninde
öyle bir incelikle
uzanırdın güneşe
açmaya hazır sarı çiçeğinle...


İşte o çocukluk günlerimde
doğanın bana sunduğu
kıymetli bir hediyeydin.
Bakışlarım önümde
çocukça bir neşeyle
bulmaya çalışırken seni ben
ayaklarımın dibinde
bitiverirdin hemen...
Ellerim uzanarak beline
seni usulca topraktan ayırırdı;
minicik köklerin
baldan bile tatlıydı,
damağımda
güzel bir lezzet bırakırdı.


O minicik tat için
değer miydi ömrümü
yarıda kesmek dersen?
Çocukluk işte...
Senin çiçeğin gibi
tazeciktim
görebilmek için güneşi
toprağın altında
aylarca beklediğini
ve yaşamın kıymetini
nereden bilirdim?

Neriman Deniz


Güneş

 Güneş

Sitem edesim var AY'a
ne uzattı gölgemi
olduğundan iki kata
ne de bir yudum şarapla
yıkayıp ışığında
yatırdı kaygısız bir uykuya...


Mahkum etti buz gibi biraya
aklımda mutlu bir tasa
bıraktı güneşin kucağına...
Ya susarsa
kuşların bestelediği şarkılar,
toprağa düşen çiçek tohumu gibi
biteviye tazelenip
yüreğe dokunan türküler?


Ya istila ederse çiçekleri
bal yapmayan arılar,
solarsa genzi okşayan
baharın habercisi kokular?
Ya bütün kaygıları
mavisinde yıkayan deniz
olursa kara bulutlara esir?
Ya eksilirse gün
bırakırsa yerini karanlığa
ve hemencecik biterse
güneşten çalınmış bu rüya?

Neriman Deniz