tarihsel bakışlı geziler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tarihsel bakışlı geziler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bulgaristan.. Sınırın Ötesinde

Balkanlar’ın kalbinde, zamanın yavaş aktığı, taşların konuştuğu, gölgelerin tarihle uzlaştığı bir ülke: Bulgaristan.

Antik Traklardan Osmanlı’ya, Slav kültüründen günümüz Avrupa’sına uzanan geniş bir belleğe sahip bu topraklar, geçmişin izlerini sadece kalıntılarda değil, şehir duvarlarının renginde, rüzgârın yönünde, bir annenin oğluna ninni söylerken kullandığı kelimelerde bile saklar.

Bulgaristan, sadece haritada çizilmiş bir ülke değil; kimi zaman bir dağın yamacında unutulmuş eski bir kilise, kimi zaman bir nehir kıyısında yosun tutmuş bir iskele ve bazen de, kültürümüze sinmiş, bir zamanlar vatan toprağı olmuş yüzyıllar boyu dilden dile aktarılan bir söylencedir.

Bu kitapta adımladığımız yerler sadece şehirler değildir; İç içe geçmiş çağlar, yitip gitmiş uygarlıklar ve insan ruhunun izleriyle dolu bir yolculuktur.Bu yolculukta, sahil kasabalarının tuzlu sessizliğini, antik kalıntıların anlatamadığı duyguları ve bir dağın yamacındaki yalnız bir ağacın gölgesini birlikte izleyeceğiz.

Uzun bir yazı olacağı için bölümler halinde anlatmak daha kolay olacak. Bu nedenle 3 bölümden oluşan Bulgaristan; sınırın ötesinde serisinin ilki Karadeniz Kıyısındaki kentlerden, 2. bölüm kuzeyde Türklerin yoğun yaşadığı Deli Orman bölgesi, 3. yazı ise Bulgaristan'ın Batı ve Güneyindeki kentleri kapsayacak.
Şumnu Tombul Camii
Şumnu Şerif Halil Paşa (Tombul camii)


Bu bir seyahat yazısı değil sadece; bir iz sürme, anlam arama, zamanla konuşma çabası.

Haydi, birlikte geçelim sınırın ötesine…


Karadeniz'in Sessiz Anlatıcıları: Süzebolu, Burgaz, Nessebar ve Varna
Antik çağ mitlerinde Karadeniz, insanlığın sınırlarının ötesinde kalan bir yerdi. Bilinmezliğiyle korkutucu, fırtınalarıyla zorlu bu sulara, başlangıçta “Pontos Aexeinos” yani “dost olmayan deniz” denilmişti. Coşkun dalgaları ve ani kopan fırtınalarıyla bu deniz, cesareti sınayan bir eşikti. Ancak zamanla, dayanaklı gemiler yapılmaya başlandı. Denizin geçilmesi, insanların hayal gücü ve sebatıyla mümkün oldu. Kıyılarında İyon kolonileri kuruldu, tanrılara adanan tapınaklar yükseldi. Böylece, bir zamanların tehditkar denizi, artık daha tanıdık, daha dostça görünmeye başladı. Adı da buna uygun biçimde değişti: “Pontos Euxeinos” — misafirperver deniz.

Yüzyıllar sonra Türkler bu kıyılara vardığında, o ilk bilinmezlik yeniden yankılandı. Ansızın çıkan fırtınalar, sert esen rüzgarlar ve kararan sular... Onlar bu denizi “Karadeniz” adıyla anmaya başladılar. Adeta eski zamanların ‘dost olmayan’ denizine bir geri dönüş gibi… Fakat kıyılarındaki şehirler—Sozopol, Burgaz, Nessebar—bugün hem geçmişin hikâyesini hem de denizin hâlâ anlatmakta olduğu kadim sırları taşıyor.

Süzebolu (Sozopol)

Karadeniz’in güney kıyılarında, rüzgârın binlerce yıl boyunca aynı kayalıklara çarpıp durduğu bir kıyı kasabası: Sozopol. Antik çağlarda Antheia adıyla bilinen bu şehir, M.Ö. 7. yüzyılda Milet’ten gelen İyon kolonistleri tarafından kurulmuş. Zamanla denizcilik ve ticaretin merkezi hâline gelerek Karadeniz’in en zengin İyon kolonilerinden biri olmuştur.

Kentin adı, Apollon’a adanmış büyük bir tapınaktan ötürü Apollonia olarak değişir. Apollonia, bugünkü Nessebar olan Mesembria’yla ticaret rekabeti yaşayan güçlü bir şehir hâline gelir. M.Ö. 5. yüzyılda kentin kalbine, 13 metre yüksekliğinde tunçtan bir Apollon heykeli dikilir. Bu heykel öylesine etkileyicidir ki, M.Ö. 72'de şehri ele geçiren Romalılar onu söküp Roma’daki Capitolium’a götürür. Plinius’un yazdığına göre heykelin maliyeti 500 talente ulaşmıştır. Ne yazık ki bu eser erken Hristiyanlık döneminde kaybolmuştur.

Roma döneminden sonra Sozopol, Apollonia’nın görkemini yitirir ve küçük bir kasaba olarak yaşamını sürdürür. M.S. 1. yüzyıldan itibaren kaynaklarda Sozopolis adı geçmeye başlar. 1453’ten sonra Osmanlı idaresine girerek Sizebolu olarak anılır.

Modern dönemde ise şehir, etnik ve kültürel dönüşümler yaşamıştır. 20. yüzyıl başında nüfusun büyük bölümü Rumlardan oluşuyordu. Ancak 1906’daki Yunan karşıtı ayaklanmalar ve Balkan Savaşları sonrası mübadelelerle Yunan nüfus göç etmiş; yerlerine Doğu Trakya’dan gelen Bulgarlar yerleştirilmiştir.

Sozopol’un tarihi yalnızca antik çağlarla sınırlı değil. 2011 yılında St. Kirik Adası’nda yapılan kazılarda, antik Apollonia’ya ait kalıntılar ortaya çıkarıldı: Apollon Tapınağı’na ait olduğu düşünülen kutsal bir alan, Helenistik döneme ait oval bir sunak, bir tholos ve bir bakır dökümhanesi.

Bugün Sozopol yalnızca arkeolojik zenginlikleriyle değil, aynı zamanda sanatı, mimarisi ve efsaneleriyle de bilinir.

Şehrin Eski Kent bölgesinde, taş zeminli dar sokaklar boyunca uzanan Rönesans dönemi evleri, ince işçilikli ikonostatisler, ahşap oyma sanatının zarif örneklerini barındırır.
1984’ten bu yana her eylül ayında düzenlenen Apollonia Sanat Festivali, tiyatrodan sergiye, müzikten sinemaya uzanan etkinlikleriyle şehre canlılık kazandırır.

Sozopol’un en ilginç efsanelerinden biri, 2012’de bulunan ve göğüs kafesine demir kazık çakılmış bir iskelete dayanır. Halk arasında "Sozopol Vampiri" olarak anılan bu kalıntı, bir zamanlar kentte zalimliğiyle tanınan Krivitsa adlı bir soyluya aittir. Benzer defin geleneklerine ait 100'den fazla mezar, Bulgaristan genelinde bulunmuştur.

Burgaz (Burgas)

Karadeniz’in batı kıyısında, göllerle deniz arasında narin bir geçit gibi uzanan Burgaz, hem geçmişin yankılarını hem de bugünün ritmini taşır. Kentin adının kökeni, Latince "burgus" – yani kule – sözcüğüne dayanır. Belki de bu yüzden, ilk yerleşimi sağlayan balıkçıların gözünde denize bakan her kaya bir gözcüydü; her dalga, uzak diyarlardan gelen bir haberci.

17. yüzyılda mütevazı bir balıkçı köyü olarak başlayan hikâyesi, bugün Bulgaristan’ın dördüncü büyük şehri olarak devam eder. Etrafı Burgaz Gölleri (Atanasovsko, Vaya ve Mandrensko) ile çevrili olan kent, yalnızca suyun değil, tuzun, rüzgârın ve emeğin şehridir. Bu göller, yalnızca ekolojik zenginlikleriyle değil, göçmen kuşların konaklama alanı olarak da uluslararası öneme sahiptir. Atanasovsko Gölü çevresinde yapılan kuş gözlemleri, doğa severler için vazgeçilmez bir deneyim sunar.

Bugün Burgaz, Bulgar balıkçılığı ve balık işleme endüstrisinin kalbidir. Aynı zamanda Güneydoğu Avrupa’nın en büyük petrol rafinerisi olan LUKOIL Neftochim Burgas da bu şehirde yer alır. Endüstriyle iç içe geçmiş bu kıyı kenti, buna rağmen ruhunu yitirmemiştir.

Çünkü Burgaz aynı zamanda sanatın, şiirin ve yaz esintisinin şehridir. Yaz aylarında, özellikle Temmuz-Eylül arasında düzenlenen Uluslararası Kum Heykel Festivali, dünya çapında sanatçıların elinden çıkan geçici ama büyüleyici heykellerle kumsalı açık hava müzesine çevirir.

Şehir merkezine birkaç adım uzaklıktaki Sea Garden (Deniz Parkı), çiçekli yolları, fıskiyeli havuzları ve heykelleriyle hem şehrin kalbi hem de nefesidir. Yürüyüş yolları, konser alanları ve sahil boyunca uzanan çay bahçeleriyle her yaştan ziyaretçiye ev sahipliği yapar.

Ve tabii ki damak tadı…
Burgaz’da menekşeli dondurma, rengiyle göz kamaştırırken, zarif bir çiçeğin tatlı hatırasını bırakır dilde. Kamenitza birası, yaz akşamlarında dostlukları köpürtür. Baniçka ise çıtır hamuru ve içindeki peynirli ya da ıspanaklı dolgusuyla, bir kahvaltıyı şölene çevirir.

Gitmişken Görülebilecekler
Atanasovsko Gölü Tuz Müzesi
Burgaz Arkeoloji Müzesi (antik dönem kalıntıları, Trakya eserleri)
St. Anastasia Adası: Tarih, manastır ve efsane bir arada
Sanat Galerileri ve Kum Heykel Parkı
Burgaz Opera ve Tiyatro Merkezi

Kentin mimarisi modernle gelenekseli birleştirirken, Karadeniz'in durgun maviliği kente dingin bir karakter kazandırır.

Nessebar (Nesebar)

Karadeniz’in zarif kollarında, dar bir kara şeridiyle ana karaya bağlanmış bir yarımada yükselir: Nessebar. Binlerce yıldır suyla sarılı bu toprak parçası, sadece bir şehir değil, adeta zamanın kayalara kazınmış hâlidir.

İlk Trak yerleşimi olan Menebria, MÖ 6. yüzyılda antik Yunan’ın kolonizasyon dalgasına kapıldı ve Apollon’a adanmış bir tapınağın gölgesinde Helenistik bir metropole dönüştü. Agora’sı, akropolisi, Apollon tapınağı ve çevresindeki surlar, bugün hâlâ bu kadim uygarlıkların fısıltılarını taşır. Roma döneminin ardından gelen Bizans çağında ise kiliseler çoğaldı, taş kemerlerin altına ikonalar ve seramik süslemeler yerleşti.

UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Nessebar, mimarisiyle olduğu kadar ruhuyla da dikkat çeker. Stara Mitropolia (Eski Metropolit Kilisesi), bir zamanlar ayin seslerinin yükseldiği taş duvarlarıyla 6. yüzyılın tanığıdır. 12. yüzyıldan kalma Yeni Metropolit Kilisesi ise Bizans’la Bulgar Rönesansı arasında bir köprü gibidir.

Kasaba, 40’tan fazla kilisesiyle, adeta bir açık hava kutsal mimari müzesidir. Bazıları artık yalnızca birer harabe olsa da, bu yıkıntıların arasında gezinen her ziyaretçi, bir taşta Tanrı’ya edilen bir yakarışı, başka bir duvarda göçüp gitmiş bir uygarlığın izini bulur.

UNESCO’nun da vurguladığı gibi, Nessebar'ın kentsel dokusu, MÖ 2. binyıldan günümüze kadar süren insan faaliyetlerinin eşsiz bir sentezidir. Orta çağdan kalan kiliselerin boyalı seramik bezemeleri, dar taş sokaklar, ahşap üst katlı Karadeniz tipi evler ve denize açılan bakımlı avlularla birlikte, bu şehir Doğu Akdeniz mimarisinin inceliklerini taşıyan eşsiz bir yerleşim haline gelmiştir.

Yine UNESCO’ya göre, Nessebar yalnızca mimari değil, dini, kültürel ve ruhsal bir süreklilik örneğidir. Hristiyanlık, burada bin yıl boyunca bir maneviyat merkezi olarak kök salmış; kiliselerin yanı sıra evler, duvarlar ve liman taşları da inancın izlerini taşımıştır.

Ne var ki bu kadim şehir de modern zamanların baskısından azade değil. Koruma yasalarına aykırı müdahaleler, kıyı şeridinin yapay düzenlemeleri ve yoğun turistik baskılar, kentsel dokunun görsel bütünlüğünü tehdit etme potansiyeli taşıyor.

Gitmişken Görülebilecekler
Eski ve Yeni Metropolit Kiliseleri
Bizans Hamamları
Arkeoloji Müzesi ve Antik Sur Kalıntıları
Ahşap Karadeniz Evleri ve Taş Arnavut Kaldırımlı Sokaklar
Limanda Gün Batımı ve Yerel Sanat Atölyeleri
Yerel El Sanatları Pazarı ve Ev Yapımı Bal ve Şarap Satış Noktaları

Nessebar, yalnızca duvarlarıyla değil, içinden geçtiği zamanla, dinlerin, dillerin, halkların birlikte işlediği bir kültürel nakış gibi... Her köşesi başka bir çağın yansıması; her taşı, zamanın iz bıraktığı bir mektup.

UNESCO'ya göre Nessebar, Akdeniz ve Balkan mimarisinin buluştuğu, tarih boyunca Hristiyanlığın manevi merkezlerinden biri olmuş çok katmanlı bir kentsel dokudur. Kentteki yapıların çoğu korunsa da turizm baskısı ve izinsiz müdahaleler zamanla tarihi dokuyu tehdit etmeye başlamıştır. Yine de Nessebar, Karadeniz'ın sularına tutunmuş bir mabet gibi zamana direnmeye devam eder.

Nesebar
Nesebar



Varna 

Varna, Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki en eski ve en önemli liman kentlerinden biri olarak, tarih boyunca bölgesel güç dengelerinde kritik bir rol oynadı. MÖ 6. yüzyıldan itibaren Odessus adıyla bilinen bu kent, sadece bir ticaret merkezi değil; aynı zamanda Akdeniz ile Karadeniz arasındaki denizcilik yollarının stratejik bir kavşağı olarak işlev gördü.

Varna’nın antik dönemdeki limanı, gemi yapımı ve deniz ticareti açısından önemli bir merkezdi. Trakyalılar, Romalılar ve Bizanslılar döneminde deniz ticaret yollarının güvenliğini sağlamak ve Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki yerleşimlerle bağlantı kurmak için kullanıldı. Roma döneminde, Varna çevresi gemi donatım ve bakımı için bir üs konumundaydı.

Tarihin akışında dönüm noktası olan Varna Savaşı (10 Kasım 1444), Osmanlı İmparatorluğu ile Haçlılar arasında gerçekleşti. Avrupa’nın Hristiyan güçlerinin Osmanlı ilerleyişini durdurmak amacıyla yaptığı bu savaş, II. Murad’ın zaferiyle sonuçlandı. Bu zafer, Osmanlı’nın Balkanlar’daki hâkimiyetini pekiştirdi ve Varna’yı hem askeri hem de psikolojik açıdan stratejik bir şehir haline getirdi.

Rusçuk Olayları ve Atatürk’ün Diplomatik Hamlesi:
İsmet İnönü’nün Varna Ziyareti ve Türk Savaş Gemisi
1933 yılında Bulgaristan’da artan Türk azınlığa yönelik saldırılar ve özellikle Razgrad (Rusçuk) bölgesindeki olaylar, iki ülke arasında gerginlik yarattı. Başbakan İsmet İnönü, Türkiye-Bulgaristan ilişkilerini yumuşatmak için Bulgaristan’a resmi bir ziyaret planladı. Ancak Bulgaristan’da İnönü’ye yönelik suikast tehdidi alınması üzerine, Atatürk güvenliğini sağlamak amacıyla Varna’ya bir Türk savaş gemisi gönderdi. Bu hamle, Türkiye’nin Bulgaristan’daki diplomatik temsilciliğine yönelik olası tehditlere karşı güçlü bir mesaj oldu. Varna’daki savaş gemisi, Türkiye’nin bölgedeki kararlılığını gösterdi ve Bulgar yönetiminin Türk heyetinin güvenliğini temin etmesine zemin hazırladı. Bu olay, askeri gücün diplomatik bir araç olarak kullanıldığı önemli bir örnek olarak tarihe geçti.
Varna’nın Kültürel ve Stratejik Mirası

Varna, sadece tarihi savaşların değil, aynı zamanda kültürel birikimin de merkezi oldu. 20. yüzyılda şehrin isminin Stalin olarak değiştirilmesi, Sovyetler Birliği’nin Bulgaristan üzerindeki etkisini yansıtırken, Varna’nın Bulgar ulus kimliği ve Karadeniz’deki merkezi önemi sorgulanamaz kaldı.
Bugün Varna, geçmişteki bu stratejik önemini turizm ve kültürle harmanlayarak yaşatıyor; ancak tarihi dönüm noktaları, özellikle denizcilik ve diplomasi alanındaki rolü hâlâ Balkanların ve Karadeniz’in politik haritasında iz bırakmaya devam ediyor.

Gitmişken Görülebilecekler
Aladzha Manastırı: Kayalara oyulmuş, 4. yüzyıla tarihlenen ve Bulgaristan’ın en eski manastırlarından biri olan Aladzha Manastırı, mistik atmosferiyle ziyaretçilerini zamanda yolculuğa çıkarır. Hücreleri, şapeli ve ormanın içindeki sessizliğiyle ruhun derinliklerine dokunur.

Cenevizliler Bazilikası: 5. ve 6. yüzyıldan kalma bu antik yapı, Orta Çağ ticaret yollarının ve deniz kültürünün izlerini taşır.

Varna Arkeoloji Müzesi: Antik çağdan günümüze uzanan zengin koleksiyonu ile bölgenin tarihsel gelişimini sergiler. En ünlü eseri ise, Altın Varna Hazinesi; dünyanın en eski altın hazinelerinden biri olarak arkeoloji dünyasında büyük değer taşır.

Varna Limanı: Şehrin ekonomik kalbi, modern ticaret ve deniz taşımacılığının canlı merkezi.
Varna’nın Dokusunda Kültür ve Doğa

Varna sadece tarih değil, aynı zamanda kültür ve doğanın iç içe geçtiği bir merkezdir. Yaz aylarında düzenlenen uluslararası festivaller, sahil boyunca renkli etkinlikler ve yerel lezzetler şehri ziyaret edenleri mutlu edebilir.

Deniz kenarındaki parklar, plajlar ve yürüyüş yolları, kentte hem sakin bir nefes alma hem de canlı bir sosyal hayat sunar.

Varna'ya dair küçük bir dipnot; Yakın zamanda Alman arkeolog Dr. Dominique Görlitz, antik dönemdeki denizcilik becerilerini ve Karadeniz ile Akdeniz arasındaki deniz yolculuklarını simgeleyen önemli bir projeye imza attı. Varna Limanı’nda, tamamen kamıştan inşa edilen ve antik gemi yapım tekniklerine uygun 14 metrelik “Abora-IV” isimli bir gemi tasarladı. “Barış ve uluslararası anlayış için yelken açmak” sloganıyla Karadeniz’den Akdeniz’e doğru yola çıkan gemi, Varna’dan başlayarak Kaş Limanı’na kadar ulaştı. Kalıcı olarak sergilenmek üzere Patara Antik Kenti’ndeki agoraya taşınan gemi uzun zamandır Patara'da ziyaretçilerini bekliyor.


Gökyüzüyle Kucaklaşan Kent.. Blaundos

Blaundos, Uşak ili sınırlarında, Ulubey ilçesine 10 km uzaklıkta bir antik kent. Düzgün ve bakımlı yollarıyla Batı Anadolu'nun neredeyse kalbinde yer alan Blaundos'a her yerden ulaşım oldukça kolay. Uşak'ın sadece halısı ve tarhanasından ibaret olmadığını gösteren Blaundos Kenti, Ulubey Kanyonu'nun içlerine gerdanlık gibi uzanan kıymetli bir mücevher.

M.Ö 4. yüzyılda İskender'in Anadolu'yu fethiyle birlikte bölgeye gelen Makedon askerlerin yerleşmesiyle kurulan kentin geçmişinin elde edilen arkeolojik buluntular sayesinde tunç çağına kadar uzandığı tespit edilmiş. Kentteki epigrafik buluntular ve sikkeler üzerinde Blaundoslular'ın kendilerini ''Blaundeon Makedonan'' Makedonyalı Blaunduslar olarak tanımladıkları görülmüş.

Blaundos kent kapısı

Araçları otopark alanına bıraktıktan sonra; bir kahramana ait anıt mezar, tapınak ve kente su taşıyan bir kemerin izlenebildiği keyifli bir yoldan yürüyerek kentin ana giriş kapısına ulaşılıyor. Ana karaya sadece kuzey yönünde dar bir alanla bağlı olan kente iki tarafında kulelerle desteklenmiş sur duvarının ortasındaki tek kemerli giriş kapısından giriliyor. Kapıdan geçtiğiniz anda, dünyayı ardınızda bırakıp adeta farklı bir evrene adım atıyorsunuz. Gezenler için müthiş, kenti kazanlar içinse zorlu bir başlangıç bu kent kapısı. Zira bu kapıdan geçmek dışında kente giriş yapmak mümkün görünmüyor. Durum böyle olunca; küçük bir kepçe dışında, kentte asırlardır toprakla iç içe geçmiş ayağa kaldırılmayı bekleyen mimari elemanları kaldıracak büyük iş makinalarını kentin içine sokmak imkânsız gibi. Elbette yaşadığımız teknoloji çağında imkânsız diye bir şey yok; sadece maddi yetersizlikler var. Biraz kente yatırım yapılmasıyla bu sorunun aşılabileceği aşikâr.
 
Kent kapısından girince ziyaretçileri Ceres (Demeter) tapınağı karşılıyor. Tapınak, caddelerin birbirini dik açıyla kestiği ve eşit parseller üzerine binaların inşa edildiği Hippodamik plana(Izgara planı) göre kurulmuş olan kentin tam merkezine yerleştirilmiş. Ceres Tapınağı ve hemen önündeki sütunlu cadde üzerinde yoğunlaşan kazılardan izlenildiği kadarıyla, kentin görkemini ortaya koyan mimari elemanların büyük çoğunluğu korunmuş şekilde ve ayağa kaldırılmayı bekliyor.

Blaundos Demeter Kutsal Alanı

Tapınağı geçip kentin uçurumla çevrili uç noktasına ulaştığınızda etkileyici bir tablo karşılıyor sizi. Kentin bir zamanlar büyük bir kamu binasına ait olan bir yapının duvar dolguları yıkılmış olsa da taşıyıcı taşlardan bir bölümü zamana meydan okuyarak birbirine tutunmuş ayakta kalmaya çalışıyor. Blaundos kentinin sembolü niteliğinde olan bu taşların görüntüsü, İngiltere'deki Stonehenge'i anımsatıyor.
 
Dünyanın en uzun kanyonlarından biri olan Ulubey Kanyonu'nun hemen kenarında konumlanan Blaundos, kanyonun derin kıvrımlarının arasında yükselen bir yarımada üzerinde kurulmuş. Hal böyle olunca kentin içinde kanyonun kenarında değil de derin uçurumlarla dünyadan koparılmış bağımsız bir kara parçası üzerindeymiş hissi uyandırıyor insanda. Kentin öylesine büyülü bir atmosferi var ki kent mi gökyüzüne yaklaşmış, yoksa gökyüzü mü kentin hemen üzerine inivermiş anlayamıyor, yerle gök arasında kısacık bir mesafede sıkışıp kalmış gibi bir duyguya kapılıp şaşırıyorsunuz. Bu his zaman ve mekân algısını bir süreliğine sekteye uğratıyor.

Blaundos Bazilika

Kenti gezmeyi tamamladığımızda, tam gün batımına yakın ay ve güneş karşı karşıya geldi. Güneş gitmekte aheste, ay hâkimiyetini ilan etmekte acelede... Birisi doğuda yükselirken diğeri batıda bulutlarla cilveleşmekte... Gökyüzü yeryüzüyle kavuştu kavuşacak, iki eliyle uzansa insan; bir eli aya, diğeri güneşe değecek. Sadece selamlaştılar mı, yoksa bu vedalaşma anı bir görsel şölene mi dönüştü vakit darlığından göremeden kentten uzaklaşmak gerekti. Sırf bu anı sonuna kadar görebilmek için kente en kısa zamanda geri dönmeli... Bu şansı ben yakalayamadım ama Blaundos'a gidecek ziyaretçiler, günbatımını yakalamak için mutlaka vaktini ona göre ayarlamalılar.

Kültürel mirasa, arkeolojiye ve tarihe meraklı gezginlerin bir şekilde yollarını düşürmesi gereken bir kent Blaundos. Alışılmış antik kentlerin ötesinde, atmosferiyle çok farklı bir deneyim ve görsel ziyafet sunmak için sessizce ziyaretçilerini bekliyor. Kentin eserlerini özverili çalışmalarıyla görünür kılan ve kenti daha iyi algılayarak gezmemizi sağlayan Uşak Üniversitesinden kazı başkanı Prof. Dr. Birol Can'a ve ekibine şükranlarımızı sunuyor, çalışmalarında omuz verenlerin ve destekleyenlerinin bol olmasını; toprağın altından çıkardıkları yapı elemanlarını kısa zamanda ayağa kaldırabilmelerini temenni ediyoruz. Sağ olsunlar, var olsunlar.



Taşlara Hayat Veren Bir Karya Kenti.. Thera

Thera Antik Kenti tatil için Muğla üzerinden güneye doğru yol alan gezginler için doğa ve tarihin kucaklaştığı, havası, doğası ve tarihi dokusuyla mükemmel bir uğrak ve kısa süreli mola noktası olabilir.

Muğla- Ula anayolundan 2 kilometre içeride, denizden 800 metre yüksekteki Okkataş adı verilen tepenin güney yamacında yer alan kentin açığa çıkarılan yapıları; kamusal, yaşamsal ve kutsal alanları ile ebedi istirahatgahlarının tamamı kayalar oyularak ve nakış gibi işlenerek oluşturulmuş.

Akropolis zirve kısmında Kibele tahtı olarak tanımlanabilen bir kaya anıtı, tapınağa ait olabilecek bir temel kalıntısı ile sarnıç olabilecek harçlı duvarlara sahip iki yapı kalıntısı bulunduruyor. Kibele tahtının olduğu alan başta Ula Göleti olmak üzere,Ula Ovası ve Yenice Ovasını da kapsayan neredeyse 360 derecelik panaromik bir görsel sunuyor.

Thera Kibele Tahtı
Kibele Tahtı

Akropolisi çevreleyen iç sur ile yerleşim alanını tepe yamacında sınırlayan bir dış savunma duvarına sahip kentin girişinde; ziyaretçileri işçiliği ve görselliğiyle göz dolduran tapınak cepheli kaya mezarları karşılıyor. Çam ağaçlarının oluşturduğu küçük bir koruluğu geçince şehrin ana caddesi üzerinde yürüyüp agoraya ve hemen agoranın kenarında yükselen, basamakları doğal anakaya üzerine işlenmiş tiyatroya ulaşılıyor. Tiyatronun basamakları çok fazla tahrip olmuş fakat bakımı ve temizliği çok güzel yapılmış o nedenle izlerken gözle tamamlanabiliyor.

Tiyatronun hemen yakınında anakayaya oyulmuş bir kutsal alan ve sonradan kiliseye dönüştürülmüş bir tapınak yapısı mevcut.

Kentin üzerine kurulduğu tepenin batı kısmına doğru devam edildiğinde Yenice Ovasının muhteşem manzarası eşliğinde kaya mezarlar, tekne mezarlar, tonozlu oda mezarlar ve kısmen görülebilir durumdaki sanduka mezarlar ile mezar girişindeki kalkan kabartması motifi nedeniyle bir askere ait olduğu düşünülen anakayaya işlenmiş üstte lahit altta loculuslardan oluşan bir anıt mezar kompleksi gezilip görülebilecek eserler arasında.

Anıt Mezar Kompleksi
Anıt Mezar Kompleksi

Mezar yapılarındaki bu dikkat çekici çeşitlilik ve güzellik Thera'nın varlığını sürdürdüğü dönemi içinde oldukça zengin ve renkli bir kent olduğunun da göstergesi olmalı.

Antik kenti gezip ana yola döndükten sonra, bu kez yolun karşı tarafına geçip Ula Göletinin huzurlu ve dingin atmosferinde ister göletin kenarındaki mekanlardan birinde, ister kendi belirlediğiniz bir alanda oturup sıcak/soğuk içeceklerinizi yudumlayarak yorgunluk atabilirsiniz. Hala enerjim tükenmedi derseniz maviyle yeşilin buluştuğu küçük göletin etrafında keyifli bir yürüyüş yaptıktan sonra yolunuza devam etmek de bir seçenek elbette.

Muğla Arkeoloji Müzesi asırlardır doğanın sarıp sarmalayarak toprağın altına gizlediği Thera kentinin yapılarını tekrar gün ışığıyla buluşturmuş; bizlere de gitmek, görmek ve elbette kente hayat vermek kaldı, 



Thera Tiyatro


Thera Kaya Mezarı


Thera Kaya Mezarı


Thera Tonozlu Mezar


Thera Tiyatro ve Agora

Thera Yolu


Neolitik Dönemin Metropolü Çatalhöyük

 Çatalhöyük Konya'nın yaklaşık 52 kilometre güneyinde Konya Ovasının düzlüğünde yerleşim görmüş 9500 yıllık bir ören yeri. Sekiz bin kişilik nüfusu ile Neolitik dönemin en kalabalık yerleşim alanı olduğu düşünülen Çatalhöyük; çatıdan girilen evleri, sokakları olmayan şehir planlamasıyla, duvar resimleri, kabartmaları, heykelcikleri gibi sanat eserleri ve yöneticisiz olduğu düşünülen toplum yapısıyla uluslararası öneme sahip bir yerleşim alanı. Neolitik döneme tarihlenen dünyanın en erken yerleşik düzene geçilerek şehirleşmiş yerleşim yerlerinden biri. O nedenle sadece Anadolu değil tüm dünya tarihi açısından önemli ve bu nedenle UNESCO'nun korunması gereken dünya kültürel miras listesi içinde yer alıyor.

Çatal şeklinde görüntüye sahip iki höyükten oluştuğu için Çatalhöyük ismi verilmiş. İlk yerleşim M.Ö 7500-5500 yılları arasında Doğu Çatalhöyük'te kurulmuş ve bilinmeyen bir nedenle insanlar burayı terk ederek Batı Çatalhöyük'e yerleşmişler. Buradaki yaşam ise M:Ö 5200 yıllarına kadar devam etmiş. Yaşam 2000 yıl boyunca kesintisiz devam ederken birden terkedilmiş.

Antik çağdan demografisi bozulmuş bir kent örneği.. phasalis

Phasalis (Kemer, Antalya) Homeros'un yedi renkli denizine övgüler yağdırdığı Likya'nın doğu sınırlarında  M.Ö 7. yüzyılda kurulmuş; Akdeniz'e doğru bir el gibi uzanan yarımadanın üç tarafında bir birinden korunaklı üç limanla döneminin önemli liman kentlerinden biri. 

Bugün güzelliği, denizi ve doğasıyla göz dolduran kentin döneminde kötü bir ticari üne sahip olduğu, aç gözlü, fırsatçı, düzenbaz, onursuz, dolandırıcı, alçak ve vicdansız insanların yaşadığı bir kent olarak anılıp kötü bir üne sahip olduğu kimin aklına gelir ki?

Kasalarını parayla doldurabilmek için 100 drahmi veren herkesi vatandaşlığa kabul eden Phasalisliler, etrafta ne kadar istenmeyen ve başka kentlerde barındırılmayan hırsız, uğursuz, kaçak ahlaksız insan varsa kentin vatandaşı olmalarının yolunu açmışlar. Bozulan demografik yapıyla birlikte başlayan ahlaki çöküşle, böyle bir ün salmaları kaçınılmaz olmuş haliyle.

Bir ülkenin ahlaki ve siyasi çöküşünü hızlandırmanın en etkili yollarından biri, kontrolsüzce demografik yapısını bozmak değil midir zaten?

kazdağları.. bir efsane bir gerçek hikaye

Balıkesir ve Çanakkale il sınırları içinde, sırtını Anadolu'ya yaslayıp, bakışlarını Ege Denizinin engin maviliğine çeviren Kazdağları, antik çağın ünlü ozanı Homeros'un deyimiyle bin bir pınarlı, vahşi hayvanların anası İda; pınarları gibi tatilin bin bir çeşidini sunuyor gezginlere.

Homeros'un yazdığı İlyada ve Odysseia destanı ve bu destanlarda Kazdağları ile ilgili efsaneleriyle renklenen, dünyanın Alplerden sonra oksijen yönünden ikinci sırada yer alan bu muhteşem doğa harikası tedavi edici şifalı suları ve havasını da taşımış günümüze.

Afrodit'in yakalandığı cüzzam hastalığının çirkin görüntüsünden kurtulup iyileşerek güzelliğine kavuştuğu kaplıcaları bugün de şifa olmakta Güre'de.

Ülkemizin akciğerlerinden biri olan Kazdağları, insanların akciğerleri için de doğal bir tedavi merkezi aynı zamanda. En çok ölüme neden olan hastalıklar sıralamasında 4. sırada yer alan KOAH hastalığına iyi gelen bol oksijenli havasıyla, hem tatil hem tedavi için gelenleri ağırlamakta.

oyunlar ve kehanetin renklendirdiği kent... syedra

Syedra Alanya'ya Gazipaşa istikametine giderken yaklaşık 20 km uzaklıkta Seki Köyü  sınırlarında yer alan bir antik kent.

Antik çağda Pamfilya (Pamphylia) ve Kilikya (Kilikia) arasındaki sınırda kaldığı için sınırlarda yer alan diğer bölgelerin kentleri gibi kimi zaman savaşlar, kimi zaman diplomasi nedeniyle sık sık iki bölge arasında el değiştirmiş. Bu nedenle Syedra'yı antik çağ tarihçilerinden kimi Pamfilya, kimisi de Kilikya'nın  bir kenti olarak göstermişler. Günümüzde kabul edilen görüş ise Syedra'nın bir Kilikya kenti olduğu yönünde.

Antik çağda Kilikya'nın sınırları batıda Korakesion (Alanya) dan başlayıp doğuda İskenderun körfezine kadar uzanan, güneyi Akdeniz'e açılan Kilikya'nın kuzeyi Toros (Taurus) Dağlarıyla çevrelenmiş. Coğrafi özellikleri bakımından kendi içinde farklılık gösteren bu bölgenin, Alanya'dan Mersin'e kadar uzanan engebeli kısmı Dağlık Kilikya (Kilikia Thrakhea), Adana ve Mersin çevresinden oluşan günümüzün Çukurovası olan bölüm Ovalık Kilikya (Kilikia Pedias) olarak adlandırılmış.

balayı tatili için dört mevsim öneriler

Bu aralar ne zaman sayfamı ziyaret edenlerin hangi aramayla geldiklerine baksam; karşıma balayı tatili için öneriler başlığı çıkıyor. Raytingi mi yüksektir, yoksa herkes gideceği yeri ararken nasıl olsa en güzel yeri balayına gidenler bulur mantığıyla mı bu tür aramalarla kendisine gidecek yer bulur bilemiyorum.

İşin ilginç  tarafı Google arama motorunda balayı için gezi önerisi arayanların sayfamdaki gezi yazılarına ve mitolojideki aşk hikayelerine gelmiş olması ki; biraz gezginlerin vardır elbet bir bildiği diyerek, biraz da balayı için öneri arayanları sayfamdan boş çevirmemek amacıyla😀😌 ülkemizin gezilip görülmeye değer yerleriyle ilgili şöyle birkaç tavsiye de ben karalayayım istedim 😃

Yaptığım öneriler balayında sizi memnun eder mi bilemem ama gezmeye, görmeye ve eğlenmeye meraklıysanız belki işe yarayabilir.

bir masaldı amorium.. bir türküdür emirdağ


Günümüzde adı sadece gurbetçileri ile anılır olan, türküleri dilimize dolanan Emirdağ; yaz ayları geldiğinde ülkenin döviz bürosu olmaktan gayrı daha nice güzellikleri barındırır içinde... Dayanışma, yardımlaşma, ihtiyacı olana sahip çıkma, gönüller arasında bağ kurma...

Duygunun kadını erkeği olmaz, hisler söz konusu olduğunda insandır esas olan anlayışıyla; erkekler ağlamaz denen bir dünyada ağıt yakan, duygulara şiir katan erkeği-kadınıyla manidir.. şiirdir.. ağıttır.. türküdür Emirdağ. Bu sebeptendir ülkedeki en zengin halk müziği repertuvarlarından birine sahipliği...


Erkeği ağıt, kadını türkü yakan; yüreği yumuşak, duyguları şiirsel, insani bağları güçlü bir kent Emirdağ. İşte bu bağlar sayesinde olmalı Emirdağlıların tüm kentlere örnek olması gereken; büyük bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma uygulamasını hayata geçirmişliği....

güney iyonyadan söke ovasına zamanda yolculuk

İzmir- Aydın otoyolunda Germencik istikametine rotanızı çevirdiğinizde antik çağda İyonya, günümüzde Söke ovası olarak adlandırılan bölgede, binlerce yıllık bir zaman yolculuğuna çıkarır yol sizi. Yakın tarihimizden uzak geçmişe, şehitlikten Rum köylerine, İyonya'nın merkezi Priene'den doğa harikası Karina'ya... Doğasından tarihine büyüleyici güzellikte bir güzergahtır burası.

Felsefeden sanata, devlet yönetiminden inanç sistemlerine pek çok alanda öncü; doğal güzellikleri ve verimli topraklarıyla her dönem cazibe merkezi olan bir bölgede yaşamanın diyetini, her dönem fazlasıyla ödemiş haliyle bölgenin halkı.

Otoyol çıkışından hemen 3-5 kilometre sonra bu toprağın insanlarının yaşadığı acıların en tazesi anısına yapılmış olan şehitlikte bulursunuz kendinizi. Germencik yakınında yakın tarihimizin onlarca acılı olaylarından sadece biri anısına dikilmiş olan Kanlı Bahçe Anıtında şehitlerimizi anıp, yola öyle devam etmek en doğrusu.

bilge bias ve zarif kenti priene

Söke ovasına hakim sırtlarda on iki İyon kentinden biri; İyon birliğinin merkezi olan içinde helenistik dönemden kalma eserler barındıran küçük ve zarif bir kent uzanır; Priene...

Priene kenti 11. yüzyılda Yunanistan'dan gelen İyonlar tarafından deniz kenarında, Menderes nehrinin Ege denizine döküldüğü alanın yakınlarında kurulan bir liman kenti. Zamanla Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlar denizi doldurmaya başlayınca kentin ilk kurulduğu alandan taşınıp M.Ö 4. yüzyıl ortalarında bugünkü görülen yerde yerleşimin devam ettiği biliniyor. Eski kentin kurulduğu yer ise hala tespit edilebilmiş değil. Menderes nehri denizi doldurmaya devam ettiği için yeni kent de zamanla denizden uzaklaşıp liman kenti olma özelliğini yitirmiş.

İyonyalıların dini merkezleri durumundaki Panionion Priene territoriumu sınırları içinde olunca bu küçük ve mütevazi kent de toplantılara başkanlık etme yetkisine sahip olur. Kuşadası Milli Parkı içindeki Panionion'da Denizlerden gelen İyonyalıların baş tanrıları deniz tanrısı Poseidon adına bir tapınak ve toplantılarının yapıldığı bir tiyatro yer alır.

bir zamanların küçük istanbulu... balya ilçesi

Balıkesir'in kuzeybatısında il merkezine 50 kilometre uzaklığında bir ilçe Balya...
Antik çağdan itibaren kesintisiz olarak işletilen Ergasteri (Maden İşliği) denen bölgede kurulan yerleşim; bir zamanlar Küçük İstanbul olarak adlandırılan bir ilçeydi.

Beş tane maden fabrikası, hanları, hastaneleri, gazinoları, kahvehaneleri, değirmenleri ve mektepleriyle en gözde kazalardan biriydi.

Osmanlı döneminde madenin olduğu alan Kocagümüş Köyü adıyla anılırken; maden alanına da Kocagümüş madeni denmekteydi ve buradaki maden gülle yapımıyla ünlüydü.

Roma döneminde ''Kristian Madenleri'' olarak anılan, 1876 yılında Fransızlar tarafından işletilmeye başlayan kurşun madenleri, dünyanın en büyük kurşun madeniydi. Fransız şirketi Balya'da kurşun, gümüş, çinko çıkartırken çevresinde kömür, kurşun, manganez ve çinko madenlerini de işletmeye başladı.

karya kenti alinda ve karyalı prenses ada

Eğer gördüğü her sarı tabelanın istikametine direksiyon kıranlardan değilseniz, muhtemelen görmediğiniz; pek fazla kişinin yolunun düşmediği, özellikle arabasına atlayıp gitmediği, adı Karyalı  prenses Ada ile özdeşleşen bir kentten bahsedeceğim size; Alinda...

Anadolu'nun kadim halkı Karyalıların kenti Alinda; günümüzde Aydın ilinin Karpuzlu beldesi sınırlarında kalan, hatta sınırları ne demek hemen kentin yaslandığı sırtlarda uzanıp giden bir kent. Yüzey araştırmaları ve kurtarma kazıları dışında; günümüze kadar kazma değmemiş, kazı yapılmamış kentlerden birisi. ''Hay Allah yine mi sahipsiz bir ören yeri?'' derseniz telaş yapmayın hemen derim. Zira bu kentin bana düşündürdüğü tek şey (pek çok kişi bu sözüme kızacak belki ama); ''iyi ki de kazma değmemiş'' oldu.

tarihin tanıklarından mirzaoba köyü ve mudanya

Yolunuz Trilye veya Mudanya'ya düşerse; Mudanya dağlarına yaslanmış, mağrur bir edayla Marmara denizine hakim tepelerden Mudanyayı izleyen, Çanakkale Savaşında en fazla şehit veren köy unvanına sahip Mirzaoba köyüne uğramadan geçmek büyük haksızlık.

Arkadaşlarla çıktığımız gezide biz bu haksızlığı yapmayalım, tarihi bu topraklar için savaşmak ve asker yetiştirmekle geçmiş bir köye gece bile olsa uğramadan geçmeyelim dedik ve uğradık.

Şafak tanrıçası Eos altın arabasına binip, kardeşi güneş tanrısı Helios'a dünyanın kapılarını açmadan, gecenin sessizliği ve koyu karanlığında ulaştık Mirzaoba köyüne.  Marmara denizini Mudanya dağlarının zirvelerinden, güneşin ışıkları altında değil belki ama Mudanya'nın ışıklarının düşen aksiyle izledik; geceyi delip geçmeye çalışan bakışlarımızla.

Binbir Pınarlı İda'nın Pınarlarından... Ayazma Pınarı

Balıkesir ve Çanakkale il sınırları içinde, sırtını Anadolu'ya yaslayıp, bakışlarını Ege Denizinin engin maviliğine çeviren Kazdağları, antik çağın ünlü ozanı Homeros'un deyimiyle bin bir pınarlı İda; Ayazma Pınarında cenneti ayaklarının altına seriyor insanların.

Homeros'un Troya Savaşını anlattığı İlyada destanı ve bu destanda tanrıların yarıştığı, seviştiği, dövüştüğü efsanelerle renklenir Kazdağları. Bu renkli efsanelerin en güzellerinden biriyse Ayazma pınarında yapılan tanrılar arasındaki güzellik yarışması.

Ayazma pınarı kazdağlarının kuzey tarafında, Çanakkale'nin bayramiç ilçesi sınırlarında, Bayramiç'ten yaklaşık 29 km uzaklıkta yer alıyor. Bayramiç merkezinden Evciler köyü istikametine devam edilerek asfalt bir yolla 21 km sonra Evciler köyüne ulaşılıyor. Evcilerden Ayazma Pınarı'na  giden 8 kilometrelik yol kısmen daha dar ve bozuk olsa da özel araç ve büyük otobüslerle zorlanmadan ulaşılabilir durumda. Evciler'e kadar meyve ağaçları ve Bayramiç barajı manzaralarıyla seyreden yol, Evciler köyünden sonra karaçamların gölgesinde devam ediyor.

Erzurum hakkında bilinmesi gereken 10 şey

Pek çoğumuzun Erzurum'un Dadaşından gayrısı hakkında pek fazla fikrimiz yoktur. Oysaki kültürü, sevimli şivesi, yemesi içmesi ve içinde barındırdığı tarihi eserleriyle; keskin soğuğuna inat sıcacık kentlerden biridir Erzurum. Yolunuz Erzurum’a düşerse ve siz; nasıl bir yerdir, ne yer ne içilir, nerede gezip neler alınır merak ediyorsanız işte size Erzurum’la ilgili bilinmesi gereken 10 şey:

erzurum çifte minareli medrese
Çifte Minareli Medrese ve Erzurum

bu kentte kadının adı var... pepuza ve montanizm

Yaşadığınız, doğadan soyutlanmış betonlarla çevrili kalelerden sıkıldıysanız; içinizdeki doğaya tutkulu, keşfe meraklı maceracı ruhu özgür bırakıp; bir zamanlar insanın doğayı gergef gibi işleyip, onunla bütünleştiği yerlerden birine; Uşak'ın Karayakuplu köyüne, Pepuza'ya gitmek iyi bir seçenek..

Hristiyanlığın kayıp mezheplerinden biri olan Montanizm'in doğuşuna, Anadolu'nun kutsal tanrıçası Kibele inancı ve geleneğiyle şekillenip Anadolu'dan tüm Avrupa'ya yayılıp, yaklaşık 400 yıllık bir süreden sonra takipçilerinin yakılışına tanıklık eden, kayalara üç katlı oyulmuş Montanist Manastırını ve Pepuza kentine su taşımak amacıyla yapılan Banaz çayı üzerine zarif bir gerdanlık gibi uzanan Clandras Köprüsünü görmek iyi gelecektir ruhunuza belki...Gitmeden, görmeden bilemezsiniz değil mi?

ana tanrıçanın kenti metropolis'ten torbalı'ya


Metropolis, İzmir'in Torbalı ilçesinin beş kilometre kadar güneyinde, M:Ö 3. yüzyılda Büyük İskender'in komutanı Lysimakhos'un adamları tarafından kurulan bir İyon kenti. ''Ana tanrıçanın kenti'' anlamına gelen, ana tanrıçanın '' Metergallesia, Metagallesya'' isminden esinlenilerek Metropolis adını alan kentin bulunduğu sit alanı, yaklaşık iki yüz dönümlük bir araziyi kapsıyor.

Kente adını veren ana tanrıça Kibele'ye, Batı Anadolu'da neolitik çağdan itibaren, mağaralarda, kaya tapınakları ve açık hava tapınağı gibi kayalık doğal alanlarda ibadet edilmiş. Gallesion dağının kuzeyinde, kentten yaklaşık beş kilometre uzaklıkta yer alan iki mağarada yapılan kazılar sonucu  ele geçen 554 pişmiş topraktan heykelciğin 404 tanesinin ana tanrıçaya ait olduğunun saptanması, Kibele'nin tapınım gördüğü alanlar konusundaki tezleri güçlendirmekte. Mağarada çok sayıda aşık kemiğinin bulunması buranın aynı zamanda kehanet merkezi olarak da kullanılmış olduğunu da göstermekte.

tanrıların dilini konuşan halk... frigler

Alternatif tatil ve gezi yolları arayan, tarihe ve doğal güzelliklere merakı olan, şehirlerin ve popüler gezi güzergahlarının kalabalığından bunalıp, sakin bir coğrafyada gökyüzü ve yeryüzünün ıssız yollarda kesiştiği bir yerde, ruhen ve bedenen dinginliğe ulaşıp geçmişten günümüze gizem dolu bir yolculuk yapmak isteyenler için muhteşem bir seçenek Frig Vadisi.

Gün gelir de bu seçeneği değerlendirecek olursanız; gün doğumu ve gün batımı zamanlarını seçerseniz, bu gizemli, sakin vadide tadına doyumsuz saatler geçirmeniz olası. Çünkü insanın doğayı ve içinde yaşadığı dünyayı iliklerine kadar hissettiği saatlerdir bu zamanlar bana göre. Bu saatlerde sürekli hareket eden, yaşayan, adeta nefes alan bir kainatın parçası olduğunuzu fark edersiniz. Ayla güneşin görev değişikliğine şahit olursunuz adeta. Biri doğmak için acele etmeden yavaş yavaş dünyaya doğru süzülürken, diğeri istemeye istemeye, gözleri arkada kalarak aheste aheste ayrılır görüş alanımızdan. Ne gidenin acelesi vardır, ne de yerine gelenin...

dünya ışığı görmiyesen ecel teknesinde yüzesen

Geçmişin izlerini tarihi didikleyerek değil toprağı didikleyerek arayan, geçmişe merakı öğrenmek gayesinden çok para kazanmak olan, üzerinde yaşadığı topraklarda kültürel mirası korunacak bir emanet değil, kabını kacağını, taşını toprağını, parasını, sanatını, mezarını yağmalanacak bir ganimet olarak gören insanların hiç de azımsanamayacak oranda olduğu bir toplumun parçası olmaktan hiç bu kadar utanç duymuşluğum olmamıştı Kolophon antik kentini gezerken.

 Smyrna kentinin sonradan eklenmesiyle sayısı on üçe çıkan İyon kentlerinin oluşturduğu bir birlik İyon birliği. Kolophon bu on üç kent içinde deniz kenarında kurulmamış tek kent olma özelliğini taşıyor. Denize uzaklığını telafi etmek amacıyla olsa gerek, yaklaşık on beş km uzağında, deniz kenarına bir liman kenti de kurmuş Kolophonlular. Kıyıdaki Kolophon veya güneydeki Kolophon olarak da adlandırılan Notion kenti, ilerleyen yıllarda Kolophon'un zayıflayıp gücünü kaybetmesi ve bir kısmının bu kente yerleşmesiyle daha çok önem kazanmış.