ŞİİRLERİM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ŞİİRLERİM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

bahar

Bahar gelmiş dostlar!!!
Demeyin;
evlerde bahar mı var?
''Beden ruhun mezarıdır''...
demiş ya hani
büyük düşünür?
Şimdi evler de
bedenin mezarı belki lakin;
ruha kim kelepçe takar?



Bugün coşkulu ruhuma
hem bedenim,
hem de evler dar...
Durdursun durdurabilirse
olağanüstü hal,
o hal, bu hal...
Bıraktım işte ruhu
kuşlar kadar hür;
içimden
göklere havalanan
cıvıltılı bir
sığırcık sürüsü var...

Çığlıkları kiraz ağacına
konmuşçasına mutlu;
ummanı aşarcasına
umut dolular...
İçi içine sığmayan
coşkulu bir neşeyle
haykırıyorlar sesleri gür;
dallarda çiçek
evrende bahar,
yaşamak güzel şey
sevgi dolu ve hür!!
N.DENİZ

terzi

Bir rol çalmaya çalışır
her bir insan dünyadan;
bilmezdir ki
boşunadır bu çaba....
Ağaç nasıl ait ise toprağa,
meyvesinin lezzetini
belirleyen topraktır.
İnsanlar da anne baba
karı ya da kocanın
kendisine biçtikleri roldedir.



Küçücükken soracaklar
annen ile babana;
çalışkan mı tembel mi
şer misin uslu musun;
sen sadece ailenin
etrafına gösterdiği çocuksun.
Gül kendini ne bilsin
ne anlatıp söylesin?
nasıl ki güle adını veren,
aşkı da ayrılığı da
yükleyen insan ise;
insandır insana da
giyeceği kıyafeti biçen.

Yetişip de hayata atılınca,
ben rolümü seçerim
sanmayasın sakın ha!
Sen daha düşünür iken
o mu uyar üstüme,
yoksa bu mudur diye;
bir eş bekliyordur bile
seni elinde elbise ile...
Ailenden eşine
bir bayrak tesliminin
ortasında kalırsın.

Ağır mısın yeğni mi
çapkın mısın uslu mu
hükmünü eşin verir;
boş musun yoksa dolu mu
kendi gözünden sana
elbiseni giydirir.
Kimse sormaz giydirilen
dar mı geldi geniş mi,
oynadığın bu rol
senin midir değil mi?
Sen desen de
bu rol benim değildir
sorusuz bir cevap kalır seninki...

Hukuk bile yapmış iken
insanı insanın şahiti;
düzen çarpık kurulmuş
insan olmuş insanın velisi.
Elbet rolünü bulacaktır
kişi de bu yaşamın içinde;
ne zaman olur ise
kendi kendinin terzisi.
N.DENİZ

hoşgeldin

Ey oğul
Sen işlenmeye hazır
kumaşınla gergeftin;...
bense kumaşı işleyecek
rengarenk iplik...
İşledikçe desen desen,
motif motif gergefi;
hem kumaş işlendi
hem de iplik
ve ikimiz de şekillendik.



Toprak,ağaç,
börtü böcek kuş derken;
kimi zaman ev olduk,
kimi zaman
mis kokulu bir çiçek.
İplik sonsuz değildi
kumaş ise
uçsuz bucaksız derya idi;
ipliğin işleyeceği
yavaş yavaş tükendi,
artık boşluklarını
işlemek sana kaldı.

Dokun yumuşacıktı
ne iğneye direndi
ne de ipliği gerdi;
işlenen desenleri
misli ile gösterdi.
Belli ki
tanrı senin hamurunu
güzelce yoğurarak;
ellerime öyle verdi.
Arkamdan gelir iken;
geçtin artık beni sen,
renginle deseninle
fersah fersah ileri.

Hoş geldin
iki gözümün çiçeği.
Yirminci yaşın kutlu olsun!
Gözlerinden neşe,
göğsümden başın eksilmesin.
Sen tanrının kollarıma
bahşettiği bir lütuf,
yaşamdan aldığım
en güzel hediyesin.
N.DENİZ

asma ve evlat

Bakma öyle
bağlarda eğilip bükülüp
budanmış kütük hallerine;...
ruhunda büyük bir
direnişçidir asma.
Ne eyvallahı vardır yağmura,
ne minnet eder
gökten düşecek bir damlaya.
Beklemez gelsin diye havadan;
kökleriyle kaynağına ulaşır
ve öylece beslenir sudan.
Dalları ne kadar
görünse de ince,
filizleri bulunduğu yere
sımsıkı dolanır;
ne rüzgar yerinden oynatır,
ne fırtınaya pabuç bırakır.



Basacaksan;
asma gibi sağlam bas
ayaklarını yere evlat.
Öyle sıkı tutunur ki
kökleriyle toprağa asma;
inerken en derinlere
on metre, yirmi metre
hiç bir güç
sökemez onu kökleriyle.

Olacaksan;
asmanın kökleri gibi
vefalı ol sevdiklerine evlat.
Kendi tutunurken
kendini besleyen toprağa
kökleriyle;
vefalı bir dost gibi tutar
toprağı da kökleriyle...
Asma kökünün
tutunduğu yerde;
ne akıntıya
kapılır gider toprak,
ne de güçlü bir sele.

Asma dalları gibi
ufku geniş,
iradesi güçlü ol evlat.
kökünü salarken derinlere;
dalları da tırmanır
bulduğu her yoldan göklere.
Gideceği yollarda
sağlamcıdır da asma;
ilerlemez rastgele.
Öyle sağlam bir kol atar ki
tutunacağı yere;
dolar sürgünlerini
sevgilinin boynuna
dolanır gibisine,
sımsıkı çözülmemecesine.
Devam eder biteviye
gideceği yere.
Hiç durmamacasına...
Hiç yorulmamacasına,
ulaşana kadar hedefine.

Olacaksan asma gibi
azimli ol evlat.
Bir dalı kesilirse;
daha gür çıkar
kesene inat.
Direnişçidir dedik ya?
Vazgeçmez hemen
kesildi diye bir kaç budak.
Kırsa da bir dalını hayat;
daha güçlenerek
bir dal daha uzat evlat.

Olacaksan asma gibi
verimli ol evlat.
lüzumsuz yük etmez
hiç bir şeyi varlığına asma.
Dalları gölgeliktir;
güneşin yakıcı sıcağında.
Her damağa tadı uyacak
yaprağı yemek...
Meyvesi ise her derda deva
tanrısal bir içecek.

Dokunduğu her şeyi
sarıp sarmalayan,
koşulları zorlayıp
yıllara meydan okuyan;
asma gibi dallı budaklı,
asma gibi bereketli
ve asma gibi
uzun ömürlü ol evlat.
N.DENİZ


gerçek

Güneşin yakıcı ışığı
vururken
odamdaki cama;...
bir yalancı bahar
yaşanmakta dışarıda.
Doğa yine yapıyor
yapacağını,
bize sunduğu
hep yanıltıcı bir algı.



Ateş böceği karanlıkta
gördüğü her ışığı,
nasıl güneş sanırsa hani?
Çölde susuz bedeviye
her ufuk çizgisi serapsa...
Ve gökyüzünün
kör karanlığında
parlayan her ışığı
sanarken biz yıldız;
alalade bir uçağın
karanlığı yırtan ışıkları
çıkarsa...
İnsanız ya
durmuyor aklımız
bir türlü başımızda.
Ya bedenimizden bağımsız
bir karış havada;
ya yanılgılar
gerçek sangılarımız.

Belki de artık;
yanılgılara son verip
aklı başa döndürmek,
yeşermeyecek çiçekleri
ümitsizce sulamak yerine
köklemek;
gerçek baharın habercisi
yeni çiçekler
ve yeni umutlar
ekmek gerek...
N.DENİZ


tenkit

Gördün mü?
sen bir salkım üzüme
bakarken hayran hayran
ha erdi ha erecek;...
bozuldu koca bir bağ.
Gözünü kırık bir tekere
çaresizce dikmişken
ha oldu ha olacak;
yürüdü gitti kervan.



Farkettin mi?
Birer birer
sayıp da sen günleri,
kovalarken mevsimleri;
biriktirdin saçlarında
karlarını kışların...
Bahar yeşiliyken
doğduğunda
taze yüreğin;
yazı bile es geçip
solgun güze hapsettin.
İpi asılır gibi,
zamanı hep çekerek
yıllarını
ömür sayacından,
tüm hızıyla tükettin.

Unuttun mu?
Gerçek yaşamın sırrı
ne elini uzattığın
ne de önüne baktığın
yerde değildi elbet...
Başını kaldırıp da
gözlerini diktiğin;
ve hayal edip
ufkunu genişlettiğin
uzaklıkta keramet...
N.DENİZ


yolculuk

Bir otursana yerine!!
Bir dur!!
Bir içine, bir dışına
sürekli seyahat halinde düşüncelerin.
Gittiğin yerde ne arıyor,
ne buluyorsun?
Belli değil...
Yok hiç bir şey belli ki oralarda;
boş gidip,
dolamadan dönmektesin.
Dolabilsen
her seferinde gider gelir misin?

İyi de ben dolmaya değil;
zaten var olanı
bulmaya gidiyorum.
Bazen gençliğim
bazen de çocukluğum,
okul sıralarında
o adını unuttuğum
çocuğa aşık olmuşluğum.
Kimi zaman
sıra sıra dizili
kütüphane duvarında,
kitapların arasında kaybolmuşluğum.
Daha olgunluğa
erişmemişken ruhum;
Kemalettin Tuğcu ile
göz yaşlarına boğulmuşluğum...
Her bir kitapta;
merhametle acımayı,
iyilğin fazileti,
bilginin güzelliğini bulmuşluğum.
Her inişte
miş ler ve mış lar arasında
yok olmuşluğum.

Bazen de sorularla yakınmışlığım;
''Başka yolu yok mu öğrenmenin
tecrübe etmeden?
Her tecrübe ya bir acı,
ya bir utanç hikayesi..
Bu kadar zor mu
insanın olgunluğa erişmesi?''
Derken,
cevaplar bulmuşluğum;
''Tecrübeler değildir
insana acı veren ve utandıran;
kullanamıyorsan aklını
alamıyorsan bir ders
asıl bundan utan.''

Sadece görünene
seyirci değil;
İflah olmaz bir madenciyim.
Yarım asırdır
içimde biriktirdiğim,
beni ben eden
beni bende şekillendirecek;
ne bulup çıkarırsam kardayım.
Fark yok hiç birimizde..
Her birimizin içerimizde
her gün yaptığını yapmaktayım.
N.DENİZ


çığlık

Duydunuz mu?
Bir ses geldi
komşunun evinden...
Önce kırılan bir dalın sesi sandım,
sonra kökleriyle yerden sökülen fidan,
belki de dalından kopan goncadan.
Anlayamadım...



Acı bir çığlık yükseldi ardından;
sanki bir insanın
içinden kopup giden can...
Belki bir anneydi haykıran,
belki babadan,
kardeşten, eşten, dosttan
derken
çığlık içime çöreklendi.
Yüreğine kor,
ocağına ateş düşmüştü belli..
Anladım acının
göklere yükselen alevinden;
besbelli bir evlattı giden...

Oğlumu anımsadım...
Kalbim sevgiyle coşarken
çığlık aklıma geldi;
evladımı sevmekten
ve anne olmaktan utandım...
N.DENİZ

27 Şubat 2020 İdlip'de şehit olan gençlerimizin anısına...


renkler

Doğa çiçeklerle süslenmiş;
almış göklerden gök kuşağını
yeryüzüne sermiş;
Güneş ışıklarıyla...
''Varsa içinde istediğin;
gel topla'' diye
bir de haber göndermiş.
Eee davete icabet
etmemek olmaz;
bugün açan çiçek
belki yarına kalmaz.



Ellerim uzanırken çiçeklere;
düşüncelerim de bilinçsizce
kayıyor renklerine...
Vazomun nasıl
ihtiyacı varsa içinde çiçeklere,
bedene hapsolan ruhun da
ihtiyacı var renklere.
Bir vazo gibiyse bedenimiz;
içini dolduran
renk renk çiçekler karakterimiz...

Bütün saflığı ve masumiyetiyle
beyaz bir gonca
girdi önce vazomuza...
özgürlüğün nefesini üfleyerek;
eşitlikle adaletin,
sabrın ve barışın
tohumlarını attı ruha.

Sarıyla zekayı ve aklı
kullanmayı öğrenirken;
coşkuyla neşeyi kattık yanına..
Yeşil nasıl
vazodaki çiçeklerin dayanağıysa;
akıl ve kalp arasındaki
denge ve uyumu
kazandırdı ruhumuza.

Sonra biraz mavi
toplamak gerekiyordu.
Çünkü;
verimli bir yaşamın sırrı
çalışmaktan ve
maviden geçiyordu .
Beyazın durgunluğunu
kırmızıyla hareketlendirip;
yaşama azmini,
direnmeyi
ve tutkuyu öğrendik.
Biraz aşk, biraz pervasızlık,
biraz da hırçınlıkla renklendik.

Eğer şanslıysak
Mor'a ulaşırız olgunlaştıkça...
Asalet ve zarafet
girer vazomuza.
Kalp ve aklı dengeleyip
yüksek bilince ulaşmayı,
gerçekçi
ve
ayakları yere basan
biri olmayı öğreniriz Mor'la.

Neyi eksik görürsek
onu ekleriz vazoya.
Ana renkleri bitirip de
başlarsak tonlarını aramaya;
işte o zaman diyebiliriz ki
vazo doldu da
başladı bile taşmaya.

Şöyle bir baktım
vazomdaki çiçeklere;
kimi eksik,
kimi gereğinden fazla.
Umutsuz değilim;
yeter ki olmayanı bileyim.
Yaşamda varım;
eksik kalanı,
zamanla tamamlarım.
N.DENİZ
çiçekler,renkler ve karakter


kazanç

Yine başladı yolculuk...
Bir yanım
kumlarla bir kucaklaşıp,
bir ayrılan deniz;...
bir yanım
hem adımlarıma
hem dalgalara
karşı koyan kumsal.
Kendimle yürüyorum;
denizin kumlar üzerinde
bıraktığı izde...

Görünüşe bakarsan
yalnızım;
oysa düşüncelerimde
iğne atsan
yere düşmeyecek
bir kalabalık.



Gözlerim yerde...
Bakışlarımın arayışı,
hayalimdeki
en güzel deniz kabuğunu
bulabilmekte...
Bir tarafım
boşuna diyor bu arayış;
çünkü deniz de
kendi izini sürmekte.
Belki onun da derdi;
ne verdiyse
geri alıp götürebilmekte...
Ne ben izlerden
uzaklaşmaktan yanayım;
ne deniz
izler üzerinde
gidip gelmeyi bırakmaktan.

Benim elim boş,
kafam dolu;
onun hem gelişi,
hem gidişi dolu...
Her defasında
bir parça bırakıp,
bir parça
toplayıp götürüyor
izinin üstünde...
Belki de en güzel kabuğu
en derininde saklıyor;
istediğimi ne onun
derininden bulup
çıkarabilmek mümkün;
ne kendi derinlerimdeki
düşünceleri
atıp kurtulabilmek.

Hızını alamayan bir dalga
sertçe vurunca kuma,
darbenin şiddetiyle
düşünceler düşüp suya;
başlıyor dalgayla
boğuşmaya.
Çekilirken deniz geri;
enginlerine alıp
vermediği niceleri gibi,
atıp içine götürüyor
kurtulası düşünceleri...

Artarak gideceğimi
düşünürken
deniz kabuklarıyla eve;
eksilen düşüncelerle
dönüyorum geriye.
Ne kutsal şeysin sen
diyorum denize;
alsan da
mutlu ediyorsun,
versen de...
Kim demiş kazanç
artmakla olur diye?
Aldıklarına o kadar da
sevinme!
Sen belki
kazançlısın arttın diye,
ben eksilince de
kazançlı çıkılacağını
anladım sayende..
N.DENİZ


ağırlık

Öyle koşar adım
gidiyorum ki hayatta;
önümü görmek için...
gözlerim hep yolda...
ben mi
yaşamın içinden
geçip gidiyorum,
yoksa sürükleyip mi
götürüyor beni
habersizim...



Yavaşlatayım diyorum
beni önüme bakmaya
mahkum eden
adımları,
hız kesiyorum
durdum duracağım;
bu kez de yanımdan
hızla akıp geçiyor yaşam,
yine tutamıyor
ve bakakalıyorum
ardından...

Yok mudur
bunun ortası diye
sorgularken kendimi;
bir derenin kıyısında
buluyorum düşüncelerimi.
İçine aldığını sürükleyip
götürürken dere;
yalayıp geçiyor
kıyısına kök salmış
öylece bekleyenleri...

Bir düşüncedir
alıyor beni...
Derenin içinde
olmak mı iyi,
yoksa kenarında durup;
dokunup geçmesi mi?
Çık işin içinden
çıkabilirsen şimdi...

Yok diyorum.
Elbette
derenin içinde
sürüklenip gitmek iyi.
Kenarındakiler bakarken
derenin
akıp gidişine şimdi;
içindekiler
daha büyük bir nehre
akacaklar coşkulu
bir çağlayan gibi.
Belki oradan da
kavuşacaklar ummana
ve bir şeylere tutunup
yaşamak yerine;
kendi ağırlıkları kadar
yer tutacaklar.

İşe yaramaz
bir bitki gibi,
bir kenara tutunup
hissederek
yalancı bir mutluluk;
hayatı izlememeli...
Haydi diyorum
kıpırda
ve yaşamın içinde
kendi ağırlığını
bul şimdi.
N.DENİZ


duvar saati

Bir haller oldu odamdaki saate...
Ya beslendiği enerji köreldi;
ya da kendisine dayatılan
göreve isyan etti.
Unuttu titizlikle uyması gereken
zamanın düzenini
ve durmak yerine olduğu yerde;
kendi halinde takılmayı
tercih etti belli ki...
Haftalar geçti alıştırdı beni de
kendi boşvermişliğine...
Ne onun zamanı doğru ölçme gibi
bir derdi var;
ne de benim
zamana uyma kaygım.
Ne ben onu düzeltme
derdindeyim;
ne o beni zamanın
içinde tutma telaşında.


Hangi zaman diliminde
gidip geliyor;
işte orası muamma.
Kimi zaman
saatler üçü gösterirken
o yedide ısrarda.
Kimi zaman saatler yediyken
o dördü zorlamakta.
Zaman dilimine karar vermek de
bana kalıyor...
Üstelik ne dönme hızı sabit,
ne de aynı tempoda;
bir gün gerçek bildiğimiz zamanla
bir saate düşerken mesafe,
tam aradaki farkı
kapattı kapatıyor derken;
başka gün beş saat açmış arayı
gittikçe uzaklaşıyor.



Onun düzene baş kaldırısı
beni de sürüklüyor arada.
Yorgunsam günün belli saatinde;
gözüm duvarımdaki
asi saatime kayıyor istemsizce.
Gün saatin kaçında
ne onun ne de benim umrumda.
Ölçüm onun ölçüsüne uyuyor
işime geldiğince...
Gün gecenin bir vaktine gelmişse
ve saatim beşi gösteriyorsa kendince,
gönlüm çalışmaktan yanaysa
bütün hevesiyle;
diyorum saat sabah beş
''gün yeni başlıyor haydi iş başına''
Gün sabahı yeni aşmışsa daha
ve üzerimdeki tembellik
beni paydosa zorluyorsa;
onun gösterdiği beş
can kurtarıcı oluyor miskin bedenime.
Ohooo diyorum
gün neredeyse akşama kavuşmuş,
istirahat etme vakti
gelmiş de geçiyor bile...


Hem zaman dediğimiz nedir ki?
Bize dayatılan,
arasına sıkıştırıldığımız
çelikten bir mengene...
Zamana hizmet etmek değil
direnmek gerek gerektiğinde...
Evrenin saatini kontrole
yetmiyorsa gücümüz;
kendi saatimizi
kontrol etmek gerek belki de...
Duvarımdaki saat
baş kaldırabiliyorsa
kendine dayatılan zamana;
asi bir inatla dönebiliyorsa
dilediği hızda ve tempoda,
ben neden uymalıyım
beni kontrol eden zamana?
Üstelik durmak yerine
direniyorsa hala kendi bildiğinde
ve tükenen enerjisine rağmen
dönüp duruyorsa kendi ekseninde;
ben neden durmalıyım?
Öyle bir bağ gelişti ki
zaman içinde aramızda;
o ısrar ediyor saat on artık uykuya diye,
ben direniyorum
gün yeni başlıyor nedir bu acele?

Zamanı doğrulamak
zorunluluk olursa arada;
önce onun gösterdiği zamana,
sonra telefonumdaki
evrenin dayattığı saate bakıyorum
ve şöyle diyorum saatime;
iki seçenek tek seçenekten
her zaman evla.
Yaşam hep
iki seçenekten ibaretken,
neden zamanı
tek seçenekte tutmak için
bu anlamsız gayret?
iki seçenekli bir zamanda
mutluluğu gösteren
saat hangisiyse;
doğruyu gösteren saatimiz
o olmalı elbet.
N.DENİZ

hiçlik

Kayboldum...
Öyle bir derindeki
düşüncelerim;
bir bedene bile ait değilim
ve başkalarının düşüncelerinde
varolmuş gibiyim.
Başkası görürken beni;
ben orada değilim.
Ve bilmiyorum hangi şekilde
hangi bedendeyim.
Hangi elbisem var üzerimde?
Hangi toka tutturulmuş
saçlarım uçuşmasın diye?
Hatta bir bedenim var mı,
sadece düşüncelerim mi
hayallerdeki;
farkında değilim

Öylesine ben
benden uzakta
bir yerlerdeyim ki;
orada tanıdık biri var mı
ve kiminle sohbetteyim?
Kime gülümseyerek
bakıyor gözlerim?
Kimi dinliyor, kime üzülüyor
merhametli yüreğim;
bi haberim.

Konuşabiliyor muyum?
Duyuyor muyum rüzgarın sesini?
Denizin fısıltısı
geliyor mu kulaklarıma?
Ve ben deniz nasıl bir şeydir
biliyor muyum;
emin değilim.
Düşünebiliyor muyum?
Toprağın derinlerine
iniyor mu köklerim?
Yoksa
gökyüzüne uzanan,
ulu bir çınarın gölgesi gibi miyim
güneş ışıklarıyla var olan;
habersizim.

Belki de yokum.
Hiç var olmadım.
Belki birinin boş zamanında
oyalamak için zihnini,
hazırladığı bir problemim.
Belki de yalnızlık içindeki
bir başkasının eseriyim.
Yalnızlığını paylaşmak için
kafasında yarattığı
kalabalıktan biriyim.
Bir sohbet tutturdum
kalabalıkla gülüp
eğlenmekteyim.
Yalnızlığıyla vedalaşıp,
uykusu geldiğinde;
herkes gibi ben de
hayallerinden uçup gideceğim.
N. DENİZ


karanlık

Saat gündüzdeydi fakat;
zaman gecenin
koyu karanlığına
takılıp kalmış...
Saate baksan;
güneş olmalıydı
gökyüzünde aslında...
Ama zaman
geceyi gösteriyordu inatla.
Saat kaç olursa olsun,
hep geceydi işte;
ve gece kalacaktı
şu andan sonra.



Koşacak oldu;
sonsuz karanlıkta
nereye koşacaktı?
Kıstı gözlerini
geceyi delmek istercesine
baktı ileriye.
Sanki uzaklarda
bir ışık huzmesi mi vardı?
Kararsızlıkla attı adımını,
''Dur'' dedi
arkasından gelen ses;
koşma o tarafa.
Ne istiyorsan bana söyle.
Baktı boş gözlerle
sesin geldiği yöne;
gerçi anlamlı baksa
görünecek miydi ki
bu ölümcül gecede?

''Söyle'' dedi ses ısrarla;
ışık mı istediğin?
Yıldızları indireyim
gözlerine;
gün karanlıkta olsa da
senin ışığın hiç
sönmesin.
İstersen ayı sereyim
yere; adımların hep
ışıklar üzerinde ilerlesin.
Yoksa ışığın yanında
ısı mı istediğin?
Güneşi getireyim!!
İste, yeter ki iste!

Boş gözleri
hüzünlü bir çaresizlik
doldurdu.
Haykırdı hıçkırarak:
''Anne ne olur ölme!!!''
Fısıldadı sessizce
ölmesini istemiyorum diye...
Bana annemi
getirebilir misin?
Ve annemin
öldürülmeyeceği
bir dünya verir misin?
dedi karanlıktaki sese
Sustu ses...
Zaten ne konuşacaktı?
Sadece sesten
ibaret olmasa,
kan dolaşsa
damarlarında;
dondu donacaktı.

Düşündü...
Vadettiği güneşi verse;
karanlığıyla
tüm kötülükleri besleyen,
gecesi de olan
bir dünyada;
her gün doğup;
ısısı ve ışığıyla
gece kaybolan güneşin
kucağında uyutup,
ısıtamadıktan sonra
ne faydası olacaktı?
Hep geceydi işte;
gece kalacaktı.
Ne zaman nereden
hangi kötülüğün çıkacağı
belli olmayan.
Adaletin
terk ettiği yerde
her şey siyah beyazdı;
yaşam da, ölüm de...
N. DENİZ

Kocası tarafından 19 Ağustos 2018 de katledilen Emine Bulut anısına...

emine bulut


tanrılar ve yanılsama














Toprağın altında
gömülü bir kozaydı;
yıllardır derin bir
uykudaydı.
Vakti zamanı geldi;
uykusundan uyandı.
Başını merakla
yeryüzüne çıkardı.
Gecenin örtüsünü
üzerine geçiren dünya,
şansına
kör karanlıktı.

Bakışları
yüksek göklere kaydı;
yukarıda
ışıltılı cisimlerin süslediği
parlak bir örtü vardı.
Kimi göz kırpan,
kimi kayan
etrafa ışık yayan
parıltısına yıldızların
hayran kaldı.

Uzandı yükseklere
eline geldi en parlağı.
Dışı bu kadar ışıltılıysa;
içinde onu ateşleyen
kim bilir
ne cevher vardı.
Ovaladı avucundaki yıldızı;
üstteki cila kalkıp,
içteki cevheri
iyice parlasındı.

Döküldü üstteki ışıltılar
birer birer kayarak,
yerine koyu bir
karanlık bırakarak.
Şaşırdı küçük tırtıl
elindeki yıldıza bakarak.
Demek ki
dünyadaki her şey
göründüğü kadardı.
Yıldız göklerde parlak;
taş yerinde ağırdı.

Dünyaya çıkmanın
yorgunluğuyla
silkindi esneyerek;
yumuk gözleri
yavaşça açıldı gülümseyerek .
Şaşkınlıkla şöyle bir
etrafına bakındı;
düşündüklerinin hepsi
derin bir yanılsamaydı.
N.DENİZ


yavrucuğum sen misin?



MİNNET VE ÖZLEM
Derdimi yok, tasamı ırak eden
rüzgar mısın, yel misin?
Umut gibi damla damla düşen üstüme
yağmur musun, çiy misin?

öfkeyle akan dereyi ıslah eden;
gurur bendini yıkıp geçen sel misin?
Bedenimde tırnak mısın, et misin;
yoksa ciğerimi dolduran nefes misin?

Ummana coşkuyla koşan nehirler gibi;
kalbimin özlemle aktığı Denizim misin?
Her mevsim gözlerimde açan çiçek
yavrucuğum sen misin?
N.DENİZ

girdap

girdap















Uzandı
kor alevden testiye;
kurumuş ağzı,
çatlamış dudakları
nihayet ıslanacaktı.
Hey zavallı!
Uzandığın testi
içi kor, dışı alev;
bir damla
 su bulsa,
zaten kendi ateşini
söndürecekti.
Düşünemedi
yandı testiye değen eli;
içmekten vazgeçti.
Yanan elinin ateşini
serinletecek bir şey arandı.
Yakınında gördüğü,
dikenli yaprakların
çevrelediği yeşil bir daldı.
Dikene aldırmadı kavradı.
Yeter ki
elinin ateşini alsındı.
Heyhat!
Yanan el
soğusa ne olacak?
Batan dikenlerin acısı,
kanayan yarası
canından can ayırdı.
Diz çöktü yere,
avuçladı toprağı;
elinin kanı
toprakla yıkansındı.
Unuttu
kanın ne yapışkan,
ne menem bir şey olduğunu.
Yıkansa iyi;
avuçlarında
kanlı bir çamur kaldı.
Ne susuzluk, ne acı;
avuçlarındaki çamuru
temizlemekti artık 
tek amacı.
Ateşten testiye
yöneldi geri.
Avuçladı kor alevi;
ellerini kurutsun;
temizlesindi.
Ateşin gücüyle;
pişen topraktan
taşa dönen çamurlar,
sıyrıldı geldi.
Artık elinde
dikeni ezecek
bir taşı vardı.
Şimdi o acımasız
diken düşünsündü.
Vurdu elindekini
dikenin beline;
yeni filiz veren diken
gövdesinde biriktirdiği
can suyu ile
kıvrıldı indi yere.
Kopan dalın ucunu
götürdü kuru dudaklara;
gülümsedi
dikenli yapraklara.
Umudun nerede
olduğu,
çarenin nereden
geleceği
hiç belli değildi.
Doğruldu;
sanki bir şeyleri
eksikti.
Eğildi baktı bedenine;
yeşil yapraklı diken
kendisiydi.
Uyandı
kabus sona erdi.
Ve anladı;
aslında insan için,
kendi sınırlarını
zorlamak gerekliydi.
N. DENİZ


erkekler vardır

Erkekler vardır
aynı takımın atleti misali,
yanı başınızda koşar sizinle.
Tökezleseniz bir eli dirseğinizde,
yavaşlasanız itici bir güç gibi
nefesi nefesinizde.
Güven içinde koşarsınız
koca bir ömür süren binlerce metreyi
sanki bir saniyede...

Erkekler vardır
iki ayrı  takımın atleti misali;
hızınızı artırsanız
nefesi ensenizde,
geçseniz hata  kaza bir kaç metre;
çelmesi ayak bileğinizde.
Düşseniz; hız verir
hızınızın kesilmesi kendisine.
Kısa bir zaman dilimindeki yüz metre,
asırlar  sürer benliğinizde...

Erkekler vardır
şöyle yaslanırsınız göğsüne
gelmişinizi, geçmişinizi,
gelecek kaygınızı unutturur.
Coşkuyla akan bir ırmak
nasıl önüne geleni sürüklerse;
öylesine dertlerinizi alır
uzaklaştırır sizden olabildiğince...
Sanki dün doğmuşçasına,
uykudan yeni uyanmışçasına
huzur bulursunuz yanında

Erkekler vardır
şöyle yaslanırsınız göğsüne
gelmişinizin, geçmişinizin
huzurunuzun canına okur.
Oturtur kendisini dünyanın merkezine;
hoyrattır olabildiğince çevresine.
Ekşi bir dağ eriği misali,
kekre bir tat bırakır girdiği yaşamın içine;
ne dalında  olgunlaşır zaman içinde,
ne de sallasanız da düşer yere.
Pişman eder dünyaya geldiğinize
ömrü tüketip bitirir.

Erkekler vardır
sararsınız göğsünüzde;
sevginiz olgunlaştırır onu
tavında dövülen demir gibi.
İlerler ilerleyebildiğince güvenle
el verir yol arkadaşına
onu da taşır kendisiyle birlikte.
Kocadır, babadır, dosttur, yoldaştır...
Erkeğe bu vasıfları;
sevdiği ve seven kadın kazandırır.

Erkekler vardır
sararsınız göğsünüzde;
ilgiyi sevgiyi gördükçe,
yaşı küçüldükçe küçülür.
Bir bakarsınız siz yaşlı bir anne,
o küçük  bir oğlan çocuğu olarak
kalıvermiş elinizde.
Büyütmek için uğraşmak nafile...
Hayat mücadelesini
iki kişilik vermek kalır size...

Erkekler vardır
sevdiklerini oturtur
dünyasının  merkezine;
bilir ki onların mutluluğuyla
dünyası dengede.
Ne sarsılır şiddetli fırtınalarda,
ne yörüngeden çıkar en ufak aksilikte.
Yolu kesişen için büyük şanstır;
milyonda bir erkekte belki rastlanır...
N. DENİZ


bir köyüm olsa



köy
                                                                Köyde Yaşam (Ressam Mehmet Pesen)

Bir köyüm olsa;
tesadüfen orada doğduğum için değil;
o köyde yaşamayı
kendim seçtiğim için benim diyeceğim...
Bir köyüm olsa
şöyle sokaklarında karşılaştığımda,
yüzünde kocaman gülümsemeyle bana
''Günaydın'' ya da ''İyi akşamlar''
diyen insanların dolaştığı.
Ve herkes isim isim seslense
selamlarken birbirini dostlukla;
hiç yabancı görmese
her gün bin bir çeşit insan görmekten
yorgun düşen gözlerim.
Kapısından geçerken
kahve kokusu duyduğumda
kapısını çalıp fincanına;
kadeh çınlaması duyunca
girip kadehine ortak olsam komşuların... 

Kocaman bir bahçesi olsa mesela köyün; 
toplasak meyve sebzeleri eş dost bütün köylü,
köyün mahzenini doldursak
kırk kişinin ezdiği üzümlerin şırasıyla,
Onlarca kişi reçel kaynatsak
bahçemizde yetiştirdiğimiz meyvelerden;
yağımızı çıkartsak bereketli zeytin tanelerinden...
Fırında ekmeğimizi pişirmek için toplansak mesela
ve bölüşsek ilk çıkan sıcacık ekmeği...
Siyaset nedir bilmese köy halkı;
din, dil, mezhep ne demek bir haber olsa...
Soyumuz kapı numarası,
işimiz bahçe sırası,
kültürümüz insanca yaşamak olsa sevgiyle...
Başımız ağrıdığında bir ağrı kesici için eczane;
çalacağımız en yakınımızdaki kapı,
ekmeğimiz bittiğinde market;
bir ses uzaklığımızdaki komşumuz olsa...

Kadehimi her havaya kaldırdığımda aynı anda;
üç kadeh, beş kadeh
yirmi beş kadeh uzansa yukarıya
sevgiye ve sağlığa kalkan...
Dolabımda köyümde yetişen sebze,
masamda köyümün bahçesinden meyve,
kadehimde köylülerimle yaptığım şarabım olsa.
Bir enstrüman sesi duyduğum kapıya
yüklensem hiç teklifsizce,
şarkı söyleyenin ses versem sesine...
Bahçemde çayıma bir dilim kek eşlik ederken,
bir kaç komşu yetişse
paylaşsa tabağımdakini iki satır sohbetle;
muhabbetin demi çayın demini geçse kat kat...

Köylümün köylümden tek beklentisi
paylaşmak olsa; mutluluğu, dostluğu,
bir dal meyveyi, bir dilim ekmeği,
bir bardak çayı, bir kadeh şarabı, kederi ve neşeyi...
Tek dünyalığımız
paylaştıkça büyüyen mutluluğumuz olsa..
Adı keyif olsa, keşif olsa, kültür olsa,
kardeşlik olsa köyümün.
Ve yıllar sonra köye gelenlere
şöyle anlatsa köyü gezdirenlerden biri;
''Bu köyü kuranlar,
mutlu olma çabasındaki ebedi öğrencilerdi;
dinleri vicdan; soyları insandı.''
N.DENİZ






anaya ağıt


Tabiat ana her bahar;
ağaçları giydirdiği bembeyaz gelinlikle,
toprağı yemyeşil örtüsüyle kaplar;
gözlerimiz neşeli bir gülüşle baharı karşılardı..
Hep öyle olacak sanırdım...
Hep orada kalacak...

Heyhat!!!
Bu bahar..İşte bu bahar;
toprağın örtüsü başka bir yeşil,
ağaçların giydiği başka bir beyazdı.
Ne bereketli toprak var şimdi, ne verimli ağaç.
Bakışlarımızda sadece keder kaldı...







AĞIT
Acıları tek başına çekerdin
Her derdini içerinde güderdin
Kapısı kilitsiz, penceresi kırık bir evdin
Yağmur girdi dolu girdi ses vermedin ey anam

Ahlak dedin erdem dedin ar dedin
Ana baba kardeş için dost idin
Ateşten gömlekti onca çocuk sırtında
Yandın gittin kor alevde ey anam

Yaslandığım dağdın işte yıkıldın
Yüreğime serpilecek suydun işte döküldün
Karanlıkta fenerim, hem pirim hem de rehberimdin
Tutunduğum dallarını kırıp gittin ey anam

İşte bahar bazen de böyledir Mart gelir;
çiçeği vuran dolu gibi erkenden babayı alır...
Nisan kırlardaki çiçek kokulu anayı
Mayısa da yaslarını tutmak kalır.
N.DENİZ