Elmalı Antalya'nın ilginç bir ilçesi. Yolları taşlarla örülmüş daracık sokakları, bir bölümü restore edilmiş eski ahşap evleri, küçük dükkanların yan yana sıralandığı çarşısı, yıllara meydan okuyan asırlık çınarları, sakin ve huzurlu havasıyla diğer ilçelerinden oldukça farklı.
Hemen hemen herkeste ismi ''define'' kelimesini çağrıştıran, 1984 yılında bir defineci tarafından bulunan, İstanbul'dan İsviçreye, İsviçre'den Amerika'ya kaçırılıp, oradan da uzun uğraşlarla tekrar ülkemize kazandırılan yüzyılın en değerli hazinesi kabul edilen Elmalı Hazinesiyle zihnimize kazınmış bir kent Elmalı.
Perslerin Anadolu'dan sonra Yunanistan'ı da işgali sonucunda, Anadolu ve Yunanistan'daki kent devletleri Atina önderliğinde M.Ö 477 yılında bir birlik oluştururlar. Attik Delos Birliği ismi verilen bu oluşumun merkezi ve kasasının olduğu yer Delos Adasıdır. Perslere karşı kazanılan zaferler sonrasında Perikles'in birliğin kasasını Delos'tan Atina'ya taşıması ve paraları Atina şehrinin çıkarları için kullanması, birlik devletleri arasında hoşnutsuzluğa ve kopmalara sebep olur. En sonunda da Atina ile Sparta arasında M.Ö 431 yılında başlayıp 404 yılında biten meşhur Peloponez Savaşıyla da birlik tamamen dağılır.
Elmalı Hazinesi
Elmalı'da bulunan definede yer alan sikkelerin, bu birliğe üye devletlerin sikkelerinden oluşması nedeniyle, birliğin hazinesi olabileceği düşüncesi hakim. Çoğunluğu Likya kentleri olmak üzere, Efes, Milet, Samos, Rodos, gibi Anadolu kentleri yanında Atina, Abdera, Thasos gibi Yunan kentlerinin sikkelerinden oluşan bu hazine bazı özel basım (dekadrahmi) sikkeleri de içinde barındırması nedeniyle paha biçilemez değerdedir.
Birliğe ait hazinenin Delos, Atina veya daha yakınlarda bir yerlerde ortaya çıkmak yerine Anadolu'nun birlik üyeleri içinde neredeyse en uzak köşesinde, Likya'nın bir ucunda, Elmalı yakınlarında bulunması ise bana her zaman ilginç gelmiştir
Elmalı ve çevresi neolitik çağdan itibaren kesintisiz yerleşim gören bir coğrafyada yer alıyor. Hal böyle olunca; eski çağlardan antik çağa, Anadolu Selçuklularından Osmanlıya kadar her dönemden esere rastlamak mümkün. Bu çeşitlilik arkeoloji müzesine de yansıdığı için, küçük bir ilçe müzesine göre oldukça zengin bir müzeye sahip. Hızlıca bir göz atıp çıkayım diyerek girdiğim müzeden hızlı bir turla ancak bir saatte çıkabildim ben de bu durumda.
Ketenci Ömer Paşa Camii
Korkuteli'nde ve ben müzeyi gezerken; Elmalı'da yapması gereken işlerini bitiren arkadaşımla Elmalı'da hızlı bir tur yapalım diyerek, 1610 yılında Ömer Paşa tarafından yaptırılan Antalya'nın en büyük camisi olma özelliğini de taşıyan Ketenci Ömer Paşa Camii ve külliyesini gezerek başladık turumuza. İyi durumda olan cami ve şadırvanın yanında, restorasyon çalışması devam eden medreseye dışarıdan bakabildik sadece. Caminin döneminin özelliklerini yansıtan mimarisi ve özellikle pencerelerin üzerlerini süsleyen çini işlemeleri göz alıcı güzellikteydi.
İnsan eliyle yapılmış zamanla yıllara yenik düşmüş medreseye inat, caminin bahçesinde heybetle yükselen, fidesinin Saraybosna'dan getirildiği rivayet edilen çınar ağacının korumaya alınmış gövdesini ve neredeyse tüm bahçeyi kaplayan dallarını hayranlıkla izleyip, hemen yolun karşısında restore edilmiş Eski Elmalı Evleri'nin sıralandığı sokağın girişindeki Selçuklu dönemi Kesik Minare'ye doğru yöneldik. Minareye dair küçük bir bilgilendirme yazısına rastlar mıyız düşüncesiyle şöyle bir etrafında dolandık ama ne mümkün. İki satır bilgilendirme yazısını çok görmüşler belli ki deyip, eski evlerin olduğu sokağı adımlamaya başladık.
Eski Elmalı Evleri
İçlerinde yaşamın devam ettiği, dışına dokunmadan iç mekanlarının düzenlenebildiği ahşap evlerden birinden çıkan yaşlı beyle yaptığımız kısa sohbetin bizi götürdüğü nokta ise;''dışı sizi, içi bizi yakar'' deyimi, ya da bizim ilgi ve hayranlığımız ile onun yaşadığı evden bıkkınlığı arasındaki tezattı.
Kent meydanında tabelalarda gördüğümüz Sinan-ı Ümmi Türbesi, İskender Yolu ve Zincirli Kaya'nın bulunduğumuz noktadan araçla beş dakikalık bir mesafede olduğunu öğrenince kararımızı verip yola koyulduk. Yer çekimine meydan okuyan dar ve dik sokaklarda arada bir görünen türbe levhasını takip ederek türbeye ulaştık lakin bundan sonrası tam bir kabustu. Zira her köşeye türbe levhasını asan yönetim oradan sonra İskender Yolu veya Zincirli Kaya'ya dair, zahmet edip bir tek tabela asma gereği görmemiş. Esnafın türbeyi devam edin dediği noktada. üç ayrı tepeye doğru yönelen yollardan göz kararı birine yöneldik ve işte bundan sonra Elmalı benim zihnime bakın nasıl kazındı?
Hiç başka bir evrenden gelmiş, dağların ortasına boşluktan öylece inivermiş,kollarını dağların yamaçlarına, bacaklarını sonsuzluğa ilerlercesine ovaya doğru uzatmış gibi duran bir yerde bulundunuz mu? Peki ya kendinizi birinin sabrını denemek için kullanılıyormuş gibi hissettiğiniz oldu mu?
Ben bu duyguyu Elmalı'da yaşadım. Etrafını saran yüksek dağlara sırtını dayamış kentin bittiği yerde, aynı sessizlikle uzayan ovayı izledim. Harikaydı..Belki bu manzarayı izlemeden önce sevgili arkadaşım Süheyla ile onun kullandığı arabada yaşadıklarım böyle hissetmeme veya kenti bu gözle görmeme neden oldu; belki de Antalya'nın doğal iklim ve bitki örtüsünden birden uzaklaşıp farklı bir atmosfere girmem... Neden her ne olursa olsun, Elmalı'nın beni çok farklı etkilediği bir gerçek.
Zaten türbeye kadar, daracık dik yollarda sinirleri tef gibi gerilen ben, İskender Yolunun türbeye yakın olduğunu söyleyen esnafın sözlerini aracı kullanan arkadaşıma anımsatıp, arabayı türbenin önüne park edip, yürüyerek ilerlemeyi teklif ediyorum ama, Süheyla duymazdan geliyor beni. İşlerimiz nedeniyle doğaya göre değil, uğradığımız resmi kuruma uygun kıyafetlerimize şöyle bir bakıp ısrarcı olamıyorum tabii ben de.
Sinan-ı Ümmi Türbesi
Süheyla direksiyonu gözüne kestirdiği ilk tepeye doğru çevirip kıvrımlı yolda yükselmeye başlayınca oturduğum koltuğa yapışmak ne demek; geçiyorum neredeyse. Issız tepenin eteğine yaslanmış uzayıp giden yolda bir ara adrenalinim tavan yapıyor ve Süheyla'ya yalvarırken buluyorum kendimi: ''Lütfen Süheyla geri dön ben vazgeçtim!''
Lisenin ilk yıllarında başlayıp yıllardır devam eden, neredeyse çocukluk arkadaşım diyebileceğim Süheyla'yı mümkün mü vaz geçirmek? Kararlı..İnatçı ve aklına koyduğunu yapan.
Benim yalvarmalarıma daha fazla dayanamayıp daracık dağ yolunda usta şoförlüğünü konuşturup bir U dönüşü yapıyor ama benim yüreğim o ara yerinde değil... Artık nereye gitti, nerede atıyor bilmiyorum... Ve hatta ben arabada bile değilim:)) Aracı döndürdükten sonra arabaya bindiriyor beni Süheyla ki; ben olsam, beni oracıkta bırakır giderdim kesin:))
Türbenin önüne doğru inişe geçtiğimizde, diğer yola üç aracın peş peşe gittiğini görüyoruz. Bunu görünce Süheyla, bu kez de, deh ediyor diğer tepeye... İtirazlarıma makul bir açıklaması var. ''Bu insanlar dağın başına neden gitsin ki? Demek aradığımız yol orası''
Önümüzde ilerleyen üç aracın peşinde bu kez diğer tepeye kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Tam Zincirli Kaya olduğunu düşündüğümüz tepenin eteklerinde araçlar park etmeye başlıyor ki ne görelim? Bizim gezgin diye peşine takıldığımız araçlar bir şantiyenin kenarına ulaşmış. ''Allahın dağında bir değil üç araba birden o anı mı buldunuz lüks araçlarla şantiyeye çıkacak?'' diye söylenip çaresiz orada çalışanlara soruyoruz Zincirli Kaya ve İskender Yolunu. Kayanın ters tarafına geldiğimizi, türbenin önünden sola dönmemizi söylüyorlar çalışanlar.
Bir tabela koymayı akıl edemeyenlere söylenerek tekrar inişe geçiyoruz. Ve işte o anda görüyorum Elmalı'nın muhteşem manzarasını. Sanki Süheyla'ya son yarım saati zehir eden, araçtan neredeyse kendimi dışarıya atacak gibi yapan, yirmi yıla yakın zamandır araba kullandığı halde; sanki hayatında hiç arabaya binmemiş, dik yokuşlara, dağlara arabayla tırmanmamış gibi davranan ben değilmişim gibi utanmazca yalvarıyorum Süheyla'ya ''Lütfen iki dakika şuracıkta duruver'' Sevgili Süheyla ne hikmetse bu kez beni dinleyip yavaşlıyor ve zevkle etrafı izlememe izin veriyor:)
Başlangıç noktamız olan Sinan-ı Ümmi türbesinin önüne 3.kez geldiğimizde, benim arabayı orada bırakmamız yönündeki ısrarlarım karşısında, Süheyla benimle olan sabrının imtihanını başarıyla tamamlayıp, arabayı kenara park ediyor. Bağı çözülen dizlerimin hala hareket kabiliyetini kaybetmediğini görüp mutlulukla adımlıyorum caddeyi. Türbenin karşısında evin balkonunda oturan yaşlı çifte yolu sorup; bu kez işi sağlama alıyoruz. Yaşlı teyze yolu bize gösterip arabayla yolun sonuna kadar gidebileceğimizi söylüyor ama ben koşar adım ilerlemeye başlıyorum bile.
Bu yol, İskender'in Anadolu'nun batısını ele geçirdikten sonra, Likya bölgesinden Psidya'ya ordusunu geçirmek için kullandığı güzergahta kalıyor. İskender'in ordularını bu bölgedeki geçitlerden geçirerek ilerlediğini düşündüğümüz yoldan Zincirli Kaya'ya doğru yürürken, Süheyla'nın eteğinin mi, yoksa benim yüksek ökçeli terliklerin mi daha komik olduğuna karar veremeyip eğleniyoruz.
Süheyla İskender Yolu'nda :)
Kayanın eteklerine varıp ulu çınarı görünce ne dağı gözüm görüyor ne de eteklerindeki türbeyi, şaşkınlıkla bakakalıyorum. Çınarın gövdesinden akan su mu daha hayret verici, yoksa yanındaki kayayla yarışırcasına gökyüzüne uzanan dalları mı kararsız kalıyorum.
Elmalı türbeleri ve ulu çınarlarıyla kazınıyor zihnime. Bazen asırlara meydan okumuş ağaçları görmenin, tarihi bir yeri görmekten çok daha fazla etkilediği zamanlar olur beni. Asırlık çınarın yanında durmuş gökyüzüne yakın uçlarına bakarken, yüksek bir dağın doruklarına bakar gibi hissediyorum kendimi.
Kelebeklerin güzelliklerini ve oradan oraya uçup doğanın içinde hiç ölmeyecekmiş gibi keşfe çıkmış hallerini hayranlıkla izlerken; bu güzelliğin kısacık bir ömre sığdığını bilmek şefkatli bir hüzünle doldurur içimizi. Asırlık ağaçların yanında kelebekler gibi olduğumuzu hissederim hep. Onun zamana meydan okuyan upuzun yaşamı içinde, kısacık yaşamımızla bizler de, bizim gözümüzdeki kelebekten pek de farklı değiliz belki onun bakışlarında. Ulu bedeninden dökülen suya kanmaya çalışan ve hayranlıkla dağların ortasındaki bu mistik kenti izleyen bize bakıp, şöyle düşünüyor belki asırlık çınar; ''İşte doğayı keşfetmeye çalışan iki kelebek daha''
Gövdesinden Su Dağıtan Asırlık Çınar
Elmalı'yı gerimizde bırakıp yol alırken, Süheyla'ya yaptığım sabır testine (!) son verip, araçta sessizliğe ve düşüncelerime gömülüyorum. Elmalı'nın beni çok etkileyen, kendine has mistik bir havası var. Belki bunun etkisiyle kendi içime ve arkadaşıma yoğunlaşıyorum.
Hani şanslıysanız yaşam size bir dost hediye eder; kendinizi yanında bazen çocuk, bazen olgun hissettiğiniz, her halinizin sorgulanmadan ve iyi niyetle kabul göreceğine inandığınız ve yanında dilediğinizce şımarabildiğiniz... Koşulsuz bir sevgi ve bağlılık görüp, aynı şekilde karşılık verdiğiniz... Hayatınızda olduğu için ve yaşamında size bir yer açtığı için minnet duyduğunuz... Uzun yıllardır hatırlamayı unuttuğum bu dostumu tekrar anımsatıyor bu garip kent bana ve teşekkür ediyorum; Süheyla'ya...Arkadaşım olduğu için...Dostum olduğu için...Ve Elmalı'ya, bana bunları tekrar hatırlattığı için.
Elmalı'nın her köşesi insan eliyle geçmişi günümüze taşıyan eserlerle tarihi bir kent görüntüsü vermesine rağmen; benim burada gördüğüm tarih, doğada yatıyor. Garip bir şekilde kentin asırlık ağaçları, etrafındaki yalçın kayalıkları yüzyılları burada tüm canlılığıyla hissettirip, belki içinde üç adet türbe ile, Hamdi Yazır gibi bir din alimi ve Ümmi Sinan gibi bir mutasavvıfı yetiştirmiş olmasının etkisiyle kente mistik bir hava da katıyor.
Elmalı görülesi bir kent kesinlikle, insanın hem gözlerine, hem iç dünyasına etki ediyor çünkü. Yolunuz düşerse o tarafa; yükseklere çıkmalı ve yükseklerden bakmalısınız bu mistik kente mutlaka...Tabi aracınızı arkanızda bırakıp, yürüyüş ayakkabınızı yanınıza alarak :)
Elmalı'dan bir kaç kare;
Elmalı Semahöyük Küp mezarlar(Pithos) M.Ö 2500-2000 Elmalı Müzesi
Ketenci Ömer Paşa Camii 1610
Kesik Minare (selçuklu Dönemi)
Bakmayın şu an kesik değil tam görünmesine. Şerefesi 1902 yılında gördüğü tadilatta yapılmış.
Elmalı Çarşısı
Rahatlayabilmek İçin Umudunu Suya Bağlayan Süheyla:)
Hemen hemen herkeste ismi ''define'' kelimesini çağrıştıran, 1984 yılında bir defineci tarafından bulunan, İstanbul'dan İsviçreye, İsviçre'den Amerika'ya kaçırılıp, oradan da uzun uğraşlarla tekrar ülkemize kazandırılan yüzyılın en değerli hazinesi kabul edilen Elmalı Hazinesiyle zihnimize kazınmış bir kent Elmalı.
Perslerin Anadolu'dan sonra Yunanistan'ı da işgali sonucunda, Anadolu ve Yunanistan'daki kent devletleri Atina önderliğinde M.Ö 477 yılında bir birlik oluştururlar. Attik Delos Birliği ismi verilen bu oluşumun merkezi ve kasasının olduğu yer Delos Adasıdır. Perslere karşı kazanılan zaferler sonrasında Perikles'in birliğin kasasını Delos'tan Atina'ya taşıması ve paraları Atina şehrinin çıkarları için kullanması, birlik devletleri arasında hoşnutsuzluğa ve kopmalara sebep olur. En sonunda da Atina ile Sparta arasında M.Ö 431 yılında başlayıp 404 yılında biten meşhur Peloponez Savaşıyla da birlik tamamen dağılır.
Elmalı Hazinesi
Elmalı'da bulunan definede yer alan sikkelerin, bu birliğe üye devletlerin sikkelerinden oluşması nedeniyle, birliğin hazinesi olabileceği düşüncesi hakim. Çoğunluğu Likya kentleri olmak üzere, Efes, Milet, Samos, Rodos, gibi Anadolu kentleri yanında Atina, Abdera, Thasos gibi Yunan kentlerinin sikkelerinden oluşan bu hazine bazı özel basım (dekadrahmi) sikkeleri de içinde barındırması nedeniyle paha biçilemez değerdedir.
Birliğe ait hazinenin Delos, Atina veya daha yakınlarda bir yerlerde ortaya çıkmak yerine Anadolu'nun birlik üyeleri içinde neredeyse en uzak köşesinde, Likya'nın bir ucunda, Elmalı yakınlarında bulunması ise bana her zaman ilginç gelmiştir
Elmalı ve çevresi neolitik çağdan itibaren kesintisiz yerleşim gören bir coğrafyada yer alıyor. Hal böyle olunca; eski çağlardan antik çağa, Anadolu Selçuklularından Osmanlıya kadar her dönemden esere rastlamak mümkün. Bu çeşitlilik arkeoloji müzesine de yansıdığı için, küçük bir ilçe müzesine göre oldukça zengin bir müzeye sahip. Hızlıca bir göz atıp çıkayım diyerek girdiğim müzeden hızlı bir turla ancak bir saatte çıkabildim ben de bu durumda.
Ketenci Ömer Paşa Camii
Korkuteli'nde ve ben müzeyi gezerken; Elmalı'da yapması gereken işlerini bitiren arkadaşımla Elmalı'da hızlı bir tur yapalım diyerek, 1610 yılında Ömer Paşa tarafından yaptırılan Antalya'nın en büyük camisi olma özelliğini de taşıyan Ketenci Ömer Paşa Camii ve külliyesini gezerek başladık turumuza. İyi durumda olan cami ve şadırvanın yanında, restorasyon çalışması devam eden medreseye dışarıdan bakabildik sadece. Caminin döneminin özelliklerini yansıtan mimarisi ve özellikle pencerelerin üzerlerini süsleyen çini işlemeleri göz alıcı güzellikteydi.
İnsan eliyle yapılmış zamanla yıllara yenik düşmüş medreseye inat, caminin bahçesinde heybetle yükselen, fidesinin Saraybosna'dan getirildiği rivayet edilen çınar ağacının korumaya alınmış gövdesini ve neredeyse tüm bahçeyi kaplayan dallarını hayranlıkla izleyip, hemen yolun karşısında restore edilmiş Eski Elmalı Evleri'nin sıralandığı sokağın girişindeki Selçuklu dönemi Kesik Minare'ye doğru yöneldik. Minareye dair küçük bir bilgilendirme yazısına rastlar mıyız düşüncesiyle şöyle bir etrafında dolandık ama ne mümkün. İki satır bilgilendirme yazısını çok görmüşler belli ki deyip, eski evlerin olduğu sokağı adımlamaya başladık.
Eski Elmalı Evleri
İçlerinde yaşamın devam ettiği, dışına dokunmadan iç mekanlarının düzenlenebildiği ahşap evlerden birinden çıkan yaşlı beyle yaptığımız kısa sohbetin bizi götürdüğü nokta ise;''dışı sizi, içi bizi yakar'' deyimi, ya da bizim ilgi ve hayranlığımız ile onun yaşadığı evden bıkkınlığı arasındaki tezattı.
Kent meydanında tabelalarda gördüğümüz Sinan-ı Ümmi Türbesi, İskender Yolu ve Zincirli Kaya'nın bulunduğumuz noktadan araçla beş dakikalık bir mesafede olduğunu öğrenince kararımızı verip yola koyulduk. Yer çekimine meydan okuyan dar ve dik sokaklarda arada bir görünen türbe levhasını takip ederek türbeye ulaştık lakin bundan sonrası tam bir kabustu. Zira her köşeye türbe levhasını asan yönetim oradan sonra İskender Yolu veya Zincirli Kaya'ya dair, zahmet edip bir tek tabela asma gereği görmemiş. Esnafın türbeyi devam edin dediği noktada. üç ayrı tepeye doğru yönelen yollardan göz kararı birine yöneldik ve işte bundan sonra Elmalı benim zihnime bakın nasıl kazındı?
Hiç başka bir evrenden gelmiş, dağların ortasına boşluktan öylece inivermiş,kollarını dağların yamaçlarına, bacaklarını sonsuzluğa ilerlercesine ovaya doğru uzatmış gibi duran bir yerde bulundunuz mu? Peki ya kendinizi birinin sabrını denemek için kullanılıyormuş gibi hissettiğiniz oldu mu?
Ben bu duyguyu Elmalı'da yaşadım. Etrafını saran yüksek dağlara sırtını dayamış kentin bittiği yerde, aynı sessizlikle uzayan ovayı izledim. Harikaydı..Belki bu manzarayı izlemeden önce sevgili arkadaşım Süheyla ile onun kullandığı arabada yaşadıklarım böyle hissetmeme veya kenti bu gözle görmeme neden oldu; belki de Antalya'nın doğal iklim ve bitki örtüsünden birden uzaklaşıp farklı bir atmosfere girmem... Neden her ne olursa olsun, Elmalı'nın beni çok farklı etkilediği bir gerçek.
Zaten türbeye kadar, daracık dik yollarda sinirleri tef gibi gerilen ben, İskender Yolunun türbeye yakın olduğunu söyleyen esnafın sözlerini aracı kullanan arkadaşıma anımsatıp, arabayı türbenin önüne park edip, yürüyerek ilerlemeyi teklif ediyorum ama, Süheyla duymazdan geliyor beni. İşlerimiz nedeniyle doğaya göre değil, uğradığımız resmi kuruma uygun kıyafetlerimize şöyle bir bakıp ısrarcı olamıyorum tabii ben de.
Sinan-ı Ümmi Türbesi
Süheyla direksiyonu gözüne kestirdiği ilk tepeye doğru çevirip kıvrımlı yolda yükselmeye başlayınca oturduğum koltuğa yapışmak ne demek; geçiyorum neredeyse. Issız tepenin eteğine yaslanmış uzayıp giden yolda bir ara adrenalinim tavan yapıyor ve Süheyla'ya yalvarırken buluyorum kendimi: ''Lütfen Süheyla geri dön ben vazgeçtim!''
Lisenin ilk yıllarında başlayıp yıllardır devam eden, neredeyse çocukluk arkadaşım diyebileceğim Süheyla'yı mümkün mü vaz geçirmek? Kararlı..İnatçı ve aklına koyduğunu yapan.
Benim yalvarmalarıma daha fazla dayanamayıp daracık dağ yolunda usta şoförlüğünü konuşturup bir U dönüşü yapıyor ama benim yüreğim o ara yerinde değil... Artık nereye gitti, nerede atıyor bilmiyorum... Ve hatta ben arabada bile değilim:)) Aracı döndürdükten sonra arabaya bindiriyor beni Süheyla ki; ben olsam, beni oracıkta bırakır giderdim kesin:))
Türbenin önüne doğru inişe geçtiğimizde, diğer yola üç aracın peş peşe gittiğini görüyoruz. Bunu görünce Süheyla, bu kez de, deh ediyor diğer tepeye... İtirazlarıma makul bir açıklaması var. ''Bu insanlar dağın başına neden gitsin ki? Demek aradığımız yol orası''
Önümüzde ilerleyen üç aracın peşinde bu kez diğer tepeye kıvrıla kıvrıla ilerliyoruz. Tam Zincirli Kaya olduğunu düşündüğümüz tepenin eteklerinde araçlar park etmeye başlıyor ki ne görelim? Bizim gezgin diye peşine takıldığımız araçlar bir şantiyenin kenarına ulaşmış. ''Allahın dağında bir değil üç araba birden o anı mı buldunuz lüks araçlarla şantiyeye çıkacak?'' diye söylenip çaresiz orada çalışanlara soruyoruz Zincirli Kaya ve İskender Yolunu. Kayanın ters tarafına geldiğimizi, türbenin önünden sola dönmemizi söylüyorlar çalışanlar.
Bir tabela koymayı akıl edemeyenlere söylenerek tekrar inişe geçiyoruz. Ve işte o anda görüyorum Elmalı'nın muhteşem manzarasını. Sanki Süheyla'ya son yarım saati zehir eden, araçtan neredeyse kendimi dışarıya atacak gibi yapan, yirmi yıla yakın zamandır araba kullandığı halde; sanki hayatında hiç arabaya binmemiş, dik yokuşlara, dağlara arabayla tırmanmamış gibi davranan ben değilmişim gibi utanmazca yalvarıyorum Süheyla'ya ''Lütfen iki dakika şuracıkta duruver'' Sevgili Süheyla ne hikmetse bu kez beni dinleyip yavaşlıyor ve zevkle etrafı izlememe izin veriyor:)
Başlangıç noktamız olan Sinan-ı Ümmi türbesinin önüne 3.kez geldiğimizde, benim arabayı orada bırakmamız yönündeki ısrarlarım karşısında, Süheyla benimle olan sabrının imtihanını başarıyla tamamlayıp, arabayı kenara park ediyor. Bağı çözülen dizlerimin hala hareket kabiliyetini kaybetmediğini görüp mutlulukla adımlıyorum caddeyi. Türbenin karşısında evin balkonunda oturan yaşlı çifte yolu sorup; bu kez işi sağlama alıyoruz. Yaşlı teyze yolu bize gösterip arabayla yolun sonuna kadar gidebileceğimizi söylüyor ama ben koşar adım ilerlemeye başlıyorum bile.
Bu yol, İskender'in Anadolu'nun batısını ele geçirdikten sonra, Likya bölgesinden Psidya'ya ordusunu geçirmek için kullandığı güzergahta kalıyor. İskender'in ordularını bu bölgedeki geçitlerden geçirerek ilerlediğini düşündüğümüz yoldan Zincirli Kaya'ya doğru yürürken, Süheyla'nın eteğinin mi, yoksa benim yüksek ökçeli terliklerin mi daha komik olduğuna karar veremeyip eğleniyoruz.
Süheyla İskender Yolu'nda :)
Kayanın eteklerine varıp ulu çınarı görünce ne dağı gözüm görüyor ne de eteklerindeki türbeyi, şaşkınlıkla bakakalıyorum. Çınarın gövdesinden akan su mu daha hayret verici, yoksa yanındaki kayayla yarışırcasına gökyüzüne uzanan dalları mı kararsız kalıyorum.
Elmalı türbeleri ve ulu çınarlarıyla kazınıyor zihnime. Bazen asırlara meydan okumuş ağaçları görmenin, tarihi bir yeri görmekten çok daha fazla etkilediği zamanlar olur beni. Asırlık çınarın yanında durmuş gökyüzüne yakın uçlarına bakarken, yüksek bir dağın doruklarına bakar gibi hissediyorum kendimi.
Kelebeklerin güzelliklerini ve oradan oraya uçup doğanın içinde hiç ölmeyecekmiş gibi keşfe çıkmış hallerini hayranlıkla izlerken; bu güzelliğin kısacık bir ömre sığdığını bilmek şefkatli bir hüzünle doldurur içimizi. Asırlık ağaçların yanında kelebekler gibi olduğumuzu hissederim hep. Onun zamana meydan okuyan upuzun yaşamı içinde, kısacık yaşamımızla bizler de, bizim gözümüzdeki kelebekten pek de farklı değiliz belki onun bakışlarında. Ulu bedeninden dökülen suya kanmaya çalışan ve hayranlıkla dağların ortasındaki bu mistik kenti izleyen bize bakıp, şöyle düşünüyor belki asırlık çınar; ''İşte doğayı keşfetmeye çalışan iki kelebek daha''
Gövdesinden Su Dağıtan Asırlık Çınar
Elmalı'yı gerimizde bırakıp yol alırken, Süheyla'ya yaptığım sabır testine (!) son verip, araçta sessizliğe ve düşüncelerime gömülüyorum. Elmalı'nın beni çok etkileyen, kendine has mistik bir havası var. Belki bunun etkisiyle kendi içime ve arkadaşıma yoğunlaşıyorum.
Hani şanslıysanız yaşam size bir dost hediye eder; kendinizi yanında bazen çocuk, bazen olgun hissettiğiniz, her halinizin sorgulanmadan ve iyi niyetle kabul göreceğine inandığınız ve yanında dilediğinizce şımarabildiğiniz... Koşulsuz bir sevgi ve bağlılık görüp, aynı şekilde karşılık verdiğiniz... Hayatınızda olduğu için ve yaşamında size bir yer açtığı için minnet duyduğunuz... Uzun yıllardır hatırlamayı unuttuğum bu dostumu tekrar anımsatıyor bu garip kent bana ve teşekkür ediyorum; Süheyla'ya...Arkadaşım olduğu için...Dostum olduğu için...Ve Elmalı'ya, bana bunları tekrar hatırlattığı için.
Elmalı'nın her köşesi insan eliyle geçmişi günümüze taşıyan eserlerle tarihi bir kent görüntüsü vermesine rağmen; benim burada gördüğüm tarih, doğada yatıyor. Garip bir şekilde kentin asırlık ağaçları, etrafındaki yalçın kayalıkları yüzyılları burada tüm canlılığıyla hissettirip, belki içinde üç adet türbe ile, Hamdi Yazır gibi bir din alimi ve Ümmi Sinan gibi bir mutasavvıfı yetiştirmiş olmasının etkisiyle kente mistik bir hava da katıyor.
Elmalı görülesi bir kent kesinlikle, insanın hem gözlerine, hem iç dünyasına etki ediyor çünkü. Yolunuz düşerse o tarafa; yükseklere çıkmalı ve yükseklerden bakmalısınız bu mistik kente mutlaka...Tabi aracınızı arkanızda bırakıp, yürüyüş ayakkabınızı yanınıza alarak :)
Elmalı'dan bir kaç kare;
Elmalı Semahöyük Küp mezarlar(Pithos) M.Ö 2500-2000 Elmalı Müzesi
Bakmayın şu an kesik değil tam görünmesine. Şerefesi 1902 yılında gördüğü tadilatta yapılmış.
Elmalı Çarşısı
Leblebi Şekeri Yapımı
Bu eser Creative Commons Alıntı 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır. Bu yazının tüm hakları yazara aittir. Kaynak göstermeden kopyalanamaz ve alıntı yapılamaz.
Elmali daki guzellikleri gordugunuz ve hissetiginiz icin tesekkurler
YanıtlaSilKeşke gördüklerimizi ve hissettiklerimizi tam olarak yansıtabilsek... Pek azını ancak ifade edebiliyoruz; olduğu kadar artık :)
SilÇok güzel anlatmışsınız memleketimi.Yüreğinize sağlık;lâkin daha havasını tam soluyamamışsınız,bir de o su akan çınarın yanında gece vakti yıldızlara dokunabilme olasılığının cezbedici düşüncesini yaşamanızı isterdim. Evet yalnız olup keşfetmek çok güzeldir ama o dar zamanınızda keşke bir rehber (tabi ki ücretsiz :) ) yardımı alsaydınız.Onunla ilgili de Helvacılık Çarşısı'nda sorsanız muhakkak yardımcı olurlardı. Tekrar memleketimi bu güzel anlatımınız için tüm hemşehrilerim adına çok teşekkürler. Kaleminizin mürekkebi hiç bitmesin.
YanıtlaSilTeşekkür ederim. Tekrar yolum Elmalı'ya düşerse bu rehber önerisini mutlaka değerlendireceğim :)
Sil