Antik çağda migren tedavisi

Hiç kimse yoktur ki hayatında bir kez bile baş ağrısı çekmemiş olsun. Bir baş ağrısı çeşidi olan Migren sözcüğü, Grekçe “başın yarısı” anlamına gelen hemikranon (hemi + kranon) sözcüğünden türemiş. 

Antik çağda inanışa göre migren nöbetlerine Antaura adındaki dişi bir cin (daimon) neden olmaktadır O nedenle bu hastalığa yakalanan insanlar, üzerlerinde, papyrus veya altın, gümüş, bakır ya da bronz yaprak (lamella) üzerine yazılmış bir büyüden oluşan bir migren muskası (amulet) taşırlar ve böylelikle iyileşmeyi umarlardı. 

Denizlerden çıkıp gelen Antaura’nın adı “ters rüzgar” (anti+aura) anlamına gelmekte ve onun gönderdiği rahatsız edici rüzgarlar şiddetli migren nöbetlerine neden olmaktaydı.

akakios mezar epigramı

Frigya Bölgesi'nde, Appia/Soa'da (Altıntaş, Kütahya ) Geç Roma-Erken Bizans Dönemine tarihlenen Hıristiyanlık Dönemi'ne ait  bir stel (mezar taşı) ele geçmiş. Akakios isimli bir Hıristiyanın mezar taşı olan stelin yazıtı da uzun bir mezar epigramıdır (mezar şiiri). Adı “kötülük yapmayan” anlamına gelen Akakios şiirde açıkça Hıristiyan olduğunu belirtmese de kullandığı ifadelerden onun Hıristiyanlığı kabul etmiş olduğu anlaşılmakta. 

Yazıtın ilk satırında vezinsiz olarak steli yapan Dokimeion'lu ustanın adı yazılı. Bu satırdan sonraki uzun kısım ise vezinlidir. Şiirden, hayatında sadece bir kez evlenmiş ve sonra da 30 sene dul yaşamış olduğu anlaşılan Akakios'un belki de o dönemde çok katı ahlâk kurallarına sahip bir Hıristiyan tarikatına mensup olduğu düşünülmekte. Kendisi için seçtiği mezar taşının biçimi de bu tezi desteklemekte. 

YAKA

iki yakalıydı yaşadığımız yer
hangi yakada duracağın
bazen şans bazen kader
insanoğluysa çoğunlukla
iki arada gezer
Kimi zaman bir yakaya yanaşır
boyalı bir tekne gibi
ya alacağı vardır
ya da kıyıda bırakmak istediği
ne kadar kalacağı hep şüpheli
atsa da demiri
hep karşı yakaya geçmek niyeti

Kimi zaman kök atar bir yakaya
ne kadar salsa da dal budak
bedeni olsa da o yakada tutsak
savrulur öte yakaya yaprak yaprak
Çok azında vardır ortalardan
ileriye bakma isteği vasatı yıkarak
olmuştur artık alışkanlıklarıyla ahbap
Bir yakadan diğerine akarak
savurur zamanı yel değirmeni gibi
kah bir mevsim kah bir saat
sonuçta iki yakayı da geride bırakarak
ortada noktalanır hayat
N.DENİZ
neriman deniz şiirleri

SARMAŞIK

Sarmaşık dolanıp da
ulu bir çınar ağacına
kurtulup karanlıktan
kavuşunca ışığa;
unutur hayasızca
bir metrelik alanda
nasıl çıktığını doruğa...
Hırçın bir dolanmayla
keser çınarın dallarının
temasını havayla
ve başlar aşağıda
kendi kökleriyle yükselen
irili ufaklı ağaçlara
tepelerden bakmaya..

Ulaşsan da çınarın
dallarında zirveye sen;
kendine hayat veren
doğaya ihanet eden
tıpkı insanlar gibi,
bir asalak kenesin
boğduğun çınarın
kanıyla beslenen...
Dünyadaki kısacık ömrün
çabucak tükenecek;
çınara sımsıkı dolanan kolların
yavaşça gevşeyecek,
kuruyan bedenin
çınarın köklerine düşecek
ve ulu çınar senin
toprağa karışan bedeninle
yeniden beslenecek.

İşte insanız ya
ha sarmaşık ha biz...
İleri gitmek varken
nedir yükselmek için
şuursuzca bu gayret
ve yaşamak için
doğaya ihanet?
Bakmamak lazım
üç metrelik alanda
nereye çıktığımıza
ve aşağılarda
kimleri bıraktığımıza;
nihayetinde hayat kısa
bizler de geleceğiz dize,
geride kalanların
desen olacağız
bastığı topraktaki ize...
O yüzden diyorum
tutunacak yer değil;
yürüyecek yol lazım bize.
N.DENİZ

sarmaşık şiiri


KÖPRÜ

bir su kütlesi üzerinde
akıp giderken hayatımız;
farklı farklıdır
geleceğe ulaşma kaygımız.
Kimi köprüdür bir kıyıdan
diğer kıyıya uzanan;
kendisi ulaşırken karşıya
başkalarını da sırtında taşıyan,
kimi köprünün üstünden
akıp giden insan...
Biri direnirken hem zamana
hem taşıdığı yüke köprü misali;
diğeri akıp gider yaşamdan
varlığı iz bırakmadan
köprüden geçip gider gibi...
N.DENİZ
köprü şiiri

Hançalar Köprüsü (Hançalar Köyü, Çal, Denizli)  
Büyük Menderes Nehri üzerindeki üç gözlü ve 65 metre uzunluğundaki Hançalar Köprüsünün yapım tarihi kesin olarak bilinmiyor. Yan kemerlerinden yüksek ve geniş tutulan orta kemeriyle Klasik Osmanlı Köprülerinin özelliğini göstermekle birlikte yapım tekniği açısından Roma Döneminden itibaren var olduğu düşünülebilir. Orijinalinde düzgün kesme taşlarla yapılan köprünün 1886 ve 1934 yıllarında geçirmiş olduğu onarımda moloz taş kullanılmış.