şirince'den sur'a uzanan hüzünlü bir köy hikayesi

Ününü sağır sultanın duyduğu, daracık otantik sokaklarında turist yoğunluğundan yürümenin zorlaştığı, arada bir tertemiz havasını solumak ve güzel şaraplarından tatmak için gittiğimiz günümüzde artık Selçuk ilçesine bağlı bir mahalle olan Şirince Köyü son gezimde bambaşka duygular uyandırdı bende.

Bir zamanlar aynı ölçüde bol sayıda pencerelerin cephelerini süslediği, her birinin aynı yöne bakıp aynı manzarayı izlediği zarif beyaz evlerin doğayla kaynaşıp görsel bir ziyafet sunduğu bu şirin mi şirin köyü izlerken içimi saran hayranlığın yerini büyük bir hüzün kaplıyor bu gezide.

para ve imandan bankayı yaratan kent efes

Günümüzde taşınabilir maddi varlıklarımızın ve paralarımızın teminatı olan bankalar devlet güvencesinde iken, geçmiş çağlarda tapınakların, rahiplerin dolayısıyla tanrıların güvencesinde saklanmış.

Para ve iman ne zaman iç içe geçmiştir derseniz, beş bin yıl kadar geriye gitmemiz gerekir. Bu iç içe geçmenin kurumsallaşmasını ise 2600 yıl önce Efes kenti sağlamış.

Mezopotamya'da 4. binden itibaren tapınakların ve rahiplerin ürünlerin depolanması ve korunmasında etkin bir şekilde görev aldıkları anlaşılır. Sümerler'de Ur Şehrinde ele geçen buluntulara göre (3500-3100) halk topraktan elde ettiği üründen ailesine yetecek kadarını ayırıp kalanı tapınağa verir. Ürünlerin fazlası tapınaklarda toplanıp, bunlardan tapınağın ve krallığın ihtiyacı karşılandıktan sonra geri kalanı başka ülkelerle; ülkede olmayan kereste, maden gibi ürünlerle takas yapılır

Kayserilinin ticari zekası ve başarısının sırrı nerede gizli?

Mezopotamya; Doğu Anadolunun yüksek ve karlı dağlarından doğup Güneydoğu Anadolu, İran'ın güneyi, Suriye'nin kuzeydoğusu ve Irak'ın büyük bölümünü aşıp, Bağdat yakınlarında birleşerek Basra Körfezine dökülen Fırat ve Dicle nehirleri arasında kalan coğrafi bölgeye verilen isim.

Bir ülke veya kent adı olmadığı gibi; iki nehrin havzasında kalan verimli toprakları nedeniyle binlerce yıl çekim noktası olup, pek çok göç alan, üzerinde farklı uygarlıklar ve ülkeler kurulan bu verimli toprakları tanımlamak için Helen yazarlar tarafından kullanılan,  ''iki ırmak arasındaki yer'' anlamına gelen bir kelimedir Mezopotamya.

aşkı ölümsüzleştiren iki ağaç... ıhlamur ve çınar

Doğa mucizelerle dolu; kimi zaman bir dağın ilginç görüntüsü hayrete düşürürken bizi, kimi zaman bir ağacın mucizevi silüeti ile irkiliriz. Biz sadece şaşkınlık ve hayranlıkla izlerken; atalarımız sadece izlemekle kalmamış insanın içine işleyen duygulu ve anlamlı hikayelerle ölümsüzleştirmişler doğadaki bu mucizeleri. Tıpkı tek bir gövdede büyüyen iki ağaç; ıhlamur ve çınar ile aşkları bu ağaçlarla ebedileşen Baukis ve Philemon'un efsanesi gibi.

Toprağındaki bereket ve iklimindeki çeşitliliği aratmayacak niteliktedir efsaneleri de Anadolu'nun. Bu efsanelerin en güzellerinden biri de yine Anadolu'dan, bir zamanlar Frigya Krallığı sınırlarında kalan Bergama'dan. Hikaye Bergama Ovasındaki aynı kökten beslenip iki ayrı dal veren ıhlamur ve çınar ağacına ait.

homeros vadisinde hacı olunur mu?

Bugün hacı oldum, hem de kısa yoldan. Ne otobüse bindim; ne de kilometrelerce yol gittim araçla. Bornova'dan bir kaç yüz metre kentin içinde yürüyerek ilerledikten sonra, nasıl olduğunu bile anlamadan yemyeşil bir vadinin koynunda buluverdim kendimi.

Homeros Vadisinde çok uzun süredir yürümek istememe rağmen bir türlü fırsatını bulamamıştım. Kısmet bugüneymiş ve Biz Bize Yürüyelim sloganıyla yola çıkan ekiple biz bize hacı olmak varmış:) Yürüyüş tamam da, nedir bu hacılık işi derseniz; onun da kerameti Smyrnalı Homeros'ta.

eski çağdan ülkeler arası istemeden öldürmeye bir örnek

Lidya kralı Kroisos'un  M.Ö 546 Pers mağlubiyetinden sonra ülkesi Perslerin eline geçer. Lidya Krallığının hakimiyeti altındaki İyon kent devletleri de teker teker Perslere boyun eğmek zorunda kalırlar.

Pers imparatorları İyon Kent Devletleri üzerindeki kontrollerini kendi atadıkları tiranlar sayesinde sağlarlar. Tiranların yönetimdeki katı tutumları ve Perslerin uyguladıkları ağır vergiler, deniz ticareti yapan gemilere uygulanan baskılar, deniz ticaretiyle geçimini sağlayan kentlerde zaman içinde huzursuzluk ve isyana neden olur.

yukarı kızılca... üç din iki mezhebi barındırmış köy


Katıldığım ''Biz bize yürüyelim'' sloganıyla yola çıkan sıcacık bir grubun yürüyüş etkinliği, hayal ettiğimden çok daha güzel bir köyün keşfiyle noktalandı bugün. Tanışıklıkları ve dostlukları belli ki epey eskiye dayanan bir arada olmanın mutluluğunu yaşayan, keyifli ve coşkulu grupla; yürüyüşün başlangıç noktası olan Kemalpaşa ilçesinin Yukarı Kızılca Köyüne ulaşmak için yaptığımız yolculuk, yaklaşık kırk beş dakika sürüyor.

Ekip kahvaltı için köy meydanındaki kahvehanelere dağılırken; ben de, benim için bir köyde olmazsa olmazlarımdan çınar ağacını görmenin hoşnutluğuyla, ağacın altındaki masaya çöküyorum. Bu detay, zihnimde köyün gezilip görülmeye değer olduğunu gösteren artı hanesine yazılıveriyor hemen. Çünkü; dallarıyla köy meydanını hakimiyetine alan asırlık çınar ağaçları, köylerin köklü geçmişinin de yaşayan şahitleridir bana göre.

yeminlerin teminatı nefretin nehri styks

Neden yeminler için ortaya bağlayıcı bir güç koymalı? İnsanın kaypak doğası, kandırmaya meyilli, anlık düşünüp sonunu getiremeyen kararsız yapısı ve anı kurtarmakta ki üstün yeteneği mi buna sebep acaba?

İnsanoğlu her çağda yapılan yeminlerden geriye dönüşü engellemek için, yemini bozanın bedelini ağır ödeyeceği, yeminini pekiştirecek ilahi bir güce bel bağlamış. Günümüzde kutsal kitaplar üzerine yapılan yeminler eski çağlarda neyin üzerine yapılıyordu dersiniz?

Kroisos ve kehanette ustalık testi

Antik çağda bilicilik merkezleri bir çeşit karar mercii gibi çalışır. Kimi zaman kurulacak kent için yer önerisi almak, kimi zaman yapılacak bir savaş veya düzenlenecek seferin sonucunu önceden kestirmek için kahinlere danışılır.

Smyrna kentinin Pagos Dağı eteğinde kurulması için Klaros, Apollonia (Gölçayır-Ulubat) kenti için Didyma Apollon Tapınağı kahinlerinin, fal vermesi kehanetle kurulan kentlere örnekken; kralların çıkacağı seferin sonucunu öğrenebilmek için kehanet almalarının bir örneğini, Herodot'un anlatımıyla Kroisos'un  Perslere karşı düzenlediği seferde detaylarıyla öğreniyoruz.

marsyas ve eşek kulaklı midas

Rekabetin her zaman adil şartlarda gerçekleşmesi mümkün müdür? Tabi ki mümkün değil diyeceksiniz değil mi? Haklısınız elbette.. Adil bir rekabetin mümkün olamayacağı mitolojide anlatılan efsanelerle de sabit zaten. Üstelik bu efsanelerde tanrıların işe karıştığı rekabet bile adil değilken insanlar arasındaki rekabetin adil olması mümkün mü?

Mitoloji tanrılar ve insanlar arasında yapılan yarışma ve rekabetin yaşandığı hikayeler açısından oldukça zengin. Bu mitlerin en ünlüsü Anadolu'da geçen, pek çoğumuzun, tamamı olmasa da bir bölümü illaki kulağına çalınmış olan tanrı Apollon ve çoban Marsyas arasında yapılan yarıştır.

truva için savaşan ırmak skamandros

Truva Savaşını efsane haline getiren; Homeros'un muhteşem anlatımının yanında, savaşın kıyasıya geçtiğini göstermek için seçtiği karakterlerdir biraz da. Akaların saldırısı karşısında tüm Anadolu'yu, Trakya'yı hatta Etiyopya'yı işin içine kattığı yetmez; kentin ırmaklarını bile savunmaya dahil eder Homeros.

Truva'nın iki ırmağı Skamandros ve Simoeis'i de Aka askerlerine ve Akhilleus'a (Aşil) karşı savunmaya geçirir. Burada akan bir ırmak değildir artık Skamandros. Etiyle kemiğiyle ovalarını suladığı Truva şehrinin ve kralının savunmasına katılmış canlı kanlı bir savaşçıdır.

mitolojide üçlemeler... ana oğul ve kutsal bakire

Mitolojinin en popüler ve ilgi çekici üçlüsüdür belki de; ana, oğul ve bakire kız üçlemesi. Kökenleri ve günümüze kadar isim ve kimlik değiştirerek gelen etkileri de en fazla konuşulup tartışılan üçlüdür Leto, Apollon ve Artemis.

Efsanelerde ''güzel saçlı''olarak tanımlanan Leto, Zeus'la olan birlikteliğinden hamile kalınca, Hera'nın gazabından kaçıp, çocuklarını doğuracağı yer arayışına girer. Apollon'u Delos'ta,  Artemis'i Ortygia'da  doğurduğunu anlatan bir metinin varlığı nedeniyle; Ortygia'nın nerede olduğuna dair farklı tartışmalar ve tezler atılır ortaya. Delos yakınındaki Bıldırcın Adasının Ortygia olduğu iddiaları olsa da, bu pek kabul edilir görünmüyor.

bir kadın şair ve lezbiyenlik

Şiirde bir ekolün yaratıcısı olan, şiirleriyle iz bırakan şair bir kadın ve yaşadığı günümüzün Midilli Adası (Lesbos); hiç tahmin edebilirler miydi ki adları gelecekte, cinsel bir sapkınlık olarak kabul edilen lezbiyenlikle anılacak? Ve bu akım içeriğini şair Sappho'dan, ismini Lesbian veya dilimize geçen şekliyle lezbiyen olarak Lesbos adasından alacak?

Her ne kadar günümüzde farklı bayrak ve ülke sınırları dahilinde kalsa da; antik çağda sanatı ve kültürüyle Anadolu'nun uzantısı ve Aiol kentlerinden biri olan Lesbos (Midilli) adasında yaşayan bir Afrodit rahibesidir Sappho.

demokrasi için sürelim gitsin !

Yunanca ''Demos'' halk ve ''Kratos'' güç, iktidar anlamında iki sözcüğün birleşiminden oluşan; halkın gücü veya halkın iktidarı anlamına gelen demokrasi, uzun ve zorlu bir sürecin sonunda uygulama aşamasına gelir.

Demokrasinin ortaya çıktığı batı Anadolu ve Yunanistan'daki kent devletlerinde krallar, soylular ve son olarak tiranların yönetimini demokrasi takip eder. İlk uygulaması batı Anadolu'da İyon kent devletlerinde görülen, ardından yazılı yasalarla Atina ve Yunanistan'daki kentlerde yönetim şekline dönüşen demokrasi, tarihe Atina Demokrasisi olarak geçer. Eee ne demişler; ''söz uçar yazı kalır''.

anadoludan kopan bir parça... samos adası

Anadolu'nun batısında Milet kentinin kuzeyinde Mykele Dağının (Dilek Dağı veya Samsun Dağı) doğal uzantısı görünümünde olan Samos (Sisam Adası), Mykele Dağından ayrışması sonucu oluşmuş. Adanın ana karadan ayrıştığı kısmında yer alan Psili Ammos plajından Anadolu'nun Dilek Yarımadasına yani Kuşadası Güzelçamlı'ya uzaklığı yaklaşık 1.5 kilometre. Yani iyi bir yüzücünün rahatlıkla yüzerek ulaşabileceği mesafede.

M.Ö 3. binden itibaren yerleşim gördüğü anlaşılan Samos'da yerli halk İmprassos nehrinin döküldüğü yerde kendilerine ait kült ve inançlarıyla, fazla zengin olmayan bir yaşam sürmüş.

genç bir kızın mezarından sütunun başlığına yolculuk

Geçmişten günümüze ulaşan, insan elinin değdiği eserleri izlemek bize neden keyif verir bilir misiniz? Çünkü atalarımız doğanın şekilsiz, vasıfsız, duygusuz birer parçası olan, taşı, toprağı ve mermeri işlerken her birine ruh katarak, onu yaşayan, onlarla beraber soluk alan,  geçmişi ve hikayesi olan birer varlığa dönüştürdüğü içindir ki, onları izlemek bize zevk verir.

Teknolojinin doğayı tekdüze, ruhsuz, duygusuz yaşam alanlarına dönüştürdüğü günümüzün aksine, eski çağlardaki insanların eline aldıkları her nesneye estetik, zarafet ve duyguyla dokunmuş olmaları onları bizim gözümüzde bu kadar eşsiz ve güzel kılıyor muhtemelen.Tıpkı yapıların mimari elamanlarından biri olan sütunları süsleyen başlıklarda olduğu gibi.

elmalı... tarihi doğasında yatan kent

Elmalı Antalya'nın ilginç bir ilçesi. Yolları taşlarla örülmüş daracık sokakları, bir bölümü restore edilmiş eski ahşap evleri, küçük dükkanların yan yana sıralandığı çarşısı, yıllara meydan okuyan asırlık çınarları, sakin ve huzurlu havasıyla diğer ilçelerinden oldukça farklı.

Hemen hemen herkeste ismi  ''define'' kelimesini çağrıştıran, 1984 yılında bir defineci tarafından bulunan, İstanbul'dan İsviçreye, İsviçre'den Amerika'ya kaçırılıp, oradan da uzun uğraşlarla tekrar ülkemize kazandırılan yüzyılın en değerli hazinesi kabul edilen  Elmalı Hazinesiyle zihnimize kazınmış bir kent Elmalı.

mitolojide üçlemeler...horalar erinyeler kharitler iş başına

İnsanların üç rakamına olan mistik ilgisini, Yunan mitolojisinde yer alan, bol sayıda üçlemelerle de gözlemlemek mümkün. Genelde birbirini tamamlayan, tek başlık altında toplanan üç karakter olarak karşımıza çıkan üçlemelerin çokluğu, nedir bu üç sayısının kerametinden tutun da, neden piramitler üç köşelidire  kadar bir dizi soruyu da getiriyor insanların aklına doğal olarak.

Kader tanrıçaları Moira'lar, düzen tanrıçaları Hora'lar, intikam tanrıçaları Erinyeler, neşe ve mutluluk tanrıçaları Kharitler gibi felsefi nitelik taşıyan soyut kavramlar yanında Leto- Apollon- Artemis, Ana-Oğul-Kutsal Bakire Kız'ı simgeleyen üçlü tanrı motifi de üçlemelerde ilk akla gelenlerden.

sonsuz uykuyu dileten aşk... selene ve endymion

Anadolu'nun her dağının ayrı bir efsanesi, ayrı bir aşk hikayesi var. Kiminde güneşin doğuşu bir başkadır, kimi denizin muhteşem görüntüsü üzerinde kurduğu hakimiyetle aşkları barındırır. Doğanın uyumu ve güzelliğinden doğan aşk hikayelerinin en güzellerinden biri, Latmos (Beşparmak) Dağlarında ay tanrıçası Selene ve çoban Endymion'un hikayesidir belki de.

Latmos dağlarında ay bir başka mı güzeldir de çoban Endymion aşık olmuştur; yoksa dağların güzelliği mi Endymion'a yansımış da ay tanrıçası vurulmuştur bilinmez ama, Ay'ın aşkı sonsuz uykuyu dileyecek kadar düşmüştür Endymion'un yüreğine. Düşmesine düşmüştür ama tek taraflı kalmamış, karşılığını da fazlasıyla almıştır sevgilisi ay tanrıçası Selene'den.

ölümsüzlerin evi tanrıların dağı olimpos

Bir insanı görür seversiniz, sonra hayatınızın parçası olur; zaman geçer, bir bakarsınız ki, herkes gibi olmuştur sizin için. Yıllar sonra onu özel yapan şeyi ve neden sevdiğinizi unutuvermişsinizdir. Tıpkı benim Antalya'yı yirmi yıl önce neden sevmiş olduğumu unutmam gibi. Doğal güzelliğinin yanına, tarihi ve kültürel zenginliği de eklenince bu kenti neden sevmiş olduğumu bu hafta yaptığım kısa ziyarette bir kez daha anımsadım. Yıllar içinde pek çok kişinin düştüğü yanılgıya düşüp, Antalya'yı lüks oteller ve plajların süslediği, toplantı ve tatil beldesi olarak düşünmeye başladığım için kendime epeyce kızdım.

Nasıl mı hatırlattı Antalya bana kendini? Şöyle:

kurban mı lazım?

İnsan psikolojisi, hayatta her şeyi bir bedel üzerine oturtup, sahip olunabilecekler için, var olanın devamlılığı için veya talihi döndürmek için hep bir bedel ödemenin gerekliliğine inandırmış kendini. Bu bedele kutsal bir kimlik kazandırıp hem kendi vicdanını rahatlatmanın, hem de bedeli ödeyeni bir çeşit istekli gönüllü haline sokmanın yolunu bulmuş. Kurbanın ödülü, kimi zaman cennet, kimi zaman tanrının temsilcisi, rahip veya rahibelik  gibi kutsal bir kimlik olmuş.

özgürlük ateşi ışığında şehir devletleri

Eski Yunanlılarda şehir ve devlet birlikte düşünülür. Yunancada şehir ''asti'', köy ''kome'' olarak adlandırılırken, ''polis'' hem şehir hem devlet anlamına gelir. Şehir devleti olan polisler, ilk kez Ege kıyılarında kurulmuştur ve çevre köyleri de içine alan, içinde sürekli özgürlük ateşi yanan, sınırları belirlenmiş siyasi birer topluluktur.

Mimarisi, yönetim şekli, yetiştirdiği düşünürleri, sanatçıları ve devlet adamları ile M.Ö I.Bin'e damgasını vuran Efes, Milet, Atina, Korint gibi şehirlerin (Polis) ortaya çıkışı, Ege göçleriyle başlar. M.Ö 1100 dolaylarında, Yunanistan ve Ege adalarını etkisi altına alan Miken Kültürünün Dor istilasıyla çökmesiyle, Anadolu kıyıları, Yunanistan ve adalardan göçenlerin kaçış yeri olur.

tantalos'un cezasını kime vermek isterdiniz?

Kimi suçlar var ki, karşılığında, suçu işleyene hakkettiği cezayı bulmakta insanın hayal gücü yetersiz kalır. Ne kadar zorlarsa zorlasın bulunan cezanın hafif kaldığı, daha ağırının reva olduğunu düşünür. Tantalos'a verilen ceza da insanın sınırsız hayal gücünün örneklerinden birisidir.

Evladını öldüren bir babanın cezası ne olmalı? Ya öldürmekle kalmayıp tanrıların sofrasında ziyafet yemeği yapanın? Ya da evlatların ölümüne neden olup bunu çıkarlarına alet edenlerin? Güvene ihanet edip, kibre kapılan, hırslı, açgözlü, hırsız ve yalancı olanın? Mitolojik bir hikayeye göre; Tantalos, işlediği bu suçlara karşılık, ''Tantalos İşkencesi'' olarak anılan efsanevi bir cezaya çarptırılır.

şairin aşkıyla doğan din orfizm

Aşk; insanoğluna bağışlanmış, manevi ve fiziksel enerjisini kat be kat arttıran, sahip olabileceği en büyük güç. O aşk öyle güçlü bir duygudur ki; insana tanrıyı da, onun yeryüzündeki silüeti insanı da aratan, ömre ömür katan, uğruna ömrü harcatan. O aşktır ki; Mevlana'yı yaratan aşkıyla döndüren, Ferhat'a aşkı için dağları deldirten. O aşktır ki; bulanı ateşiyle yakıp, hiç yaşayamayanı arayışa sürükleyen.

Böylesine güçlü bir duygu, ezgileri ve çalgısıyla dağı taşı büyüleyen, ölümlüler arasında gelmiş geçmiş en büyük şair ve lir sanatçısı Orfeus'u (Orpheus) bulursa ne olur? Orfeus'un dillere destan aşkı, ona ölüme meydan okutup, ölüm ülkesi Tartaros'un kapısını aralatır ve adını Orfeus'un adından alan, mistik bir din olan Orfizmin ortaya çıkmasına neden olur tabi ki.

güneş ülkesi için tarihin ilk köle isyanı

Tarihte pek çok ilke kaynaklık eden Anadolu'da, yaşanan bu ilklerin belki de en anlamlısı Aristonikos önderliğinde gerçekleşen tarihin en büyük ilk köle isyanı ve sosyal hareketidir.

Güneş ısısını ve ışığını nasıl herkese  aynı yansıtıyorsa; ülkede eşitlik ve adalet de güneş gibi olmalı. Güneş ne fakirin ısısından kısıp zengine, ne kadının ışığından kısıp erkeğe verir.

Bir ülke düşünmelidir, tıpkı güneş gibi... Adaleti güneş gibidir; eşit dağıtılır. Mülkiyet güneş gibidir; herkes hakkına düşen kadarını eşit alır. Yasaları  güneş gibidir; tüm vatandaşlar o yasalar önünde cinsiyet, din, dil, milliyet ayrımı gözetmeksizin eşittir.

çiy tanesi ve bir annenin gözyaşları

Troya savaşında, Anadolu'nun hemen her köşesindeki halklar Troyalılara destek verirken, bu desteğin Habeşistan'a kadar uzandığı, iki kıtanın savaşına Memnon'la beraber Afrika'nında dahil olduğu görülür. Hektor'un Akhilleus (Aşil) tarafından öldürülmesiyle, Habeşistan kralı Memnon ordusuyla beraber Troya'ya yardıma gelir

Memnon'un babası, Hektor'un Troya kralı babası Priamos'un soyundan gelen ve şafak tanrıçası Eos tarafından kaçırılıp Habeşistan'a götürülen Tithonos'tur. Baba tarafından akrabalığı mıdır onu troya'ya getiren bilinmez ama, ordusuyla taze bir umut olarak gelir Hektor'un ölümüyle umutsuzluğa düşen kente.

şafak tanrıçası eos ve aşk cezası

Gerçekleşmesini  çok istediğiniz dilekleriniz mi var? Bunları dilerken iyi düşünmenizi, doğru ve eksiksiz dilemenizi öneririm. Çünkü olur da, günün birinde dileğiniz gerçekleşir ise, eksik bıraktığınız tarafın acı verici sonuçlarını görme ihtimaliniz var. Tıpkı şafak tanrıçası Eos gibi..

Güneş tanrısı Helios'la, ay tanrıçası Selana'nın kardeşi olan şafak tanrıçası Eos; sırtında kanatları, başında tacı, çiğdem sarısı renginde göz alıcı elbisesi ile güzeller güzeli bir kızdır. Her gün kötülüklere gebe gecenin içinden sıyrılarak, dört tane kanatlı atın çektiği arabasıyla, gökyüzünde dolaşarak kardeşi Helios'a (güneş tanrısı) dünyanın kapılarını aralayarak, ışıklarıyla yer yüzünü aydınlatmasını sağlar.

küllerinden doğan tapınak efes artemis

Asırlar içinde ülkelerin biri yok olsa üzerine yenisi kurulup, kentler, kutsal mekanlar, evler harap oldukça üzerine yenisi yapıla gelerek binlerce yıl geçmiş, binlerce yıl da geçerek bu döngü devam edecek.

Efes antik kenti ve bu kentte yer alan Artemis Tapınağının içinde yer aldığı kutsal alan da bu döngüden nasibini alan yerlerden birisi doğal olarak.

Efesliler kentlerinin tanrıçası ve koruyucusu olarak gördüğü Artemis için aynı kutsal alan içinde, her yıkılan kutsal mekanlarının üzerine yenisini inşa ederek, yüzyıllarca sürekliliği sağlamışlar.

dalgalara yenik düşen aşk... hero ve leander

Çanakkale Boğazının savaşları birer destan, aşkları ise efsanedir.Truva Savaşı ve Çanakkale Savaşı gibi, Paris ve Helena'nın  Hero ve Leander'in aşkları gibi.

Halkların yıkımına sebep olan Paris ve Helena'nın aşkının aksine, Hero ve Leander'in aşkı yürekleri burkan, aşıkların kendilerinden başkasına zararı dokunmayan bir aşktır.

Çanakkale Boğazının en dar noktasının Anadolu yakasında Abidos, Trakya
tarafında Sestos adlı iki kent vardır. İki yakası bir araya gelmeyen boğazda, iki gencin bir araya gelmesi mümkün olabilir mi hiç? Ama aşk bu ya, bütün zorlukları aşıp bir araya gelmeyi başarır iki aşık lakin, boğazın kıskanç suları bir araya getirdiği gibi, ayırıverir iki genci.

anabasis... onbinlerin kandırılışı

Yıl M.Ö 401 ; Lidya Satrabı Pers Prensi Kiros, krallığın kendi hakkı olduğunu düşündüğü için, Yunanistan, batı Anadolu ve Trakya'dan toplanan paralı Hellen askerlerden ve Persler'den oluşan bir orduyla, abisi Pers kralı  II.Artakserkses'e karşı bir sefer düzenler. Bu darbe yapmaya yönelik seferi o kadar gizli tutar ki, ordusunda yer alan paralı askerler bile neye ve kime karşı savaşacaklarını bilmeden binlerce kilometre yol alırlar.

Bu sefere katılanlardan biri de Atina'da aristokrat bir ailenin oğlu olan, Sokrates'in öğrencisi, tarihçi, yazar ve filozof Ksenophon'dur (Yaklaşık M.Ö 430-355). Paralı asker olarak prens Kiros'un ordusuna katılan Ksenophon da, sık sık, yazdığı kitabında para için değil dostluk için bu sefere çıktığını, aldığı parayı dini amaçlar için kullandığını belirtir.

tarihte ne değişti?

Pers kralı Kserkses M.Ö 480 yılında Salamis deniz savaşında Hellenler tarafından yenilgiye uğratılınca, fethettiği Yunan topraklarını komutanı Mardonios'un idaresine bırakarak geri çekilir.

Mardonios idaresindeki Pers ordusunu Hellas'tan tamamen atabilmek için, içinde Atina, Sparta, Megara, Korint'in de yer aldığı bir grup kent devleti birleşerek, tarihçi Herodot'un ifadesine göre yaklaşık yüz on bin kişilik bir ordu oluştururlar.

pandora...ateş ve kadın

Dünyaya kadın olarak gelmişseniz, hayata 1-0 mağlup başlamışsınız demektir. İlk golü yaratılış efsanelerinden yersiniz en başta. Çünkü yaratılışınızdan yaşamınıza kadar her şey falsoludur ve mağlubiyetiniz yaratılışınızla başlar.

Mitolojinin iki büyük yaratıcı ve derleyicisi şair Homeros ve Hesiodos'tur. M.Ö 700'lü yıllarda yaşayan, günümüze iki kitabı ulaşan  Hesiodos'un ''İşler ve Günler'' (Erga kai hemeria) kitabından antik çağda gündelik yaşam, çiftçilik, ticaret, gemicilik, iş, ahlak, giyim kuşam vs ile ilgili bilgileri ,''Tanrıların Doğuşu'' (Theogonia) adlı eserinden ise mitolojiyi ve tanrılar dünyasını öğreniriz.

 Hesiodos'un her iki kitabında da uzun uzun değindiği efsanelerden birisi, Pandora yani kadının yaratılış hikayesidir. Bu efsaneyi ilk ağızdan, yaratıcısı Hesiodos'un her iki kitabındaki dizelerden yaptığım alıntılarla paylaşmayı uygun buldum ben de.

yakmayın insanları lebedos'a gönderin!!

Her kent tarih içinde kendisinden bir anı bırakarak geçmişin sayfalarına, ya gömülür ya da taptaze tutularak anıları yaşatılır. Kimi büyüklüğüyle iz bırakır, kimi askeri veya siyasi gücü, tarımsal ya da ticari zenginliğiyle. Kimi ise daha kenti ayaktayken zihinlerde tarih sayfalarının karanlığına, kendi karanlığıyla gömülür. Tıpkı günümüzün Sivas'ı gibi.

Bir kent var hemen yakınlarımızda, İyonya Kentlerinden, her birimizin bir şekilde ya kenarından geçtiği, ya da yakınlarında bir yerde tatil yapmak için geldiği fakat pek çok kişinin fark etmediği. Tıpkı çevresi spot lambalarıyla çevrilmiş ufak bir mumun ışığının fark edilmediği gibi, güçlü ışığıyla göz alan kentlerin gölgesinde silik bir mum ışığı gibi fark edilmeyi bekleyen bir kent.

sikkeleri konuşan kentler

Sikkeler üzerinde yer alan tipler ( resim veya betim) kentlerin belirli özelliklerini yansıtırken, bazı sikkelerdeki resim ve şekillerin, sikkeyi basan kentin adını çağrıştırdığı veya adıyla aynı anlama geldiği görülür.Bu tür sikkelere konuşan tip denir.

Anadolu kentlerinden; Side sikkelerinde nar, Selinus  sikkelerinde kereviz (selinon,) Phokaia sikkelerinde fok (phoke), Trapezos  sikkelerinde masa (trapeza), Astakos sikkelerinde ıstakoz (astakos) kentlerinin adını aldığı hayvan, bitki veya nesneyi sikkeleri üzerinde de kullanırlar. İsim yazmadan resimlerle basıldığı kenti anlatan bu sikkeler, üzerindeki motiflerle konuşur adeta.

bir kader hikayesi...odysseus ve nausikaa

Kader inancı her ne kadar günümüzde dini inancın bir parçası gibi görünse de, çağlar boyu insanlar arasında hep var olagelmiş. İnsanoğlu olayları bir tesadüfe bağlamak yerine, tanrıların işe karıştığı, sebep olduğu bir düşünce sistemi üzerine oturtarak, yorumlama çabasına girişmiş.

Kimi zaman dini inanışın, kimi zaman mitolojinin, kimi zaman da Hintlilerde olduğu gibi felsefenin bir parçası olmuş kaderOdysseus ve Nausikaa'nın mitolojisi, hem kadere tanrıların müdahalesinin hem de Hint felsefesinin dört altın kuralının hikayeleşmiş hali gibidir adeta.

neden blog yazmaya başladım?

Bu sabah ''neden blog yazmaya başladım'''ın cevabını arayan bir soruyla bloger arkadaşlardan  Berkay tarafından mimlendiğimi fark edince ilk ve son mim yazımı yazmaya karar verdim.

Yaşadığımız ülkede aldığımız eğitim sonucu bizlere meslek öğretilmez esasında. Elimize tutuşturulan ''bu mesleği yapabilir'' belgesidir diplomalar. Tamam yapabilir de peki işi biliyor mudur belgeyi alan? Elbette hayır...Pek çoğumuz bilir ki hala usta-çırak yöntemiyle öğrenilir işler.

dün asaletin bugün sefaletin sembolü...çiftçilik

Antik çağda zenginliğin temeli; ana gıda kaynağını sağlayan tahıl ve diğer tarımsal ürünlerin, zeytin ve şarap üretiminin yapıldığı, aynı zamanda sığır, koyun ve atların otlatıldığı toprak zenginliğidir.

Yükünü tutmuş ve bir beyefendi gibi yaşamak isteyen zengin tüccar bir yurttaşın, toprak satın almak için önce ticaret işini bırakması gerekir.

Antik çağ yazarlarından Ksenophon (M.Ö 430-355) Economicus adlı eserinde, çiftçiliğin tüm uğraşlar içinde en soylusu, hayatını kazanmanın en hoş ve makbul yolu olduğunu söyler. Bedeni güçlendirir ve cesaret aşılar. İşiyle tutkuyla ilgilenmeye hazır, akıllı bir insan için daha karlı bir şey yoktur ve her şeyden önce öğrenmesi kolaydır. Gerçek bir beyefendinin boş zamanını faydalı bir şekilde değerlendirmesi için pek çok fırsat sunar.

sikkeyle satılsan değerin kaç drahmi?

Sikke;Yunanca ''nomizma'', latince ''nummus'' olarak adlandırılır ve klasik çağda ''kanun'' anlamında kullanılan  nomos sözcüğünden türetilmiş. Sikkelerle uğraşan bilim dalına nümismatik, bu işle uğraşan kişilere de nümismat denmekte.

Sikke bilimi olarak adlandırılan nümismatik, sikkenin basılmaya başladığı tarihten, günümüzde kullanılan bozuk paralara kadar uzun bir süreci kapsar. Başlangıçtan Bizans İmparatorluğunun sonuna kadar olan sürede basılan sikkeler Antik Nümismatik adı altında incelenir.

Sikkenin icadından önce de para farklı biçimlerde ''hayvan para'' .''alet para'' gibi kullanıldığı için her para sikke değildir, ama her sikke paradır. Her sikke, basıldığı kentin tarihsel, dinsel, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel olaylarını anlatan, kentlerin kimliği görevini gören tarihi birer belgedir.

kendini arayan adam...heraklitos

Büyük Heraklit bilge adam, unvanı ''Karanlık'', öğretileri aydınlığa açılan kapıyı aralayan, bu toprakların yetiştirdiği ölümsüz filozof; bugün önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum!

Heraklit (Herakleitos) yaklaşık olarak M.Ö 640-580 yılları arasında yaşamış Efesli (Ephessos) bir filozof. Kaynaklar Heraklit'in Efesli kral ve rahipler çıkaran aileye mensup bir soylu olduğunu; babası Blyson'dan kendisine kalan, daha sonra çekilerek yerini kardeşine bıraktığı rahipliğin ona ayrıcalıklar sağladığını söylerler.

unutuşun nehri lethe

Mitoloji  kurgulanmış hikayeler, olağanüstü olaylar ve kişilerin ifadesi değil sadece. İnsanların; düşünebildiğinin, sorguladığının hayallerinin, düşlerinin dışa vurumu bazen de. Felsefeyi bilmezden evvel mitolojiyle düşünmüş insanlar. Bazı şeylere yüklediği anlamların derinliği hala etkileyici bir yolculuğa iter bizleri. Tıpkı Lethe gibi..

Lethe unutmak anlamına gelen, bir nehirle vücut bulan bir tanrıçanın adı. Nehir de unutuş nehri oluyor doğal olarak. Kavga tanrıçası Eris'in kızı, Gece'nin torunu olduğunu söyler Lethe'nin Hesiodos.

Ölüler ülkesinde akan bir ırmaktır Lethe..Her ırmak gibidir akışı belki de ama, kerameti ne ele gelen, ne de kaba giren suyundadır. Kim bu ırmağı  mitolojinin zengin içeriğine katmıştır  bilinmez ama, Lethe'ye yüklediği anlam; insanın derinlerine inip hayatını sorgulayışının eseridir.

sikke icat oldu dostluk bozuldu

Anadolu tarih boyunca pek çok ilkin ortaya çıktığı bir coğrafya. Bunlardan birisi var ki hayatımızı kontrolü altında tutan, hayatını devam ettirmek için, kimine göre araç, kimine göre ise amaç olan para..

Paranın ortaya çıkış ve cebimize giriş serüvenini bir önceki yazıda anlatırken, tam da cebimize girecek büyüklüğe eriştiği döneme; sikkeye kadar gelmiştim. Antik yazılı kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilere göre, ilk sikke Anadolu'da ekonomisi çok ileri durumda büyük bir devlet kurmuş olan Lidyalılar tarafından Kral Alyattes döneminde, M.Ö 640-630 'larda icat edilir.

çelişkileri bol anlaşılması zor coğrafya...trakya

Çanakkale'ye gidip her karesi bir hikaye, her adımı bir destan olan  Gelibolu'yu gezip şehitlerimizi ziyaret ettiniz mi? Bunu yaptıysanız ve bir defalık ziyaretin size yeterli geldiğini düşünüyorsanız sakın böyle bir yanılgıya düşmeyin.

Ne ananızın, ne babanızın, ne de atalarınızın kabrini bir kere ziyaret etmek yeterli gelmiyorsa, Gelibolu'yu da bir kez ziyaret etmek yeterli olmamalı. Gündüz karış karış gezdiyseniz vaktin birinde; bu defa da  gece uğramayı deneyin;

Arakhne ve sanatını yaşatan örümcek

Anadolu, görünce hayranlık uyandıran el işlemelerinin inceliği, kök boyalı ipliklerle dokunan kilimlerinin güzelliği, kumaşlara işlenen motiflerin zenginliğiyle ün salar da, bunlardan doğan bir hikayesi olmaz mı? Elbette olur..

Arakhne Kolophon'da  (İzmir-Değirmendere) yaşayan Lidya'lı bir kızdır. Güzel olmasına çok güzel bir kızdır ama, güzelliğinden daha büyük bir meziyete daha sahiptir. Kök boyacılığı yapan tüccar İdmon'un güzeli kızı Arakhne el işi yapmakta, kilim dokumakta ve nakış işlemekte o kadar beceriklidir ki; ustalığının üzerine kimse yoktur bulunduğu yörede.

denize söven suları döven diktatör..kserkses

Omuzlarınıza yüklenen yükün büyük, derdinizin çok mu olduğunu düşünüyorsunuz? Cevabınız evet ise  bu cevabı duyunca, Çanakkale Boğazı (Hellespontos) isyan edip haykıracak size: ''Benden büyük dert, benden ağır yük taşıyan yoktur tarihte'' diye.

Eeee haksız da değil hani isyan etmekte. Kolay değil koskoca iki kıtanın ayağı olup sırtını köprü yapıp dertleri'de, yükleri de taşımak.

tarihe uzanan taşlı yol..likya yolu

Ayaklarınızın taşa, ellerinizin ağaçlara, gözlerinizin denize değdiği, tarihe uzanıp giden, tarihin içinden geçen, sükuneti, eşsiz doğal ve tarihi güzellikleri ruhunuza kadar işleyen bir yol Likya Yürüyüş Yolu.

Tarihe ilginiz, doğaya sevginiz, kalabalık gruplara uyumunuz, yorgunluk ve doğabilecek aksaklıklara tahammülünüz, bir kaç gün de boş vaktiniz varsa; antik çağın yol güzergahlarını adımlamak, geçmişin izlerini takip ederek kendiniz ve tabiatla baş başa kalmak bu boş vakti değerlendirmek için mükemmel bir seçenek.

paranın iki yüzü

 Yıl  3715...

Küçük kız her gün yaptığı şeyi hiç şaşmadan tekrar ederek,okulu ve evi arasında kullandığı yolunun üzerindeki, etrafı şeffaf bir duvarla çevrilip korumaya alınmış alana iyice yaklaştı. Şeffaf duvara burnunu dayayarak gözlerini yerde boylu boyunca uzanan, uzun güzel taş parçasına dikti.

Kendisinden yıllar önce yaşamış insanların, silindir şeklinde, metrelerce uzanıp ucu sivrilerek sona eren bu taşı neden ve hangi amaçla kullanmış olabileceklerini hayalinde canlandırmaya çalıştı. Her gün bu taş parçasıyla ilgili hayalinde farklı bir hikaye kurgulardı.

paranın ortaya çıkış ve cebimize giriş serüveni

Uzun zamandır paranın tarih içindeki evrimine yönelik bir yazı yazmak istiyordum, fakat konu kapsamlı ve uzun olunca hep erteledim. Eee söz konusu olan ''PARA''. Öyle ha deyince anlatılıverecek bir şey değil ki. Kazanması bu kadar zor olan bir nesneyi anlatması o kadar kolay olabilir mi?

İnsanlar bir zamanlar mutluydu,kendi kendilerine yettikleri (Hüday-ı Nabit) bu mutlu devirde; ihtiyaçlarını kendileri karşılar, gereksinimleri sınırlı, çeşit ise azdır.

Göçebe hayatı yaşayan bu devir insanları, geçimlerini avcılık ve toplayıcılıkla karşılar, gereksinim duydukları her şeyi kendileri yapar, alış-veriş olmadığı için de bir ödeme aracına ihtiyaç duymadan mutlu mesut yaşarlardı.

tispe ve piremus..karaduta rengini veren aşk

Bütün dutlar beyazdı; ta ki, dallarının gölgesinde Tispe ile Piremus'un aşkına şahit olup, iki gencin, meyvelerine kanları, yapraklarına göz yaşları dokunduğu güne kadar.

Bir zamanlar Semiramis'in ülkesi Babil'de iki genç yaşar. Birisi şehrin en güzel kızı Tispe (Thisbe), diğeri ise yakışıklı Piremus (Pyramus). Aynı duvarın iki yanında yükselen evleriyle yakın komşu olan iki gencin birlikte geçen çocukluğu, gençliğe adım attıklarında,  arkadaşlıktan aşka dönüşür.

çanak çömlek deyip geçmeyin

Tarihi buluntular deyince seramikler akla gelenlerin en başında yer alır. Çağları aşıp günümüze ulaşan,parçalar veya bütün halinde ele geçen seramikler basitçe çanak çömlek deyip geçemeyeceğimiz, geçmişi okumak için en önemli bilgi kaynaklarıdır.

 İlk bakışta işlenmiş ve toprağın şekil almış halinden öte bir şey ifade etmeyen bu kıymetli buluntuları, bu kadar önemli kılan şeyin ne olduğunu ve bizlere neleri anlattıklarını merak ettiniz mi hiç?

dido ve külleriyle uğurlanan aeneas

Halk müziği ezgileri dışında, müzikle pek alakası olmayan ben gün boyunca kulağımda kalan bir ezgiyle dolandım durdum bugün. Nerede ve nasıl kulağıma çalındı farkında bile değilim ama sürekli duygulu bir müzik eşliğinde ''Dido'' sözleri yankılandı kulaklarımda.

Şarkı kim için hangi dilde söyleniyor bilmemekle beraber, yansıttığı hüzün mitolojiden Kartaca kraliçesi Dido'nun aşkını düşündürdü bana. Bu duygulu hikayeyi Dido şarkısının melodileri eşliğinde karalayıverdim ben de. Sizler de melodi eşliğinde okumak isterseniz yazının altında yer alan videoyu tıklayabilirsiniz.

antik çağdan...bugün ne yapmalı?


Hesiodos M.Ö 700'lü yıllarda yaşamış, Anadolu'da Kyme'de  (Aliağa yakınında bir antik kent) doğup, Yunanistan'da Boiotia'da hayatına devam etmiş bir şair. Antik çağın sosyal yaşamı gündelik işleri, çiftçiliği ile ilgili bilgileri,tanrıların doğumundan görevlerine kadar isim isim yazarak çağının dini inanışlarını bizlere ulaştırmış kıymetli bir kaynak.

Ayın hangi günlerinde ne tür işler yapmalı? Erkek ve kız çocuklar hangi günlerde doğmalı? Aşkın ve ibadetin makbul olduğu günler hangileri?

Ekimin ve hasatın yapılacağı bereketin artacağı , şansın ve uğursuzluğun bize eşlik edeceği günlere Hesiodos'un anlatımıyla şöyle bir göz atmaya ne dersiniz?

kassandra'nın çığlığı..ağzına tükürülenlerden misiniz?

Her şeyi bilmek bir insanı mutlu eder miydi? Hayatımız geleceği görmek, tahmin etmek ve yorumlamak gayret ve hasretiyle geçiyor. Bu çabalarımızda başarılı olsak, acaba ne kadar mutlu ve talihli olurduk?

Gerçekte bunları başarabilmek insanı ne kadar mutlu ederdi bilemem ama, mitolojiden bildiğim bir örnek hiç de öyle her şeyi bilerek mutlu yaşanamayacağını, bilakis; bilmenin ve görmenin hiç bir şeyi değiştiremediğini bu nedenle hiç bilmeyenden daha fazla üzüntü ve sıkıntı çekildiğini çok güzel anlatıyor.

savaş ve taktik dehası halk..iskitler

Perslerin kendilerine sefer hazırlığına giriştiğini öğrenen, Avrupa'da devlet kurmuş ilk Türkler olma özelliğine de sahip olan İskitler (Saka), M.Ö  513 yılında bu saldırıyı karşılamak için ön hazırlıklara başlarlar.

Trakya'nın kuzeyinden başlayıp, günümüzdeki Bulgaristan ve Romanya'nın bir bölümü ile Ukrayna'yı kapsayan coğrafya üzerinde yer alan İskitler, Perslerin saldırılarına karşı birleşmek için komşu ülkelere elçiler gönderirler.

Komşuları olan ülke halklarının kral ve şefleri Perslerin saldırı hazırlıkları karşısında ne yapacaklarını konuşmak üzere bir araya toplandıklarında İskit habercileri onlara önerilerini iletirler:

antik çağdan bir sefer hazırlığı

İnsanların yaşadığı topraklara dışarıdan gelen bir saldırı karşısında, bir araya gelip direnmesi ve savaşması doğal. Sahip olduğu, yaşamının idamesi için gerekli kaynaklarının az olması, neslinin sürekliliği için yeni kaynaklar bulma zorunluluğundan başka yerlere yönelmesi ve savaşması da kabul edilebilir bir durum.

Fakat bu sebepler dışında orduların savaşma isteğini hiç anlayamamışımdır.Antik çağda yapılan savaşlarda diktatörlerin ve imparatorların daha fazla güç için binlerce kilometreyi aşması anlaşılabilir belki, ama bu duruma ayak uydurup onların peşlerine takılan farklı ülke ve kentlerin insanlarını anlamak güç gelirdi.

nokta yazıya nasıl düştü ?

Yazılı metinlerin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte, bu metinlerin, cilt cilt sıralanmış kitaplar, kelime aralarına konulan boşluklar, nokta ve virgülle anlamlandırılmış yazılar olduğunu mu düşünüyorsunuz? O halde çok yanılıyorsunuz.

Günümüzde antik çağın abideleri olarak gözümüzü okşayan kütüphaneleri dolduran kitaplar nasıldı dersiniz? Bergama Kütüphanesinde 200 000, İskenderiye Kütüphanesinde 150 000. Efes Celsus Kütüphanesinde 14 000 kitap vardı derken; bunlar pek çoğumuzun hayalinde canlandırdığı gibi ciltlerle duvarlara dizilmiş kitaplar değildi elbette.

Ölüdeniz yazmaları
                                  Ölüdeniz'de ele geçen yazmalar

dün troya bugün çanakkale

Verimli toprakları yağmalamak için, bala üşüşen sinekler gibi, bir kadının eteklerine sığınarak, Troya'ya koşan halkların destanının; bugün nasıl anlamsız ve imkansız olduğunu; hatta hiç var olmadığını düşünenler varsa;
bin yıl sonra da, haritada yerini bilmedikleri, adını hiç duymadıkları Çanakkale'ye, savaşmaya koşanların da olamayacağını söyleyecek insanlar çıkacak.

Hatta bin yıl ne demek? Daha yüzüncü yılında, atalarının kanı yerde kurumadan, mezar taşları daha dimdik ayakta toprakta yatan şehidinin başını beklerken; neden savaşmak ve ölmek zorunda kaldıklarını unutan gafiller olacak belki...

Aç gözlü, yayılımcı ve yağmalayıcı zihniyetlerini,  namus davası kisvesi altında Anadolu topraklarına, Troya'ya taşıyanların, 3000 yıl sonra, bu kez kılıf uydurmaya gerek duymadan alenen yapılmış taarruzudur  Çanakkale Savaşı. Savaş olarak başlamış, destan olarak bitmiştir burada mücadele.

nergis..günümüzde narkissos ve ekho

Kişiler sahip oldukları güzellik, güç, yetenek vs gibi kendilerini diğer insanlardan bir adım öne çıkaracak nitelikleri başkalarının yıkımına neden olacak şekilde kullanırlarsa; bir gün mutlaka cezalandırılacaklarına inanmış antik çağda insanlar. Bu cezayı verecek kişi ise ilahi adalet olarak adlandırabileceğimiz bir tanrıça olan Nemesis.

Nemesis’in gazabına uğrayanların en başında, ölümcül bir güzelliğe sahip olan yakışıklı delikanlı Narkissos gelir.

Narkissos güzelliğiyle görenleri büyüleyen bir delikanlı; Ekho ise kimsenin ulaşmayı başaramadığı güzeller güzeli bir peridir. Hikâye ikisinin karşılaşmasıyla başlar.

Kibele..bir zamanlar tanrı kadındı

Cinsiyeti olmayan tanrının, cinsiyetinin erkek gibi gösterilmeye çalışıldığı günümüzden, eskilere, bir zamanlar cinsiyetinin kadın, isminin Kibele olduğu günlere uzanalım biraz.

Anadolu'da verimli toprakları, güzel iklimi, tabiatın cömert davrandığı bitki örtüsüyle üretkenliğin sembolü olarak görülüp tapılan kadın; bedensel gücüyle kurak iklimlerin, çöllerin, yaşam şartları zor olan coğrafyaların efendisi erkeğe bıraktı hakimiyeti.

Kibele'nin varlığına ait buluntuların en eskileri Burdur Gölü yakınındaki Hacılar'da ve Çatalhöyük'te ortaya çıkartılan M.Ö 7000-6500 yıllarına tarihlenen eserlerdir. Bu nedenle Ana Tanrıça'nın kökeninin Anadolu olduğu ve buradan yayıldığı düşünülür.

homeze yaylası..bir kış masalının hikayesi

İçinde bir kış masalını yaşadığım güzel bir rüya gördüm. Mavi, siyah ve yeşilin iç içe geçtiği, hangisinin nerede başlayıp nerede bittiği belli olmadan üzerinin beyaz bir örtüyle örtüldüğü, beyaz örtünün bulutlarla birleştiği bir coğrafyadaydım.

Suyla toprak, toprakla ağaç, ağaçlarla kar, karlarla bulutların nefis uyumuna tanıklık ettim.Toprağın ve ağaçların, gökyüzüne ulaşmak bulutlara karışmak istercesine hep yükseğe, daha yükseğe uzanışını ve yükseklerden azametle aşağı su ve insana bakışını gördüm. İnsanların bu bakışa inat toprağın yükselebildiği alana kadar tırmanma ve adeta dağların başına taç gibi geçirilmiş yaylalara ulaşma azmini ve keyfini yaşadım.

tomris hatun..bir kadının intikam yemini

Massaget'ler Hazar Denizi ve Aral gölü arasında kalan coğrafyada hüküm sürmüş bir halk. Herodot yaşadıkları coğrafyayı tarif ederken, Hazar Denizinin güneybatısı yönünden Kafkaslarla kesildiğini, gün doğusunun ise uçsuz bucaksız ovalara açıldığını söyler. Aynı zamanda Massagetlere İskitler dendiğini ifade ederken, Strabon Massagetleri Sakalar olarak tanımlar. Massaget, İskit ve Sakaların aynı kavim veya aynı kavimin boyları olabileceği görüşü hakim.

Massaget ve İskitlerin yaşadığı coğrafya üzerinde daha sonra Türklerin varlığını sürdürmesi, karakter ve yaşam tarzı, inanış ve gelenekleri açısından benzerlikler görülmesi nedeniyle bu halkların Türklerin kökeni olabileceği, kabul gören bir düşünce.

özgür ruhlu ışık ülkesi insanları.. lukkalar

Türkiye haritasında Fethiye'den Kemer'e doğru kuzeye bombeli yay şeklinde bir çizgi çekersek, çizginin güneyinde, yani deniz tarafında kalan topraklara kabaca Lukka (Likya) diyebiliriz. Günümüzde Muğla'nın Fethiye ilçesi ile Antalya'nın Kaş, Kale, Finike, Kumluca ve Kemer ilçelerinin bulunduğu Teke Yarımadası olarak geçen alanı kapsar.

Amasya'lı Strabon (M.Ö 64-M.S 24), Anadolu'dan Roma'ya kadar yaptığı gezileri kaleme aldığı Coğrafya adlı eserinde, gezdiği yerler ve halklar ile ilgili bilgiler verir. İyi veya kötü o kentlerle veya krallıklarla ilgili pek çok tespitte bulunur. Övgüyle sözünü ettiği halklar da vardır anlatımlarında ama Likya halkını, hiç bir halk için söylemediği sözlerle över.

tarihte erkeklere karşı ilk kadın protestosu

Yunanistan'ın Dorlar tarafından istila edilmesiyle, Yunanistan'dan kaçan İyonlar, Dorlar ve Aiollar Anadolu'nun Ege kıyı şeridine göç ederler.

İçlerinden Atina birliğinden gelen ve kendilerini İyonların en soylusu sananlar, kadınlarını yanlarında getirmezler. İşgal ettikleri Milet'te ana babalarını öldürdükleri Karyalı kadınları eş olarak alırlar. Bu cinayetleri ödetmek için,Karyalı kadınlar babalarını, kocalarını ve oğullarını öldürüp kendileriyle yaşamaya kalkışan erkeklere karşı, yeminle bağlandıkları bir yasa koyarlar.

alyattes tümülüsünde aşk kızlarının emeği

Lidya Kralı Kroisos'un babası Alyattes'in M.Ö 561 'de ölümünün ardından yapılan anıt mezar, örnekleri içinde, Anadolu'da yapılan en büyük tümülüstür.

Tümülüsler genellikle düz arazi üzerinde,bir mezar odası ve bu odaya ulaşılan bir geçit yapıldıktan sonra, üzerleri yığma toprakla doldurulan, etrafı taş bloklarla çevrelenen koni şeklinde yükselen yığma mezarlardır.

tarihin ilk grevi nasıl sonuçlandı?

Milet, Ege kıyısında, İyon birliğinin en güçlü metropol kentlerinden birisi. Başlangıçta Dört limanı ile antik çağda doksandan fazla şehri kolonize etmiş bir liman kenti iken, günümüzde Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonların dolmasıyla denizden 10 km kadar uzaklaşmış.

Kentin en dikkat çekici yapılarından biri olan 15 bin seyirci kapasiteli tiyatro en iyi koruna gelmiş eserlerden birisi. Roma dönemi mimari özellikleri gösteren Milet Tiyatrosu, M.S I.yy'da, 100 yılları civarında yapılmış. İnşaat sırasında yaşanmış bir olay ise, tiyatroda yer alan bir yazıtla günümüze ulaşmış.

bir arkeolog blog yazmaya kalkışırsa

Günlük hayatta yazı yazmayı, sürekli karalamalar yapmayı seven ben, günlerden bir gün, nette blog yazarlığı diye bir kavramın varlığını keşfettim. Meğer isteyen herkes özgürce kendisine bir sayfa açıp bilgilerini paylaşıp, hatta aklına eseni yazabiliyormuş. Ben de bir denesem dedim ama, işe başlamaktan çok toparlayıp sonuçlandırmak inanılmaz zor bir şeymiş.

Bildiğim alanda yazacaktım güya, fakat şu dört ayda fark ettim ki bir arkeolog olarak yazmak, mutfakta 20 çeşit yemeği aynı anda yapmaya benziyor. Arkeoloji deyince çoğu kişinin aklına ören yerinde görülen, teknoloji kullanmadan inşası mümkün görünmeyen hayret uyandırıcı yapılarla mermer heykeller geliyor. Bunlar hakkında yazmanın nesi zor diyecekler eminim. Sonuçta bunu gezginlerin çoğu ziyadesiyle yapıyorlar, üstelik de hakkını veriyorlar diyecekler. Lakin işin mutfağı hiçte sanıldığı gibi değilmiş.

İşte Aşk Budur !

Madem bugün sevgililer ve aşkın günü; tarih içinde gezen bu sitede tarihin başlangıcına gitmek istedim ben de. Tarih aşkla başladı. Adem ve Havva'ya yasak meyveyi yediren aşktı belki kim bilir.

Cennetten kovulmak özgür iradelerini kullanmaya başlamanın ilk adımıydı insanların. Belki de  bu adımı atacak cesareti veren aşktı birbirlerine hissettikleri. Sebep ne olursa olsun, insanlık tarihi nasıl ki Adem ve Havva ile başladı; aşk da onlarla yaşıt olarak süre geldi.

Ruhu kanatlandıran Aşk... Psykhe ve Eros

Mitolojinin en güzel ve en etkileyici hikayelerinden biridir Eros (Aşk) ve Psykhe'nin (Ruh) hikayesi. Hikayeye kaynaklık eden yer Anadolu ve Ege kıyısında bulunan Miletos (Milet) kentidir. Eros ve Psykhe, hayatımızdaki iki soyut kavramın, aşk ve ruhun somutlaştırılarak hikaye edilmiş hali. Ruh bilimi (psikoloji) kökenini Psykhe'den (Psiko) alır.

Milet kralının üç güzel kızı vardır, fakat en küçükleri Psykhe (Ruh) çok daha güzeldir. Hatta o kadar güzel ve iyi bir kızdır ki insanlar onun tanrıça olduğuna inanmaya başlarlar. İki kardeşi evlendiği halde Ruh bir türlü evlenemez. Çünkü; 
hiç kimse bu kadar güzel bir kızla evlenebileceğini düşünemediğinden, evlenmeyi istemeye teşebbüs bile edemez. Onun, ancak bir tanrıyla evleneceğine kesin gözüyle bakarlar.


kardeş kavgası ve kimmerler

Kimmerler tarihe, iyi kılıç ve balta kullanan, cesur ve gözü pek savaşçılar olarak geçmiş bir millet. Yüzyıllar boyu varlığını devam ettirebildiği asıl yerleşim alanları ise karadenizin doğusu ve kuzey kıyıları. Günümüzdeki Kırım isminin kökeni Kimmerden gelmekte. Çocukluğumuzun çizgi roman kahramanı Barbar Conan Kimmeryalı bir savaşçı olarak düşünülüp çizilmiş. Savaşçı  kadınlar olan Amazonların Kimmer olduğu tartışmasız kabul gören bir gerçek.

Amazonlar Troya Savaşında, Troyalıların yanında yer alırlar. Akhilleus'un Amazon Kraliçesi Phenteselia'yı öldürmesi ve ölümünden hemen önce ona aşık olması Troya Savaşının en trajik hikayelerinden birisidir. Savaşta pek çok Aka'lıyı öldüren Phenteselia, Akhilleus tarafından yaralanır. Yere düşen kraliçenin miğferini kaldıran Akhilleus, Phenteselia'nın gözlerine bakınca ona aşık olur fakat kraliçe Akhilleus'un kollarında can verir.

izmirin büyük kusuru

İşe gitmek için apartmanın  kapısından hızla dışarı fırlamamla sağanak yağışın altında açıyorum gözlerimi;  '' kabus başlıyor'' diye düşünerek, üzerimdekilerden ,yağmurdan kuru kurtarabildiğim kadarına şükredip, koşarak arabaya atıyorum kendimi.

Trafikte yol kenarında göllenen suları teğet geçebileceğim şeridi kestirmeye çalışarak, arada zikzaklar çizip, iş yerine doğru yol alırken; İzmir'de her yağmurlu günde olduğu gibi, yine içimden geçmişe bir gönderme yaparak, bir taraftan düşünüyorum:

mistik bir geziye ne dersiniz?

Biraz sıkıntılı mı hissediyorsunuz kendinizi? Bir çıkmazın içinde veya veremediğiniz büyük kararların eşiğinde misiniz? Aklınızda cevap bulamadığınız sorular, çözümleyemediğiniz sorunlarınız mı var? Vaktinizi nerede nasıl geçirsem arayışında mısınız? Şöyle Alsancak'a ya da Kızlarağası'na gidip bir kahve içip , üzerine de bir fal baktırsam düşüncesi mi geçiyor aklınızdan? Durun ve bir kez daha düşünün.

Sizden yüzler, binlerce yıl önce yaşayanlar da bu duyguları yaşadılar, hissettiler ve düşündüler. Gelecekte kendilerini neyin beklediğini bilmek, adımlarını ona göre atmak, içinden çıkamadıkları sağlık da dahil olmak üzere pek çok sorunlarına  çözüm bulmak istediler. Size günümüz alışkanlıklarından farklı olarak, geçmişin ayak izlerini izleyeceğiniz bir seçeneğim var.

yazgıdan kim kaçabilir ?

Troya savaşı sona erip, istilacılar ülkelerine dönüş yoluna geçince; Kahin Kalkhas onlara katılmadı. Çünkü o biliyordu ki; ordu tanrıça Athena'nın gazabına uğrayacak ve dönüş yolculuğu çok uzun yıllar sürecek.

Bunun sebebi ise şu olaydır;  Akhilleus Paris tarafından öldürülünce, Akhilleus'a tanrıça annesi Thetis tarafından, tanrı Hepheistos'a yaptırılan silahları, kimin alacağı tartışması yaşanır. Savaşta tanrılara denk bir kahramanlık sergileyen Akhilleus'un amcası Telemon'un oğlu Aias ve Odysseus silahlara talip olurlar. Geleneğe göre; kahramanlıkta herkesi geride bırakan, silahları hak eder. Ordudaki herkes silahları Aias'ın hakkettiğini düşünmektedir fakat Agamemnon ve Menelaos Odysseus'tan taraf olunca; silahları Odysseus alır. Aias, silahlar Odysseus'a verilince bunu onuruna yediremez ve kendi kılıcı üzerine atlayarak intihar eder.

troya savaşının yönetmeni...kalkhas

Kalkhas..Öyle bir adam düşünün ki yazgıyı değiştiren, iki kıtanın savaşında savaşın seyrini ve sonunu belirleyen. Antik Çağın dört büyük savaşından biri olan Troya Savaşı (İlios) tanrılar tarafından yazılan, Kalkhas tarafından yönetilen; başrolü  Priamos ve Agamemnon adında iki kral ile  Akhilleus (Aşil), Paris, Hektor ve Helena tarafından oynanan, yaklaşık on yıl süren çok uzun metrajlı bir filmdir aslında.

Kahin Kalkhas'ın buradaki rolü hep göz ardı edilir de; herkes baş rol oyuncularına yönelir genelde. Hala öyle değil midir zaten günümüzde de? Herkesin gördüğü tanıdığı adına ister başkan densin ister yönetici; tarihi değiştirecek güçte ve ünde görünürler gözümüze. Ama hep biliriz ki yönetmenin kendisine verdiği rolü oynayan birer aktördür bunlar aslında... Asıl oyunun seyrini ve kaderini değiştiren bir yönetmenin varlığını hep hissederiz ama ya telaffuz edilmez ya perdenin arkasında durduğu için kimliği bilinmez.

babilde evlilik müzayedesi

Tarihin Babası Herodot'un  Halikarnas'ta (Bodrum) M.Ö 490 yıllarında doğduğu,468-467 yıllarında tanınmaya başladığı ve 425 yıllarında öldüğü kabul edilir. Kitabında aktardıkları V.yy ortalarında dünyanın farklı ülkelerine şöyle bir gezinti imkanı sunar bizlere. Gezdiği yerlerdeki gözlemlerini ve duyup dinlediklerini kendi yorumlarıyla, şiirsel ve akıcı bir dille anlatırken tarihe keyifli bir yolculuk yaptırır.

Anlatımındaki felsefi yaklaşım ve şiirsellik bazen onu konudan uzaklaştırır. Bazı tarihçiler anlattığı olayların bir kısmına şüpheyle yaklaşır ama bu şüphe, onun tarihçi kimliğine arada gölge düşürse de ''Tarihin Babası'' unvanını korumasına ve hala kitabının kaynak kitap olarak kullanılmasına engel olamamakta.

antik çağdan matematik problemleri

Her birimizin okul yılları, anne babamızın, Ömer'in, Ayşe'nin yaşını hesaplamakla geçti. Sadece bizler mi yılları, yaşları hesapladık ? Bir kaç matematik problemiyle, bakın Antik Çağda neleri nasıl hesaplıyorlarmış:))
matematik

köle filozof..epiktetos

Özgür bedenleri içinde taşıdıkları ruhlarını; güce, otoriteye, paraya veya zevke köle yapan pek çok insana inat, köle bedenindeki ruhu özgürleştirebilmiş bir filozof Epiktetos.

Anadolu'da, Frigya Krallığı sınırları içinde kalan Hierapolis (Pamukkale) kentinde M.S 55 yılında bir kölenin çocuğu olarak dünyaya gelen Epiktetos, gençliğinde bir Romalıya satılır ve Roma'ya götürülür. Özgürlüğüne sahip olmadığı gibi bir isme de sahip değildir. Yunancada ''satın alınmış adam'' anlamına gelen Epiktetos adıyla anılır.

Rivayete göre efendisi öyle gaddar bir adamdır ki; bir gün sırf eğlence olsun diye bacağını mengeneyle sıkmaya başlar. Epiktetos ''efendim kıracaksınız'' der ama efendi sıkmaya devam eder ve ayak kırılır. Bunun üzerine soğukkanlı bir tavırla ''ben size söylemiştim,kırdınız'' der. Bu olay üzerine köleliğinin üzerine bir de topallığı eklenir.

celsus..kitapsever erkeklerin kütüphanesi

Kim demiş erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer diye? Bu sözü çürütecek bir kent  var tarihte. Antik Çağın ve on iki İyon kentinin en gözde kentlerinden biri olan ; Efes (Ephessos) ve bu kentin en gözde yapılandan biri olan Celsus Kütüphanesi

Bu Kütüphane  aslında ölen bir kişinin mezarı üzerine yaptırılmış bir Kahramanlık Anıtı'dır. (Heroon) Aslen Sardes'li olan Celsus, Roma İmparatorluğu tarafından Efes'e vali olarak atanır ve ölümünden sonra kütüphanenin olduğu alana gömülerek üzerine oğlu Aquila tarafından bir anıt mezar (Heroon ) inşa ettirilir.

miras bırakılan ülke..Bergama

Bir ülke kağıt üzerinde başka bir ülkeye miras olarak bırakılabilir mi? Sakın hemen hayır demeyin, zira tarihte bunun bir örneği var. Üstelik bu ülke, yaşadığımız coğrafyada, bu topraklar üzerinde kurulmuş ve 150 yıl varlığını devam ettirmiş.

Yapılan kazılarda ele geçen buluntulara göre Bergama (Pergamon) arkaik devirde küçük bir yerleşim yeridir. Adı ''kale'' veya korunaklı müstahkem yer'' anlamına gelmekte.Kentin akropolündeki yerleşimin izlerini gösteren buluntular M.Ö 7.ve 6.yy'a dayanmakta. Hakimiyeti altında kaldığı; Frigya Krallığı, Lidya Krallığı ardından Pers İmparatorluğu, İskender'le beraber Makedonya Krallığı derken, M.Ö 282 yılında, merkezi Bergama kenti olan bağımsız bir ülke olarak tarih sahnesine çıkar.

üç güzeller yarışması

Mitolojide, Kazdağları'nın (İda) Ayazma pınarının olduğu alanda geçtiğine inanılan Üç Güzeller Yarışması, tarihin ilk güzellik yarışması olmasının yanında, antik çağda, şairlerin şiirlerine, seramik sanatçılarının ve heykeltıraşların eserlerine en fazla konu olan Truva Savaşı'nın tohumlarının da atıldığı yarışmadır.

Gaia (toprak) ve Pontos'un (deniz) birleşmesinden doğan Nereus, Deniz İhtiyarlarından biridir. Denizin oğlu Nereus ,Okeanus kızı Doris'le evlenince, Doris tam elli kız dünyaya getirir. Bu kızlara Nereus Kızları denir. Bu kızların her biri, denizin çeşitli hallerini, renklerini, köpüklü dalgalarını simgeler. Babaları Nereus'la beraber, Knidos (Tekir burnu) açıklarında, denizin dibinde , bir mağarada bulunan saraylarında yaşadıklarına inanılır. Nereus Kızları, günlerini iplik dokuyup nakış yaparak, şarkı söyleyerek geçirir, arada bir babalarıyla beraber yarı bellerine kadar denizin yüzeyine çıkıp, suda dans ederek koro halinde şarkı söylerler ve deniz canlılarıyla gezerlermiş.