balayı tatili için dört mevsim öneriler

Bu aralar ne zaman sayfamı ziyaret edenlerin hangi aramayla geldiklerine baksam; karşıma balayı tatili için öneriler başlığı çıkıyor. Raytingi mi yüksektir, yoksa herkes gideceği yeri ararken nasıl olsa en güzel yeri balayına gidenler bulur mantığıyla mı bu tür aramalarla kendisine gidecek yer bulur bilemiyorum.

İşin ilginç  tarafı Google arama motorunda balayı için gezi önerisi arayanların sayfamdaki gezi yazılarına ve mitolojideki aşk hikayelerine gelmiş olması ki; biraz gezginlerin vardır elbet bir bildiği diyerek, biraz da balayı için öneri arayanları sayfamdan boş çevirmemek amacıyla😀😌 ülkemizin gezilip görülmeye değer yerleriyle ilgili şöyle birkaç tavsiye de ben karalayayım istedim 😃

Yaptığım öneriler balayında sizi memnun eder mi bilemem ama gezmeye, görmeye ve eğlenmeye meraklıysanız belki işe yarayabilir.

duvar saati

Bir haller oldu odamdaki saate...
Ya beslendiği enerji köreldi;
ya da kendisine dayatılan
göreve isyan etti.
Unuttu titizlikle uyması gereken
zamanın düzenini
ve durmak yerine olduğu yerde;
kendi halinde takılmayı
tercih etti belli ki...
Haftalar geçti alıştırdı beni de
kendi boşvermişliğine...
Ne onun zamanı doğru ölçme gibi
bir derdi var;
ne de benim
zamana uyma kaygım.
Ne ben onu düzeltme
derdindeyim;
ne o beni zamanın
içinde tutma telaşında.


Hangi zaman diliminde
gidip geliyor;
işte orası muamma.
Kimi zaman
saatler üçü gösterirken
o yedide ısrarda.
Kimi zaman saatler yediyken
o dördü zorlamakta.
Zaman dilimine karar vermek de
bana kalıyor...
Üstelik ne dönme hızı sabit,
ne de aynı tempoda;
bir gün gerçek bildiğimiz zamanla
bir saate düşerken mesafe,
tam aradaki farkı
kapattı kapatıyor derken;
başka gün beş saat açmış arayı
gittikçe uzaklaşıyor.



Onun düzene baş kaldırısı
beni de sürüklüyor arada.
Yorgunsam günün belli saatinde;
gözüm duvarımdaki
asi saatime kayıyor istemsizce.
Gün saatin kaçında
ne onun ne de benim umrumda.
Ölçüm onun ölçüsüne uyuyor
işime geldiğince...
Gün gecenin bir vaktine gelmişse
ve saatim beşi gösteriyorsa kendince,
gönlüm çalışmaktan yanaysa
bütün hevesiyle;
diyorum saat sabah beş
''gün yeni başlıyor haydi iş başına''
Gün sabahı yeni aşmışsa daha
ve üzerimdeki tembellik
beni paydosa zorluyorsa;
onun gösterdiği beş
can kurtarıcı oluyor miskin bedenime.
Ohooo diyorum
gün neredeyse akşama kavuşmuş,
istirahat etme vakti
gelmiş de geçiyor bile...


Hem zaman dediğimiz nedir ki?
Bize dayatılan,
arasına sıkıştırıldığımız
çelikten bir mengene...
Zamana hizmet etmek değil
direnmek gerek gerektiğinde...
Evrenin saatini kontrole
yetmiyorsa gücümüz;
kendi saatimizi
kontrol etmek gerek belki de...
Duvarımdaki saat
baş kaldırabiliyorsa
kendine dayatılan zamana;
asi bir inatla dönebiliyorsa
dilediği hızda ve tempoda,
ben neden uymalıyım
beni kontrol eden zamana?
Üstelik durmak yerine
direniyorsa hala kendi bildiğinde
ve tükenen enerjisine rağmen
dönüp duruyorsa kendi ekseninde;
ben neden durmalıyım?
Öyle bir bağ gelişti ki
zaman içinde aramızda;
o ısrar ediyor saat on artık uykuya diye,
ben direniyorum
gün yeni başlıyor nedir bu acele?

Zamanı doğrulamak
zorunluluk olursa arada;
önce onun gösterdiği zamana,
sonra telefonumdaki
evrenin dayattığı saate bakıyorum
ve şöyle diyorum saatime;
iki seçenek tek seçenekten
her zaman evla.
Yaşam hep
iki seçenekten ibaretken,
neden zamanı
tek seçenekte tutmak için
bu anlamsız gayret?
iki seçenekli bir zamanda
mutluluğu gösteren
saat hangisiyse;
doğruyu gösteren saatimiz
o olmalı elbet.
N.DENİZ

hiçlik

Kayboldum...
Öyle bir derindeki
düşüncelerim;
bir bedene bile ait değilim
ve başkalarının düşüncelerinde
varolmuş gibiyim.
Başkası görürken beni;
ben orada değilim.
Ve bilmiyorum hangi şekilde
hangi bedendeyim.
Hangi elbisem var üzerimde?
Hangi toka tutturulmuş
saçlarım uçuşmasın diye?
Hatta bir bedenim var mı,
sadece düşüncelerim mi
hayallerdeki;
farkında değilim

Öylesine ben
benden uzakta
bir yerlerdeyim ki;
orada tanıdık biri var mı
ve kiminle sohbetteyim?
Kime gülümseyerek
bakıyor gözlerim?
Kimi dinliyor, kime üzülüyor
merhametli yüreğim;
bi haberim.

Konuşabiliyor muyum?
Duyuyor muyum rüzgarın sesini?
Denizin fısıltısı
geliyor mu kulaklarıma?
Ve ben deniz nasıl bir şeydir
biliyor muyum;
emin değilim.
Düşünebiliyor muyum?
Toprağın derinlerine
iniyor mu köklerim?
Yoksa
gökyüzüne uzanan,
ulu bir çınarın gölgesi gibi miyim
güneş ışıklarıyla var olan;
habersizim.

Belki de yokum.
Hiç var olmadım.
Belki birinin boş zamanında
oyalamak için zihnini,
hazırladığı bir problemim.
Belki de yalnızlık içindeki
bir başkasının eseriyim.
Yalnızlığını paylaşmak için
kafasında yarattığı
kalabalıktan biriyim.
Bir sohbet tutturdum
kalabalıkla gülüp
eğlenmekteyim.
Yalnızlığıyla vedalaşıp,
uykusu geldiğinde;
herkes gibi ben de
hayallerinden uçup gideceğim.
N. DENİZ


karanlık

Saat gündüzdeydi fakat;
zaman gecenin
koyu karanlığına
takılıp kalmış...
Saate baksan;
güneş olmalıydı
gökyüzünde aslında...
Ama zaman
geceyi gösteriyordu inatla.
Saat kaç olursa olsun,
hep geceydi işte;
ve gece kalacaktı
şu andan sonra.



Koşacak oldu;
sonsuz karanlıkta
nereye koşacaktı?
Kıstı gözlerini
geceyi delmek istercesine
baktı ileriye.
Sanki uzaklarda
bir ışık huzmesi mi vardı?
Kararsızlıkla attı adımını,
''Dur'' dedi
arkasından gelen ses;
koşma o tarafa.
Ne istiyorsan bana söyle.
Baktı boş gözlerle
sesin geldiği yöne;
gerçi anlamlı baksa
görünecek miydi ki
bu ölümcül gecede?

''Söyle'' dedi ses ısrarla;
ışık mı istediğin?
Yıldızları indireyim
gözlerine;
gün karanlıkta olsa da
senin ışığın hiç
sönmesin.
İstersen ayı sereyim
yere; adımların hep
ışıklar üzerinde ilerlesin.
Yoksa ışığın yanında
ısı mı istediğin?
Güneşi getireyim!!
İste, yeter ki iste!

Boş gözleri
hüzünlü bir çaresizlik
doldurdu.
Haykırdı hıçkırarak:
''Anne ne olur ölme!!!''
Fısıldadı sessizce
ölmesini istemiyorum diye...
Bana annemi
getirebilir misin?
Ve annemin
öldürülmeyeceği
bir dünya verir misin?
dedi karanlıktaki sese
Sustu ses...
Zaten ne konuşacaktı?
Sadece sesten
ibaret olmasa,
kan dolaşsa
damarlarında;
dondu donacaktı.

Düşündü...
Vadettiği güneşi verse;
karanlığıyla
tüm kötülükleri besleyen,
gecesi de olan
bir dünyada;
her gün doğup;
ısısı ve ışığıyla
gece kaybolan güneşin
kucağında uyutup,
ısıtamadıktan sonra
ne faydası olacaktı?
Hep geceydi işte;
gece kalacaktı.
Ne zaman nereden
hangi kötülüğün çıkacağı
belli olmayan.
Adaletin
terk ettiği yerde
her şey siyah beyazdı;
yaşam da, ölüm de...
N. DENİZ

Kocası tarafından 19 Ağustos 2018 de katledilen Emine Bulut anısına...

emine bulut


tanrılar ve yanılsama














Toprağın altında
gömülü bir kozaydı;
yıllardır derin bir
uykudaydı.
Vakti zamanı geldi;
uykusundan uyandı.
Başını merakla
yeryüzüne çıkardı.
Gecenin örtüsünü
üzerine geçiren dünya,
şansına
kör karanlıktı.

Bakışları
yüksek göklere kaydı;
yukarıda
ışıltılı cisimlerin süslediği
parlak bir örtü vardı.
Kimi göz kırpan,
kimi kayan
etrafa ışık yayan
parıltısına yıldızların
hayran kaldı.

Uzandı yükseklere
eline geldi en parlağı.
Dışı bu kadar ışıltılıysa;
içinde onu ateşleyen
kim bilir
ne cevher vardı.
Ovaladı avucundaki yıldızı;
üstteki cila kalkıp,
içteki cevheri
iyice parlasındı.

Döküldü üstteki ışıltılar
birer birer kayarak,
yerine koyu bir
karanlık bırakarak.
Şaşırdı küçük tırtıl
elindeki yıldıza bakarak.
Demek ki
dünyadaki her şey
göründüğü kadardı.
Yıldız göklerde parlak;
taş yerinde ağırdı.

Dünyaya çıkmanın
yorgunluğuyla
silkindi esneyerek;
yumuk gözleri
yavaşça açıldı gülümseyerek .
Şaşkınlıkla şöyle bir
etrafına bakındı;
düşündüklerinin hepsi
derin bir yanılsamaydı.
N.DENİZ


antik çağdan yasalar ve cezalar.. laodikya su kullanım yasası

Antik çağda mimarisi ve estetiği ile gözümüzü okşayan, mimarlık ve mühendislik  harikası çeşmeler ve bu çeşmelerden akan suyu taşıyan kanallar nasıl korunuyordu hiç merak ettiniz mi?

İnsanoğlunun zarar vermeye ve haksız kazanç elde etmeye yatkın doğasından, kamu yararına yapılmış yapıları korumak gerekmiş her dönemde elbette. Öyle ya; günümüzde telefon kablolarından, demir yolunu çevreleyen parmaklık demirlerine ve logar kapaklarına kadar, her şeyi kesip kırıp  çalıp çırpıp satmaya, eşine dostuna kamu malını peşkeş çekmeye meyilli o kadar insan varken; geçmişte bunun aksi olduğunu düşünmek mümkün mü?

Denizli yakınında yer alan Laodikya antik kentinde İmparator Traian adına yapılmış olan bir çeşme ve bu çeşmeye 10 kilometre uzaklıktan kanallarla taşınan su yolunun korunması için düzenlenmiş bir su yasasını içeren yazıt, bu konuda oldukça detaylı bilgi ulaştırmış bizlere.

yavrucuğum sen misin?



MİNNET VE ÖZLEM
Derdimi yok, tasamı ırak eden
rüzgar mısın, yel misin?
Umut gibi damla damla düşen üstüme
yağmur musun, çiy misin?

öfkeyle akan dereyi ıslah eden;
gurur bendini yıkıp geçen sel misin?
Bedenimde tırnak mısın, et misin;
yoksa ciğerimi dolduran nefes misin?

Ummana coşkuyla koşan nehirler gibi;
kalbimin özlemle aktığı Denizim misin?
Her mevsim gözlerimde açan çiçek
yavrucuğum sen misin?
N.DENİZ

girdap

girdap















Uzandı
kor alevden testiye;
kurumuş ağzı,
çatlamış dudakları
nihayet ıslanacaktı.
Hey zavallı!
Uzandığın testi
içi kor, dışı alev;
bir damla
 su bulsa,
zaten kendi ateşini
söndürecekti.
Düşünemedi
yandı testiye değen eli;
içmekten vazgeçti.
Yanan elinin ateşini
serinletecek bir şey arandı.
Yakınında gördüğü,
dikenli yaprakların
çevrelediği yeşil bir daldı.
Dikene aldırmadı kavradı.
Yeter ki
elinin ateşini alsındı.
Heyhat!
Yanan el
soğusa ne olacak?
Batan dikenlerin acısı,
kanayan yarası
canından can ayırdı.
Diz çöktü yere,
avuçladı toprağı;
elinin kanı
toprakla yıkansındı.
Unuttu
kanın ne yapışkan,
ne menem bir şey olduğunu.
Yıkansa iyi;
avuçlarında
kanlı bir çamur kaldı.
Ne susuzluk, ne acı;
avuçlarındaki çamuru
temizlemekti artık 
tek amacı.
Ateşten testiye
yöneldi geri.
Avuçladı kor alevi;
ellerini kurutsun;
temizlesindi.
Ateşin gücüyle;
pişen topraktan
taşa dönen çamurlar,
sıyrıldı geldi.
Artık elinde
dikeni ezecek
bir taşı vardı.
Şimdi o acımasız
diken düşünsündü.
Vurdu elindekini
dikenin beline;
yeni filiz veren diken
gövdesinde biriktirdiği
can suyu ile
kıvrıldı indi yere.
Kopan dalın ucunu
götürdü kuru dudaklara;
gülümsedi
dikenli yapraklara.
Umudun nerede
olduğu,
çarenin nereden
geleceği
hiç belli değildi.
Doğruldu;
sanki bir şeyleri
eksikti.
Eğildi baktı bedenine;
yeşil yapraklı diken
kendisiydi.
Uyandı
kabus sona erdi.
Ve anladı;
aslında insan için,
kendi sınırlarını
zorlamak gerekliydi.
N. DENİZ


güzelin gücü.. teoslu anekreon

Aşk, şarap ve erotizm üzerine şiirler yazan Teos'lu şair Anekreon'dan M.Ö 570-485/80 Teos (Sığacık, Seferihisar/ İzmir)

İÇMEK
Kara toprak içer,
Ağaçlar onu içer,
Deniz havayı içer,
Güneş denizi,
Ay da güneşi.
Ne sataşırsınız ey dostlar
Ben içmek isteyince?

masalcı ezop.. aisopos

M.Ö 6.yüzyılda yaşayan, Trakya'dan Samos'a yaşadığı yerle ilgili tartışmalar olsa da Frigyalı olduğu kesin gözüyle bakılan, büyük ihtimalle Frig şehri Amoriumlu (Emirdağ/Afyon) olduğu düşünülen masalcı Ezop hayvanları kullanarak insanlara ders veren masallarıyla fabl türünün öncüsü sayılır.

Günümüzde karınca ve ağustos böceğinden tutun da karga ile tilkiye pek çok hikayesi La Fontaine'in şiirsel anlatımıyla dönmüş yaşadığı coğrafyaya. Neden hayvanlar aracılığıyla insanları eğitmeye çalıştığının gerekçesi de aşağıdaki masalında yatıyor olsa gerek:

on iki işaret oyunu

LUDUS DUODECIM SCRIPTA (On iki işaret oyunu)
Oyun tablası görsel; Laodikeia Antik Kenti / Denizli
LUDUS DUODECIM SCRIPTA

İki kişi, siyah ve beyaz renkli on beşer pul ve üç zarla oynanan günümüzdeki tavla benzeri bir oyun. Roma döneminde çok yaygın olan oyunda mermer veya ahşap tablalar kullanılmış. Üzerine yapılan işaretler ya da alttaki örnekte görüldüğü gibi işaret yerine kullanılan anlamlı kelimeler ve özlü sözler kazınarak oyun tablaları oluşturulmuş.

ya birlikte kazanır ya beraber kaybederiz

Philedelphia (Alaşahir, Manisa) M.Ö 3. yüzyıl ortaları

Efendisinin gücüne güvenerek İmparatorluğa ait araziyi başkasına kiralayan; usulsüz kazanç elde ettiği için hapse giren çoban Kallipos'un efendisi Zenon'a bize pek de yabancı gelmeyen''Ya birlikte kazanır, ya beraber kaybederiz, gerekirse kadınları da harcarız'' babında yazdığı mektup;

«Kallippos’tan Zenon’a saygılar! Hapiste olduğuma aldırış etmeden kolayca uyuyabiliyor musunuz ? Hiç değilse hayvanlarınızı düşünün. Bilin ki, eğer (çoban) Demetrios’un keçileri aynı yerde kalırlarsa telef olurlar; çünkü onun bu hayvanları götürdüğü otlağın yolu bile onları öldürmek için yeterli. Ayrıca Senaru yöresinde biçilen otu da düşünün; bunun da ziyan edilmemesi lazım, çünkü oradan elde edeceğiniz kazanç da az değil. Hesabıma göre buradan 3000 bağ ot çıkacak. Sizden, beni hapiste unutmamanızı rica ediyorum. Sizin desteğinize güvenerek kiraya verdiğim o küçük arazi yüzünden hapse atıldığımdan bu yana çok acı çektim. Ama benim hapse girmemden dolayı sizin uğradığınız zarar da az değil. Ve yanınızda çalışmaya başladıktan sonra satın aldığım kuzular benim yokluğumda çobanlar tarafından yağma edildi. Uygun bulursanız, bana yöneltilen suçu soruşturacağınız süreçte karımı rehine olarak kendi yerime hapiste bırakmayı kabul ediyorum Hoşcakalın!».(Prof.Dr. H. Malay)

bir kadına yazılmış ilk aşk kitabı

M.Ö 7.yüzyıl ortalarında yaşayan Kolophonlu (Değirmendere, İzmir) şair Mimnermos'dan.
İlerleyen yaşlarda, kendisinden çok genç Nanno isimli flütçü bir kıza aşık olan şairin, Nanno'ya aşkını anlattığı şiir kitabı tarihte bir kadına yazılmış ilk aşk kitabı olma özelliğine sahip.
Aşk şiirleri dışında; ihtiyarlığı yeren şiirler de yazan şairin bu şiirlerinden bir örnek;

Ter içinde kaldı tüm bedenim ansızın tarifsiz bir şekilde,
tir tir titriyorum hayranlıkla bakınca akranımın çiçeğine,
güzelliği hoşluğuna denk; ah ne olurdu biraz daha uzun sürse;
oysa kısa vadelidir nadide gençlik
tıpkı bir rüya gibi; elim ve yakışıksız ihtiyarlık ise
öylece asılı durur kafanın üstünde,
menfurdur yüz karası olduğu gibi, meçhul kılar er kişiyi
sarınca kişinin çevresini köstek olur gözlere de zihne de.

iki gün görür hayatında kadın

M.Ö 6.yüzyılda yaşayan, sert ve sivri dili, kimi zaman küfürlü üslubuyla döneminde tanrılardan insanlara her kesimi hicvedip yıldıran, ölümünden sonra bile uyuyan eşek arısı olarak adlandırılan hiciv ustası Efesli Hipponaks'dan;

“İki gün görür hayatında kadın:
Biri evlendiği, öbürü gömüldüğü gün”

''evli bir adamın hayatında
mutlu olduğu iki gün vardır.
Biri, karısıyla evlendiği gün;
diğeri, onun cesedini taşıdığı gün."

Görsel;
Lahit Kapağı, (Ariadne) M.S 2 yy Perge
Antalya Müzesi

aşk ve şarap

Şiirlerini genellikle politika, aşk ve içki alemleri üzerine yazan Lesbos'lu (Midilli) şair Alkaios'dan (M.Ö 630/620 - 560)

İçelim! Niye bekleyelim lambaları ?
Gün ışığı zaten bir parmak kaldı.
Ey sevgili, getir, süslü büyük kupaları !
Semele’nin ve Zeus’un oğlu (Dionysos) insanlara şarabı
verdi çünkü dindirsin diye acılarını.
Doldur ağızlarına kadar kadehleri
bir ölçü şarap, iki ölçü suyla;
devrilsin kupalar birbiri ardına.

altın mı değerli incir mi?

Teos'lu Şair Anonios'dan (Seferihisar, İzmir)
Neyin daha kıymetli olduğunu hala öğrenemeyen insanoğluna binlerce yıl önceden sesleniyor şair Anonios;

Başka şey tutar mı altının yerini
Diyor Pythermos...

Tut ki kapattık bir eve bir kaç kişiyi
Bir sürü altın, bir kilo incirle;
Anlarsın çok geçmeden
İncir mi değerli, altın mı?

Bugün yaşasa ne derdi acaba Anonios; topraktan buğday, patates ve zeytin üretmek yerine; betondan yol, köprü, hava meydanı üretmeyi marifet bilene?

ben Aretemias, memleketim Knidos

Halikarnassos'lu şair Herakleitos'dan:

Yeni kazılmış toprak; salınıyor mezar taşının
üstünde yarı kurumuş yaprakları çelengin;
çözelim bakalım harfleri, gelip geçen yolcu,
kimin pürüzsüz kemiklerini taşıyor mezar.
"Ey yabancı, ben Aretemias, memleketim Knidos.
Karısıydım Euphro'nun, kurtulamadım doğumda,
ama bir ikizim oldu, birini kocama bıraktım
tutsun diye elinden kocayınca, öbürünü
yanımda götürdüm, hatırlatsın diye bana onu.''

Görsel;Knidos Antik Kenti,(Datça, Muğla)

kör tanrısı zenginlerin

M.Ö 5 yüzyılda yaşayan, genellikle içki alemleri için şiirler yazması ve çok yemek yemesi ile ünlü, aynı zamanda bir sporcu olan Rodos'lu şair Timokreon'dan;

Kör tanrısı zenginlerin,
ne kadar isterdim göze görünmemeni
kıyıda, denizde ya da ovada; 
Tartaros’ta olmanı isterdim, Akheron kıyısında,
sensin çünkü dünyada bütün kötülüklerin anası.


(Tartaros;yer altında ölüler ülkesinin en dibi, cehennem.
Akheron; ölüler ülkesinde akan bir nehir.)

Sağlığında Keos'lu ünlü şair Simonides'le sert çatışmalar yaşayan Timokreon'un ölümünden sonra kitabesini, şu sözlerle yazan rakibi Simonides'e borçlu olması da ironik;

''Çok fazla içtikten sonra, çok yemekten ve çok fazla iftiradan sonra, Rodoslu Timocreon, burada dinleniyorum.''

şair simonides'den tanrı kadını yarattı

Tarih boyu şairler ve yazarlar erkeklerin kavgaları, savaşları, kahramanlıkları, ve cesaretleri üzerine methiyeler dizerken, kadınların yaratılışlarını vurmuşlar yerden yere. Kadın kimi zaman ilham kaynağı, kimi zaman baş belası olarak almış yerini dizelerde...

Yaşlandıkça insan verimliliğinin düşmesi bir yana daha da arttığını gösteren, 80 yaşında şiir ödülü alan ve günümüze ulaşan fragmanları birer özlü söze dönüşen Simonides'in kadının yaratılışına dair yazdığı şiiri bulunduğu çağda  kadına bakışı yansıtması açısından oldukça ilginç.

Resim susan bir şiir, şiir konuşan bir resim sanatıdır''
Konuşmuş olmaktan dolayı  çok pişmanlık duydum, susmuş olmaktan hiçbir zaman''
''Üç türlü kimse var ki bu dünyada
Ne kadar övsen karlı çıkarsın
Kimdir bunlar? Tanrılar, metresin, kralın''

erkekler vardır

Erkekler vardır
aynı takımın atleti misali,
yanı başınızda koşar sizinle.
Tökezleseniz bir eli dirseğinizde,
yavaşlasanız itici bir güç gibi
nefesi nefesinizde.
Güven içinde koşarsınız
koca bir ömür süren binlerce metreyi
sanki bir saniyede...

Erkekler vardır
iki ayrı  takımın atleti misali;
hızınızı artırsanız
nefesi ensenizde,
geçseniz hata  kaza bir kaç metre;
çelmesi ayak bileğinizde.
Düşseniz; hız verir
hızınızın kesilmesi kendisine.
Kısa bir zaman dilimindeki yüz metre,
asırlar  sürer benliğinizde...

Erkekler vardır
şöyle yaslanırsınız göğsüne
gelmişinizi, geçmişinizi,
gelecek kaygınızı unutturur.
Coşkuyla akan bir ırmak
nasıl önüne geleni sürüklerse;
öylesine dertlerinizi alır
uzaklaştırır sizden olabildiğince...
Sanki dün doğmuşçasına,
uykudan yeni uyanmışçasına
huzur bulursunuz yanında

Erkekler vardır
şöyle yaslanırsınız göğsüne
gelmişinizin, geçmişinizin
huzurunuzun canına okur.
Oturtur kendisini dünyanın merkezine;
hoyrattır olabildiğince çevresine.
Ekşi bir dağ eriği misali,
kekre bir tat bırakır girdiği yaşamın içine;
ne dalında  olgunlaşır zaman içinde,
ne de sallasanız da düşer yere.
Pişman eder dünyaya geldiğinize
ömrü tüketip bitirir.

Erkekler vardır
sararsınız göğsünüzde;
sevginiz olgunlaştırır onu
tavında dövülen demir gibi.
İlerler ilerleyebildiğince güvenle
el verir yol arkadaşına
onu da taşır kendisiyle birlikte.
Kocadır, babadır, dosttur, yoldaştır...
Erkeğe bu vasıfları;
sevdiği ve seven kadın kazandırır.

Erkekler vardır
sararsınız göğsünüzde;
ilgiyi sevgiyi gördükçe,
yaşı küçüldükçe küçülür.
Bir bakarsınız siz yaşlı bir anne,
o küçük  bir oğlan çocuğu olarak
kalıvermiş elinizde.
Büyütmek için uğraşmak nafile...
Hayat mücadelesini
iki kişilik vermek kalır size...

Erkekler vardır
sevdiklerini oturtur
dünyasının  merkezine;
bilir ki onların mutluluğuyla
dünyası dengede.
Ne sarsılır şiddetli fırtınalarda,
ne yörüngeden çıkar en ufak aksilikte.
Yolu kesişen için büyük şanstır;
milyonda bir erkekte belki rastlanır...
N. DENİZ


Solon ve Kanunsuzluk


Atinalı Solon ( 640-559) her biri M,Ö 6. yüzyılda yaşamış, düşünce ve devlet yönetimine yön veren filozof, devlet adamı ve yasa koyuculardan oluşan yedi bilgeden biri.

Yaşadığı çağda ; yaptığı yasalarla demokrasinin temelini atan, halkına yüzlerce yıl atlatan, vatandaşlarının yaşadığı topraklarından eşit oranda yararlanması yönünde adım atan, eşitlik ilkesini hayata geçiren, reformist, ileri görüşlü, güç ve iktidarı halkı lehine kullanıp, gerekli gördüğü anda bunlardan feragat edebilen; şair, filozof ve bilge bir devlet adamı.

Hukukçu ve devlet adamı kimliği yanı sıra, tarihte ilk otobiyografi yazan kişi olan Solon; otobiyografisini şiir şeklinde yazdığı için Atina'nın ilk şairi olarak da anılır. Otobiyografisinde yaptıklarını şiirlerle anlatarak sonraki nesillere aktarmayı ve şiirlerinde halkı bilinçlendirmeyi amaçlar.

bitişleri ve başlangıçları yapan kapıları açan tanrı.. Janus

Roma'nın kendi  özgün tanrısı olan Janus tüm geçişlerden sorumlu kozmik bir tanrı. Zamana ait tüm başlangıçlar ve bitişler, doğaya ve insana dair soyut ve somut tüm geçişler, kapılar, girişler, çıkışlar, geçitler, toplumsal değişiklikler, savaş ve barış onun gözetimi altındadır. Doğada ve insanda gözlemlediğimiz tüm geçişlere Janus başkanlık eder.

Latince İanua (kapı) sözcüğünden türeyen İanus (Janus) kelime anlamı olarak cennetin öncüsü ya da kapıcı anlamına gelir. İki başlı sakallı bir erkek şeklinde betimlenen Janus'un başları iki zıt yöne bakar. Bu özelliğiyle başını çevirmeden önü ve arkayı, geçmişi ve geleceği, içini ve dışını görebilir. Gezginleri ve yolcuları doğru  yönlendirmek için sağ elinde bir asa sol elinde kapıları açmak için anahtar tutar. Bu anahtar yeni başlangıçların, geçişlerin, geçitlerin, girişlerin anahtarıdır.

bir masaldı amorium.. bir türküdür emirdağ


Günümüzde adı sadece gurbetçileri ile anılır olan, türküleri dilimize dolanan Emirdağ; yaz ayları geldiğinde ülkenin döviz bürosu olmaktan gayrı daha nice güzellikleri barındırır içinde... Dayanışma, yardımlaşma, ihtiyacı olana sahip çıkma, gönüller arasında bağ kurma...

Duygunun kadını erkeği olmaz, hisler söz konusu olduğunda insandır esas olan anlayışıyla; erkekler ağlamaz denen bir dünyada ağıt yakan, duygulara şiir katan erkeği-kadınıyla manidir.. şiirdir.. ağıttır.. türküdür Emirdağ. Bu sebeptendir ülkedeki en zengin halk müziği repertuvarlarından birine sahipliği...


Erkeği ağıt, kadını türkü yakan; yüreği yumuşak, duyguları şiirsel, insani bağları güçlü bir kent Emirdağ. İşte bu bağlar sayesinde olmalı Emirdağlıların tüm kentlere örnek olması gereken; büyük bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma uygulamasını hayata geçirmişliği....