Balkanlar’ın kalbinde, zamanın yavaş aktığı, taşların konuştuğu, gölgelerin tarihle uzlaştığı bir ülke: Bulgaristan.
Antik Traklardan Osmanlı’ya, Slav kültüründen günümüz Avrupa’sına uzanan geniş bir belleğe sahip bu topraklar, geçmişin izlerini sadece kalıntılarda değil, şehir duvarlarının renginde, rüzgârın yönünde, bir annenin oğluna ninni söylerken kullandığı kelimelerde bile saklar.Bulgaristan, sadece haritada çizilmiş bir ülke değil; kimi zaman bir dağın yamacında unutulmuş eski bir kilise, kimi zaman bir nehir kıyısında yosun tutmuş bir iskele ve bazen de, kültürümüze sinmiş, bir zamanlar vatan toprağı olmuş yüzyıllar boyu dilden dile aktarılan bir söylencedir.
Bu kitapta adımladığımız yerler sadece şehirler değildir; İç içe geçmiş çağlar, yitip gitmiş uygarlıklar ve insan ruhunun izleriyle dolu bir yolculuktur.Bu yolculukta, sahil kasabalarının tuzlu sessizliğini, antik kalıntıların anlatamadığı duyguları ve bir dağın yamacındaki yalnız bir ağacın gölgesini birlikte izleyeceğiz.
Uzun bir yazı olacağı için bölümler halinde anlatmak daha kolay olacak. Bu nedenle 3 bölümden oluşan Bulgaristan; sınırın ötesinde serisinin ilki Karadeniz Kıyısındaki kentlerden, 2. bölüm kuzeyde Türklerin yoğun yaşadığı Deli Orman bölgesi, 3. yazı ise Bulgaristan'ın Batı ve Güneyindeki kentleri kapsayacak.
![]() |
Şumnu Şerif Halil Paşa (Tombul camii) |
Bu bir seyahat yazısı değil sadece; bir iz sürme, anlam arama, zamanla konuşma çabası.
Haydi, birlikte geçelim sınırın ötesine…
Karadeniz'in Sessiz Anlatıcıları: Süzebolu, Burgaz, Nessebar ve Varna
Antik çağ mitlerinde Karadeniz, insanlığın sınırlarının ötesinde kalan bir yerdi. Bilinmezliğiyle korkutucu, fırtınalarıyla zorlu bu sulara, başlangıçta “Pontos Aexeinos” yani “dost olmayan deniz” denilmişti. Coşkun dalgaları ve ani kopan fırtınalarıyla bu deniz, cesareti sınayan bir eşikti. Ancak zamanla, dayanaklı gemiler yapılmaya başlandı. Denizin geçilmesi, insanların hayal gücü ve sebatıyla mümkün oldu. Kıyılarında İyon kolonileri kuruldu, tanrılara adanan tapınaklar yükseldi. Böylece, bir zamanların tehditkar denizi, artık daha tanıdık, daha dostça görünmeye başladı. Adı da buna uygun biçimde değişti: “Pontos Euxeinos” — misafirperver deniz.
Yüzyıllar sonra Türkler bu kıyılara vardığında, o ilk bilinmezlik yeniden yankılandı. Ansızın çıkan fırtınalar, sert esen rüzgarlar ve kararan sular... Onlar bu denizi “Karadeniz” adıyla anmaya başladılar. Adeta eski zamanların ‘dost olmayan’ denizine bir geri dönüş gibi… Fakat kıyılarındaki şehirler—Sozopol, Burgaz, Nessebar—bugün hem geçmişin hikâyesini hem de denizin hâlâ anlatmakta olduğu kadim sırları taşıyor.
Süzebolu (Sozopol)
Karadeniz’in güney kıyılarında, rüzgârın binlerce yıl boyunca aynı kayalıklara çarpıp durduğu bir kıyı kasabası: Sozopol. Antik çağlarda Antheia adıyla bilinen bu şehir, M.Ö. 7. yüzyılda Milet’ten gelen İyon kolonistleri tarafından kurulmuş. Zamanla denizcilik ve ticaretin merkezi hâline gelerek Karadeniz’in en zengin İyon kolonilerinden biri olmuştur.Kentin adı, Apollon’a adanmış büyük bir tapınaktan ötürü Apollonia olarak değişir. Apollonia, bugünkü Nessebar olan Mesembria’yla ticaret rekabeti yaşayan güçlü bir şehir hâline gelir. M.Ö. 5. yüzyılda kentin kalbine, 13 metre yüksekliğinde tunçtan bir Apollon heykeli dikilir. Bu heykel öylesine etkileyicidir ki, M.Ö. 72'de şehri ele geçiren Romalılar onu söküp Roma’daki Capitolium’a götürür. Plinius’un yazdığına göre heykelin maliyeti 500 talente ulaşmıştır. Ne yazık ki bu eser erken Hristiyanlık döneminde kaybolmuştur.
Roma döneminden sonra Sozopol, Apollonia’nın görkemini yitirir ve küçük bir kasaba olarak yaşamını sürdürür. M.S. 1. yüzyıldan itibaren kaynaklarda Sozopolis adı geçmeye başlar. 1453’ten sonra Osmanlı idaresine girerek Sizebolu olarak anılır.
Modern dönemde ise şehir, etnik ve kültürel dönüşümler yaşamıştır. 20. yüzyıl başında nüfusun büyük bölümü Rumlardan oluşuyordu. Ancak 1906’daki Yunan karşıtı ayaklanmalar ve Balkan Savaşları sonrası mübadelelerle Yunan nüfus göç etmiş; yerlerine Doğu Trakya’dan gelen Bulgarlar yerleştirilmiştir.
Sozopol’un tarihi yalnızca antik çağlarla sınırlı değil. 2011 yılında St. Kirik Adası’nda yapılan kazılarda, antik Apollonia’ya ait kalıntılar ortaya çıkarıldı: Apollon Tapınağı’na ait olduğu düşünülen kutsal bir alan, Helenistik döneme ait oval bir sunak, bir tholos ve bir bakır dökümhanesi.
Bugün Sozopol yalnızca arkeolojik zenginlikleriyle değil, aynı zamanda sanatı, mimarisi ve efsaneleriyle de bilinir.
Şehrin Eski Kent bölgesinde, taş zeminli dar sokaklar boyunca uzanan Rönesans dönemi evleri, ince işçilikli ikonostatisler, ahşap oyma sanatının zarif örneklerini barındırır.
1984’ten bu yana her eylül ayında düzenlenen Apollonia Sanat Festivali, tiyatrodan sergiye, müzikten sinemaya uzanan etkinlikleriyle şehre canlılık kazandırır.
Sozopol’un en ilginç efsanelerinden biri, 2012’de bulunan ve göğüs kafesine demir kazık çakılmış bir iskelete dayanır. Halk arasında "Sozopol Vampiri" olarak anılan bu kalıntı, bir zamanlar kentte zalimliğiyle tanınan Krivitsa adlı bir soyluya aittir. Benzer defin geleneklerine ait 100'den fazla mezar, Bulgaristan genelinde bulunmuştur.
Burgaz (Burgas)
Karadeniz’in batı kıyısında, göllerle deniz arasında narin bir geçit gibi uzanan Burgaz, hem geçmişin yankılarını hem de bugünün ritmini taşır. Kentin adının kökeni, Latince "burgus" – yani kule – sözcüğüne dayanır. Belki de bu yüzden, ilk yerleşimi sağlayan balıkçıların gözünde denize bakan her kaya bir gözcüydü; her dalga, uzak diyarlardan gelen bir haberci.17. yüzyılda mütevazı bir balıkçı köyü olarak başlayan hikâyesi, bugün Bulgaristan’ın dördüncü büyük şehri olarak devam eder. Etrafı Burgaz Gölleri (Atanasovsko, Vaya ve Mandrensko) ile çevrili olan kent, yalnızca suyun değil, tuzun, rüzgârın ve emeğin şehridir. Bu göller, yalnızca ekolojik zenginlikleriyle değil, göçmen kuşların konaklama alanı olarak da uluslararası öneme sahiptir. Atanasovsko Gölü çevresinde yapılan kuş gözlemleri, doğa severler için vazgeçilmez bir deneyim sunar.
Bugün Burgaz, Bulgar balıkçılığı ve balık işleme endüstrisinin kalbidir. Aynı zamanda Güneydoğu Avrupa’nın en büyük petrol rafinerisi olan LUKOIL Neftochim Burgas da bu şehirde yer alır. Endüstriyle iç içe geçmiş bu kıyı kenti, buna rağmen ruhunu yitirmemiştir.
Çünkü Burgaz aynı zamanda sanatın, şiirin ve yaz esintisinin şehridir. Yaz aylarında, özellikle Temmuz-Eylül arasında düzenlenen Uluslararası Kum Heykel Festivali, dünya çapında sanatçıların elinden çıkan geçici ama büyüleyici heykellerle kumsalı açık hava müzesine çevirir.
Şehir merkezine birkaç adım uzaklıktaki Sea Garden (Deniz Parkı), çiçekli yolları, fıskiyeli havuzları ve heykelleriyle hem şehrin kalbi hem de nefesidir. Yürüyüş yolları, konser alanları ve sahil boyunca uzanan çay bahçeleriyle her yaştan ziyaretçiye ev sahipliği yapar.
Ve tabii ki damak tadı…
Burgaz’da menekşeli dondurma, rengiyle göz kamaştırırken, zarif bir çiçeğin tatlı hatırasını bırakır dilde. Kamenitza birası, yaz akşamlarında dostlukları köpürtür. Baniçka ise çıtır hamuru ve içindeki peynirli ya da ıspanaklı dolgusuyla, bir kahvaltıyı şölene çevirir.
Gitmişken Görülebilecekler
Atanasovsko Gölü Tuz Müzesi
Burgaz Arkeoloji Müzesi (antik dönem kalıntıları, Trakya eserleri)
St. Anastasia Adası: Tarih, manastır ve efsane bir arada
Sanat Galerileri ve Kum Heykel Parkı
Burgaz Opera ve Tiyatro Merkezi
Kentin mimarisi modernle gelenekseli birleştirirken, Karadeniz'in durgun maviliği kente dingin bir karakter kazandırır.
Atanasovsko Gölü Tuz Müzesi
Burgaz Arkeoloji Müzesi (antik dönem kalıntıları, Trakya eserleri)
St. Anastasia Adası: Tarih, manastır ve efsane bir arada
Sanat Galerileri ve Kum Heykel Parkı
Burgaz Opera ve Tiyatro Merkezi
Kentin mimarisi modernle gelenekseli birleştirirken, Karadeniz'in durgun maviliği kente dingin bir karakter kazandırır.
Nessebar (Nesebar)
Karadeniz’in zarif kollarında, dar bir kara şeridiyle ana karaya bağlanmış bir yarımada yükselir: Nessebar. Binlerce yıldır suyla sarılı bu toprak parçası, sadece bir şehir değil, adeta zamanın kayalara kazınmış hâlidir.İlk Trak yerleşimi olan Menebria, MÖ 6. yüzyılda antik Yunan’ın kolonizasyon dalgasına kapıldı ve Apollon’a adanmış bir tapınağın gölgesinde Helenistik bir metropole dönüştü. Agora’sı, akropolisi, Apollon tapınağı ve çevresindeki surlar, bugün hâlâ bu kadim uygarlıkların fısıltılarını taşır. Roma döneminin ardından gelen Bizans çağında ise kiliseler çoğaldı, taş kemerlerin altına ikonalar ve seramik süslemeler yerleşti.
UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Nessebar, mimarisiyle olduğu kadar ruhuyla da dikkat çeker. Stara Mitropolia (Eski Metropolit Kilisesi), bir zamanlar ayin seslerinin yükseldiği taş duvarlarıyla 6. yüzyılın tanığıdır. 12. yüzyıldan kalma Yeni Metropolit Kilisesi ise Bizans’la Bulgar Rönesansı arasında bir köprü gibidir.
Kasaba, 40’tan fazla kilisesiyle, adeta bir açık hava kutsal mimari müzesidir. Bazıları artık yalnızca birer harabe olsa da, bu yıkıntıların arasında gezinen her ziyaretçi, bir taşta Tanrı’ya edilen bir yakarışı, başka bir duvarda göçüp gitmiş bir uygarlığın izini bulur.
UNESCO’nun da vurguladığı gibi, Nessebar'ın kentsel dokusu, MÖ 2. binyıldan günümüze kadar süren insan faaliyetlerinin eşsiz bir sentezidir. Orta çağdan kalan kiliselerin boyalı seramik bezemeleri, dar taş sokaklar, ahşap üst katlı Karadeniz tipi evler ve denize açılan bakımlı avlularla birlikte, bu şehir Doğu Akdeniz mimarisinin inceliklerini taşıyan eşsiz bir yerleşim haline gelmiştir.
Yine UNESCO’ya göre, Nessebar yalnızca mimari değil, dini, kültürel ve ruhsal bir süreklilik örneğidir. Hristiyanlık, burada bin yıl boyunca bir maneviyat merkezi olarak kök salmış; kiliselerin yanı sıra evler, duvarlar ve liman taşları da inancın izlerini taşımıştır.
Ne var ki bu kadim şehir de modern zamanların baskısından azade değil. Koruma yasalarına aykırı müdahaleler, kıyı şeridinin yapay düzenlemeleri ve yoğun turistik baskılar, kentsel dokunun görsel bütünlüğünü tehdit etme potansiyeli taşıyor.
Gitmişken Görülebilecekler
Eski ve Yeni Metropolit Kiliseleri
Bizans Hamamları
Arkeoloji Müzesi ve Antik Sur Kalıntıları
Ahşap Karadeniz Evleri ve Taş Arnavut Kaldırımlı Sokaklar
Limanda Gün Batımı ve Yerel Sanat Atölyeleri
Yerel El Sanatları Pazarı ve Ev Yapımı Bal ve Şarap Satış Noktaları
Nessebar, yalnızca duvarlarıyla değil, içinden geçtiği zamanla, dinlerin, dillerin, halkların birlikte işlediği bir kültürel nakış gibi... Her köşesi başka bir çağın yansıması; her taşı, zamanın iz bıraktığı bir mektup.
UNESCO'ya göre Nessebar, Akdeniz ve Balkan mimarisinin buluştuğu, tarih boyunca Hristiyanlığın manevi merkezlerinden biri olmuş çok katmanlı bir kentsel dokudur. Kentteki yapıların çoğu korunsa da turizm baskısı ve izinsiz müdahaleler zamanla tarihi dokuyu tehdit etmeye başlamıştır. Yine de Nessebar, Karadeniz'ın sularına tutunmuş bir mabet gibi zamana direnmeye devam eder.
Eski ve Yeni Metropolit Kiliseleri
Bizans Hamamları
Arkeoloji Müzesi ve Antik Sur Kalıntıları
Ahşap Karadeniz Evleri ve Taş Arnavut Kaldırımlı Sokaklar
Limanda Gün Batımı ve Yerel Sanat Atölyeleri
Yerel El Sanatları Pazarı ve Ev Yapımı Bal ve Şarap Satış Noktaları
Nessebar, yalnızca duvarlarıyla değil, içinden geçtiği zamanla, dinlerin, dillerin, halkların birlikte işlediği bir kültürel nakış gibi... Her köşesi başka bir çağın yansıması; her taşı, zamanın iz bıraktığı bir mektup.
UNESCO'ya göre Nessebar, Akdeniz ve Balkan mimarisinin buluştuğu, tarih boyunca Hristiyanlığın manevi merkezlerinden biri olmuş çok katmanlı bir kentsel dokudur. Kentteki yapıların çoğu korunsa da turizm baskısı ve izinsiz müdahaleler zamanla tarihi dokuyu tehdit etmeye başlamıştır. Yine de Nessebar, Karadeniz'ın sularına tutunmuş bir mabet gibi zamana direnmeye devam eder.
![]() |
Nesebar |
Varna
Varna, Bulgaristan’ın Karadeniz kıyısındaki en eski ve en önemli liman kentlerinden biri olarak, tarih boyunca bölgesel güç dengelerinde kritik bir rol oynadı. MÖ 6. yüzyıldan itibaren Odessus adıyla bilinen bu kent, sadece bir ticaret merkezi değil; aynı zamanda Akdeniz ile Karadeniz arasındaki denizcilik yollarının stratejik bir kavşağı olarak işlev gördü.Varna’nın antik dönemdeki limanı, gemi yapımı ve deniz ticareti açısından önemli bir merkezdi. Trakyalılar, Romalılar ve Bizanslılar döneminde deniz ticaret yollarının güvenliğini sağlamak ve Karadeniz’in kuzey kıyılarındaki yerleşimlerle bağlantı kurmak için kullanıldı. Roma döneminde, Varna çevresi gemi donatım ve bakımı için bir üs konumundaydı.
Tarihin akışında dönüm noktası olan Varna Savaşı (10 Kasım 1444), Osmanlı İmparatorluğu ile Haçlılar arasında gerçekleşti. Avrupa’nın Hristiyan güçlerinin Osmanlı ilerleyişini durdurmak amacıyla yaptığı bu savaş, II. Murad’ın zaferiyle sonuçlandı. Bu zafer, Osmanlı’nın Balkanlar’daki hâkimiyetini pekiştirdi ve Varna’yı hem askeri hem de psikolojik açıdan stratejik bir şehir haline getirdi.
Rusçuk Olayları ve Atatürk’ün Diplomatik Hamlesi:
İsmet İnönü’nün Varna Ziyareti ve Türk Savaş Gemisi
1933 yılında Bulgaristan’da artan Türk azınlığa yönelik saldırılar ve özellikle Razgrad (Rusçuk) bölgesindeki olaylar, iki ülke arasında gerginlik yarattı. Başbakan İsmet İnönü, Türkiye-Bulgaristan ilişkilerini yumuşatmak için Bulgaristan’a resmi bir ziyaret planladı. Ancak Bulgaristan’da İnönü’ye yönelik suikast tehdidi alınması üzerine, Atatürk güvenliğini sağlamak amacıyla Varna’ya bir Türk savaş gemisi gönderdi. Bu hamle, Türkiye’nin Bulgaristan’daki diplomatik temsilciliğine yönelik olası tehditlere karşı güçlü bir mesaj oldu. Varna’daki savaş gemisi, Türkiye’nin bölgedeki kararlılığını gösterdi ve Bulgar yönetiminin Türk heyetinin güvenliğini temin etmesine zemin hazırladı. Bu olay, askeri gücün diplomatik bir araç olarak kullanıldığı önemli bir örnek olarak tarihe geçti.
Varna’nın Kültürel ve Stratejik Mirası
Varna, sadece tarihi savaşların değil, aynı zamanda kültürel birikimin de merkezi oldu. 20. yüzyılda şehrin isminin Stalin olarak değiştirilmesi, Sovyetler Birliği’nin Bulgaristan üzerindeki etkisini yansıtırken, Varna’nın Bulgar ulus kimliği ve Karadeniz’deki merkezi önemi sorgulanamaz kaldı.
Bugün Varna, geçmişteki bu stratejik önemini turizm ve kültürle harmanlayarak yaşatıyor; ancak tarihi dönüm noktaları, özellikle denizcilik ve diplomasi alanındaki rolü hâlâ Balkanların ve Karadeniz’in politik haritasında iz bırakmaya devam ediyor.
Varna’nın Kültürel ve Stratejik Mirası
Varna, sadece tarihi savaşların değil, aynı zamanda kültürel birikimin de merkezi oldu. 20. yüzyılda şehrin isminin Stalin olarak değiştirilmesi, Sovyetler Birliği’nin Bulgaristan üzerindeki etkisini yansıtırken, Varna’nın Bulgar ulus kimliği ve Karadeniz’deki merkezi önemi sorgulanamaz kaldı.
Bugün Varna, geçmişteki bu stratejik önemini turizm ve kültürle harmanlayarak yaşatıyor; ancak tarihi dönüm noktaları, özellikle denizcilik ve diplomasi alanındaki rolü hâlâ Balkanların ve Karadeniz’in politik haritasında iz bırakmaya devam ediyor.
Gitmişken Görülebilecekler
Aladzha Manastırı: Kayalara oyulmuş, 4. yüzyıla tarihlenen ve Bulgaristan’ın en eski manastırlarından biri olan Aladzha Manastırı, mistik atmosferiyle ziyaretçilerini zamanda yolculuğa çıkarır. Hücreleri, şapeli ve ormanın içindeki sessizliğiyle ruhun derinliklerine dokunur.
Cenevizliler Bazilikası: 5. ve 6. yüzyıldan kalma bu antik yapı, Orta Çağ ticaret yollarının ve deniz kültürünün izlerini taşır.
Varna Arkeoloji Müzesi: Antik çağdan günümüze uzanan zengin koleksiyonu ile bölgenin tarihsel gelişimini sergiler. En ünlü eseri ise, Altın Varna Hazinesi; dünyanın en eski altın hazinelerinden biri olarak arkeoloji dünyasında büyük değer taşır.
Varna Limanı: Şehrin ekonomik kalbi, modern ticaret ve deniz taşımacılığının canlı merkezi.
Varna’nın Dokusunda Kültür ve Doğa
Varna sadece tarih değil, aynı zamanda kültür ve doğanın iç içe geçtiği bir merkezdir. Yaz aylarında düzenlenen uluslararası festivaller, sahil boyunca renkli etkinlikler ve yerel lezzetler şehri ziyaret edenleri mutlu edebilir.
Deniz kenarındaki parklar, plajlar ve yürüyüş yolları, kentte hem sakin bir nefes alma hem de canlı bir sosyal hayat sunar.
Varna'ya dair küçük bir dipnot; Yakın zamanda Alman arkeolog Dr. Dominique Görlitz, antik dönemdeki denizcilik becerilerini ve Karadeniz ile Akdeniz arasındaki deniz yolculuklarını simgeleyen önemli bir projeye imza attı. Varna Limanı’nda, tamamen kamıştan inşa edilen ve antik gemi yapım tekniklerine uygun 14 metrelik “Abora-IV” isimli bir gemi tasarladı. “Barış ve uluslararası anlayış için yelken açmak” sloganıyla Karadeniz’den Akdeniz’e doğru yola çıkan gemi, Varna’dan başlayarak Kaş Limanı’na kadar ulaştı. Kalıcı olarak sergilenmek üzere Patara Antik Kenti’ndeki agoraya taşınan gemi uzun zamandır Patara'da ziyaretçilerini bekliyor.