Deliorman
Bölgesi: Tarihin ve Kültürün Kesiştiği Topraklar
Bu yolculuğun ikinci durağı, Bulgaristan’ın
Deliorman bölgesindeki kadim şehirler: Şumnu, Razgrad ve Rusçuk. Her biri,
tarih boyunca nice medeniyetlerin izlerini taşımış; kimi zaman kalabalık
ordulara ev sahipliği yapmış, kimi zaman da derin acıların tanığı olmuş
kentler.
Şumnu (Şumen)
Şumnu, kireçtaşı platosunun doğu eteklerinde,
ormanlarla çevrili bir vadide kurulmuş. Adının da Bulgarcadaki şuma yani
“yaprak döken orman” sözcüğünden geldiği söyleniyor. Bugün hâlâ hatırı sayılır
bir Türk nüfusun yaşadığı şehir, Deliorman bölgesinde Türklerin izlerini en
kalıcı biçimde bıraktığı yerlerden biri.
Şehrin kültürel hayatında en canlı kurumlardan biri, Nazım Hikmet Kültür
Derneği. Burası sadece bir kültür derneği değil; doğup büyüdükleri topraklara
tutunurken, kalpleri Türkiye ile atan insanların sığınağı gibi. Derneğin
başkanı Nurten Remzi Hanım’ın hikâyesi başlı başına etkileyici:
Bulgaristan’daki asimilasyon politikaları nedeniyle Türkçeyi 28 yaşında
öğrenmesine rağmen, bugün ana dili gibi konuşuyor; şiirler yazıyor, türküler
derliyor. Bu direncin ve bağlılığın simgesi olmuş.
![]() |
Nurten Remzi ile Şumnu Tombul Paşa Camiinde |
Şumnu, sadece kültürle değil, sanayiyle de öne
çıkıyor. Yerel birasıyla ünlü şehirde; tütün işleme, konserve, mobilya yapımı,
emaye eşya ve tarım makineleri üretimi yapılmakta. 1958’de kurulan tarım
makineleri fabrikası, Bulgaristan’ın bu alandaki ilk fabrikası olma özelliğini
taşıyor.
Ama Şumnu’nun asıl büyüsü tarihinden geliyor.
Traklar ve Romalılar döneminden başlayarak 1. Bulgar İmparatorluğu’nun önemli
kalelerinden biri olmuş. Şumnu Kalesi, geçmişin katmanlarını gözler önüne
seriyor: MÖ 12. yüzyıldan kalan kaba taş duvarlar, 5. yüzyılda eklenen surlar,
2. yüzyılda Romalıların askeri yapıları, 4.-5. yüzyıldaki yeni kuleler, 8.-10.
yüzyıllarda yenilemeler… Adeta taşlara kazınmış bir kronoloji. Osmanlı
fethinden (1388) sonra ise kale, bölgedeki en önemli askeri merkezlerden birine
dönüşmüş.
17. ve 18. yüzyıllarda Türkler, Yahudiler, Tatarlar ve Ermenilerle birlikte
kente canlılık katmış. Osmanlı döneminde Şumnu’daki ev sayısı 800’den birkaç
yüzyılda 5000’e çıkmış. 1854’te Ömer Paşa’nın karargâhı burada kurulmuş, Türk
ordusunun önemli bir toplanma noktası olmuş.
Bugün gezilecek yerler arasında Şumnu Kalesi, Bulgaristan’ın en büyük camisi
olan Tombul Camii (18. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş), Macar devrimci Lajos
Kossuth’un 1849’da sürgünde yaşadığı ev bulunuyor. Şehrin biraz dışına
çıkıldığında ise ilk Bulgar başkenti Pliska’nın kalıntıları ve UNESCO mirası
Madara Atlısı karşılıyor ziyaretçiyi. Özellikle Pliska Müzesi, balmumu
heykellerle Bulgar tarihini canlandırması açısından görülmeye değer.
Şumnu, sadece kültürle değil, sanayiyle de öne
çıkıyor. Yerel birasıyla ünlü şehirde; tütün işleme, konserve, mobilya yapımı,
emaye eşya ve tarım makineleri üretimi yapılmakta. 1958’de kurulan tarım
makineleri fabrikası, Bulgaristan’ın bu alandaki ilk fabrikası olma özelliğini
taşıyor.
Ama Şumnu’nun asıl büyüsü tarihinden geliyor.
Traklar ve Romalılar döneminden başlayarak 1. Bulgar İmparatorluğu’nun önemli
kalelerinden biri olmuş. Şumnu Kalesi, geçmişin katmanlarını gözler önüne
seriyor: MÖ 12. yüzyıldan kalan kaba taş duvarlar, 5. yüzyılda eklenen surlar,
2. yüzyılda Romalıların askeri yapıları, 4.-5. yüzyıldaki yeni kuleler, 8.-10.
yüzyıllarda yenilemeler… Adeta taşlara kazınmış bir kronoloji. Osmanlı
fethinden (1388) sonra ise kale, bölgedeki en önemli askeri merkezlerden birine
dönüşmüş.
17. ve 18. yüzyıllarda Türkler, Yahudiler, Tatarlar ve Ermenilerle birlikte
kente canlılık katmış. Osmanlı döneminde Şumnu’daki ev sayısı 800’den birkaç
yüzyılda 5000’e çıkmış. 1854’te Ömer Paşa’nın karargâhı burada kurulmuş, Türk
ordusunun önemli bir toplanma noktası olmuş.
Bugün gezilecek yerler arasında Şumnu Kalesi, Bulgaristan’ın en büyük camisi
olan Tombul Camii (18. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş), Macar devrimci Lajos
Kossuth’un 1849’da sürgünde yaşadığı ev bulunuyor. Şehrin biraz dışına
çıkıldığında ise ilk Bulgar başkenti Pliska’nın kalıntıları ve UNESCO mirası
Madara Atlısı karşılıyor ziyaretçiyi. Özellikle Pliska Müzesi, balmumu
heykellerle Bulgar tarihini canlandırması açısından görülmeye değer.
![]() |
Aralık 1984- Mayıs 1989 Asimilasyon Sürecinde Katledilen Türkler |
Bulgaristan'ın Ludogorie (Deliorman) tarihi ve
coğrafi bölgesine giren Razgrad, Beli Lom nehri vadisinde yer alır. Bugün
Bulgaristan'ın en büyük antibiyotik üreticisidir; beton, porselen ve cam
üretiminin yanı sıra tahıl, sebze ve kereste açısından da önemli bir tarım
merkezi sayılır.
Razgrad’ın simge yapıları arasında Roma dönemi kalesi,
Balkanların en büyük camilerinden biri olan 1614 tarihli İbrahim Paşa Camisi,
1860'tan kalma Mucize İşçisi Aziz Nikolaos Kilisesi, Momina Çeşme heykeli,
Kurtarıcıların Mozolesi (1879-1880), 1864’te inşa edilen ayırt edici saat
kulesi ve 19. yüzyıldan kalma Varosha mimari kompleksi bulunur.
“Grad” eski Bulgarca’da “şehir” anlamına gelirken, “raz”ın kökeni ve anlamı
bilinmez. Ortaçağ Bulgar İmparatorluğu döneminde şehir, Hors adlı bir tanrıya
atfen Hrasgrad veya Hrazgrad olarak anılır. Kentin bulunduğu alanda kökeni MÖ
4.-5. yüzyıllara dayanan bir Trak yerleşimi vardır. Bu yerleşimin üzerine Roma
döneminde Abritus isimli kasaba kurulur. MS 251’de Romalılar ile Gotlar
arasında gerçekleşen Abritus Savaşı’nda Roma İmparatoru Trajan Decius ölür ve
Roma ordusu yenilir. Bu olay, bir Roma imparatorunun barbarlarla yapılan bir
savaşta öldürülmesinin ilk örneği olur.Deliorman bölgesinde yoğun bir Türk
nüfusu yaşar ve 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar Razgrad bir Türk şehri sayılır.
Ancak 1923 Bulgar darbesi sonrasında azınlık okulları kapatılır, milliyetçi
politikalar güç kazanır. 1932’de Kesarevo’da Türk azınlığa yönelik bir pogrom
yaşanır; 1933’te Krumovgrad valisi Feyzi Efendi suikastla öldürülür.
Aynı yıl, 14 Nisan’ı 15 Nisan’a bağlayan gece, Razgrad’daki Türk mezarlığına
Bulgar paramiliter örgütü Rodna Zashtita’nın 200-350 üyesi saldırır. Bekçi
kulübesi yakılır, tüm mezar taşları tahrip edilir ve yeni gömülmüş 150 ceset
çıkarılarak aşağılanır. Bu barbarca saldırı, şehirdeki Türk nüfusu arasında
büyük bir korku ve panik yaratır; mezarlıkta bütün gece ağlayan insanlar olur.
Olay sonrasında pek çok aile Türkiye’ye gitmek üzere Romanya’ya göç eder.
Saldırıyı, gazeteci Mahmut Necmettin Deliorman’ın cesur kalemi tüm ülkeye
duyurur. Kendisinin babası Arif Necib, saldırıdan bir hafta önce ölür ve aynı
mezarlığa defnedilir. Oğul Deliorman, yaşananları gazetelerinde yayımlar;
ülkenin en yüksek yönetim organlarına, parti liderlerine, yabancı elçiliklere
protesto telgrafları çeker. Türk büyükelçisi Tevfik Kâmil Bey de olayla ilgili
bilgilendirilir. Bu trajik hadise, hem yerel halkın belleğinde hem de Balkan
tarihinin utanç verici sayfalarında derin bir iz bırakır.
Bu olaylar, Razgrad’ın sosyal dokusunda derin yaralar açmış ve bölgenin
demografik yapısını değiştirmiş, aynı zamanda bölgedeki azınlıkların korunması
ve hakları konusunda önemli bir dönüm noktası olmuştur.
Rusçuk (Ruse)
Rusçuk’un Neo-Barok ve Neo-Rokoko cepheleri, 19. ve 20. yüzyılda çıkarılan belediye düzenlemeleri sayesinde şekillenmiş, bu da şehre “Küçük Viyana” unvanını kazandırmıştır.
Kentin yerleşim tarihi MÖ 3. bine kadar uzanır. MÖ 1. yüzyılda burada kurulan Sexantaprista adlı Roma limanı, 7. yüzyılda Avar ve Slav saldırılarıyla yıkılmıştır. Osmanlı hâkimiyetine girdikten sonra, özellikle 18. yüzyılda Tuna Vilayeti’nin idari merkezi olarak önem kazanmış, Varna’dan Niş’e kadar uzanan geniş bir bölgenin kalbi haline gelmiştir. “Rusçuk” adı, “küçük Ruse” anlamına gelir.
Efsaneye göre şehrin ismi, kurucusu kabul edilen “sarı saçlı” Rusa adlı bir kadından gelir. 19. yüzyılda Osmanlı’dan koparılan şehir, kısa sürede kozmopolit bir merkeze dönüşmüştür. 1883 nüfus sayımında Bulgarlar nüfusun %43’ünü, Türkler %39’unu, Yahudiler %7’sini oluşturuyordu. Bugün şehrin sokaklarında hâlâ o çokkültürlü geçmişin izleri görülür. Yaşlı Bulgarların anlattığına göre, ramazanda Türk komşularının kandil ışıklarıyla süslediği evler, çocukluklarının en renkli anıları arasındadır.
![]() |
Rusçuk |
Rusçuk Vakası
1876 Selanik Vakası gibi, çocuk yaştaki kızların din
değiştirme olayları Balkanlarda daima büyük çalkantılara sebep olmuştur. 1910
Mart’ında Rusçuk’ta yaşanan Safvetî Olayı da bunun tipik bir örneğidir. Karaali
Camii İmamı Hafız Mehmet Efendi’nin 15 yaşındaki kızı Emine Safvetî, Bulgar
Stefanov tarafından kaçırılır ya da onunla kaçar. Din değiştirip
Hristiyanlaştırılması, reşit olmamasına rağmen ailesine iade edilmemesi büyük
bir infiale sebep olur.
Çıkan olaylarda 20 Bulgar ölür ve pek çok kişi yaralanır. Gösteriler hükümete
ve Müslümanlara yönelir; özellikle Dâhiliye Nazırı Takev hedef alınır. Mahkeme
kararları uygulanmaz ve Safvetî ailesine teslim edilmez. Bu olay, bir kızın
akıbeti etrafında kopan fırtınanın nasıl kontrolden çıkıp toplumsal ve siyasi bir
krize dönüştüğünü gösterir. Rusçuk Vakası, Bulgaristan’da Müslümanlarla
Hristiyanları karşı karşıya getiren, beraber yaşama duygusunu zedeleyen
hadiselerden biridir.
Bu vaka, sadece yerel bir olay olmaktan öte, Bulgaristan’daki azınlık
politikalarının ve toplumsal yapının bir yansıması olarak tarihe geçmiştir.
Bulgar hükûmeti içindeki siyasi tartışmalar, mahkeme kararlarının uygulanmaması
ve halk tepkileri bölgedeki etnik ilişkilerin ne kadar kırılgan olduğunu
göstermiştir.
Rusçuk Vakası, Balkanlar’daki din ve etnik temelli sorunların modernleşme
sürecinde ne kadar karmaşık ve çetrefilli hale geldiğinin somut bir örneğidir.
Bulgaristan.. Sınırın Ötesinde 1. Bölüm için
https://www.arkeorehberim.com/2025/06/Bulgaristansnirin-%20Otesinde.html