Sağlık, kehanet, sanat ve ışığın tanrısı Apollon, kimi zaman ve kimi yerlerde güneşle eş değer tutulup; güneş tanrısı olarak da tapım görmüş. Etki alanına giren çoğu bitki ve ağacın efsanesi de Apollon'un aşklarıyla şekillenmiş doğal olarak. Bu ağaçlardan biri de ülkemizin endemik bitki türlerinden olan, Marmaris'ten
Fethiye'ye uzanan alanda, yoğun olarak Köyceğiz etrafında yetişen sığla ağacı
(günlük ağacı).
Doğu ve batının sentezini isminde barındıran sığla ağacının botanikteki adı, Liquidambar Oriaentalis. ''Hoş kokulu sıvı'' anlamına gelen Likidamber, Latince ''likit'' akıcı sıvı, Arapça ''amber'' hoş koku kelimelerinin birleşiminden oluşmuş.
Uzun ömürlü bu kutsal ağaca ithaf edilen efsanenin geçtiği yerin de yetiştiği bu bölge olması kuvvetle muhtemel. Gelelim sığla ağacına ruh ve anlam veren efsanemize...
Sığla ağacının mitolojisi de diğer pek çok efsanenin beslendiği kaynaktan; aşk ve intikamdan beslenmiş.
Leucothoe ve Klytie (Jean-François de Troy 1679-1752)
Güzellik ve aşkın tanrıçası Afrodit, kocası Hephaistos'u gecenin karanlığında savaş tanrı Ares'le gizli gizli aldatırken; bir gece uyuyakalırlar günahlarının tek şahidi olan yatakta. Sabah olup, ışıklarını yeryüzüne saçan güneş, ikinci şahitleri olur bu yasak aşkın. Olayı görür de hiç yerinde durur mu güneş tanrı? Doğru aldatılan kocanın yanında alır soluğu.
İhaneti haber alan demiri ve bilumum madeni işleyen zanaatçı tanrı Hephaistos, cezasız bırakmaz tabi bu ihaneti. Aldatılan koca demirden görülmez bir ağ örüp, serer yatağa. Afrodit ve Ares'in gizlice buluştuğu bir zamanda kıskıvrak, çırılçıplak yakalayıverir kaçak aşıkları yatakta. Hephaistos avaz avaz bağırıp, tüm tanrıları yatak odasına çağırır. Tanrıçalar bu rezaletten utandıkları için içeri giremezler. Erkek tanrılar bu yasak aşk sahnesinin, kahkahalarla gülerek izleyen seyircisi; Afrodit ise, utanç içinde sevgilisiyle çırılçıplak, çaresizce yatağa bağlanmış oyuncusu olur.
Afrodit unutur mu hiç güneş tanrının yaptığını? Aşk tanrıçasının karşılık vermesi gecikmez ve çok acı olur intikamı. İntikamları da savaşları ve aşkları kadar korkunçtur tanrıların.
Leucothoe (Lekotoe) ve Klytie (Kiliti) Pers prensesi iki kız kardeştirler. Güzellikleriyle delikanlıları büyüleyen genç kızların kaderi Apollon'da birleşir. Klytie güneş tanrıya aşıktır. Öyle böyle bir aşk değil, delicesine bir aşktır genç kızın Apollon'a sevgisi. Apollon'da kayıtsız kalmaz güzel kızın aşkına... Her gün genç kızı sıcacık bir okşamayla sarıp sarmalayarak, tatlı bir gülümsemeyle flört eder güneş tanrı.
Klytie (Charles de la Fosse 1688)
Sıcak bir bahar gününde, ışıklarıyla Klytie'yi sevgiyle okşayıp geçeceği sırada; genç kızın güzeller güzeli kardeşi Leucothoe'ye takılır güneş tanrının gözleri. İşte tam o anda; intikam için fırsat kollayan aşk tanrıçası Afrodit; Apollon'un kalbine tutkulu bir aşkın tohumlarını bırakıverir bütün hıncıyla.
Leucothoe'den başka şeyi gözü görmez olan Apollon; deli divane olur güzel prenses için. Ne kendisini umutsuzca seven Klytie'yi görür gözü, ne dünyada yaşayan her hangi bir canlıyı. Dünya mı onun etrafında dönmektedir, yoksa güneş tanrı mı Leucothoe'nin etrafında belli değildir artık. Kimi zaman gitmesi gereken yeri unutur kara kış olur; kimi zaman kalması gerektiğinden uzun kalıp etrafı yakıp kavurur unutur görevini güneş tanrı...Oğlu Phanteon'a (Fayton) atlarının dizginlerini verip, dünyayı yakıp kavurmasından beri böyle felaket görmemiştir insanoğlu.
Leucothoe'ye olan özlemine daha fazla dayanamayan Apollon, genç kızın annesinin kılığına bürünüp, usulca girer odasına. Anne sevgisinin masumiyetiyle kucaklayıp öper kızını. Leucothoe'nin arkadaşları ve hizmetkarlarını kızıyla baş başa konuşacağını söyleyerek uzaklaştırır odadan. Sonra tüm tanrısallığıyla dikilir güzel kızın karşısına. Gönlünü çelmek için seslenir tüm yakışıklılığıyla;
'' Ölçen benim yılların uzunluğunu. Canlılara şifa dağıtan, bütün olayları gören ve görülmesini sağlayan evrenin gözüyüm. İnan bana beğendim seni''
Korkudan dili tutulup titreyen kız, karşı koyamaz; verir kendini yakışıklılığına dayanamadığı tanrıya. Çok kızar bu işe güneşi delice seven Klytie... Önüne gelene anlattığı yetmezmiş gibi, babasına da şikayet eder; iyice abartarak Leucothoe'nin bir yabancıyla seviştiğini.
Kızgın babaya yakarır Leucothoe ''baskıyla oldu suçsuzum'' diye ama nafile... Öfkeli baba güzel kızı gömer toprakta açtığı derin bir çukura. Üç gün çılgınlar gibi sevdiği kızı arar güneş tanrı. Soğuk bedenine ulaştığında, onu ısıtmak için uğraşır beyhude yere... Üflediği tanrısal nefes bile döndüremez Leucothoe'yi geriye.
Umutsuzca aşık olduğu prensesi hayata döndüremeyen şifa dağıtıcı, sağlık ve kehanet tanrısı Apollon, kendi alanının vazgeçilmezi olan sığla ağacına (günlük ağacı) dönüştürür genç kızın bedenini.
Kabuğunda açılan yaraları iyileştirmek için salgıladığı yağla, hem kendine, hem hastalara şifa veren; aşk ve güzellik iksiri olarak bilinen, yanan kabuğunun tütsüsü kötü ruhları uzaklaştıran sığla ağacı, sadece Anadolu'da, Amerika ve Çin'in kısıtlı bir bölümünde yetişmekte.
Ağacın kabuğunun sıyrıldığı alanda oluşan yağın iyileştirici etkisi, çok eski çağlardan itibaren şifa için kullanılırken; yaralı hayvanların yaralarını ağaca sürtünerek iyileştirdikleri, doğal hastane olmuş adeta canlılara sığla ağacı.
Kleopatra'nın aşk ve güzellik iksiri olarak kullandığı sığla yağı, kokuyu içinde hapsetme özelliğinden dolayı parfüm sanayisinin vazgeçilmezi olmuş. Ölümsüzlüğün de simgesi olan sığla ağacının kabuklarının yanarken yaydığı mistik koku, ölülerin ruhlarının yolunu bulabilmesi, kötü ruhların uzaklaştırılması ve dini mekanlara kutsallık katılması adına kullanılmış ve hala kullanılmakta.
Klytie (Evelyn de Morgan 1885)
Peki Klytie'ye ne mi olmuş?
Öfkeyle kendisinden yüz çeviren tanrıyı görebilmek için; tam dokuz gün yemeden, içmeden, kıpırdamadan güneşi izlemiş sevdalı kız. Bir son vermek istemiş tanrılar Klytie'nin acısına... Önce kuruyup ince bir dala dönmüş vücudu. Göbeğini sapsarı taç yaprakların kapladığı bir çiçek açmış başında. Başını sürekli güneşe çeviren ve güneş batınca boynunu büken günebakan çiçeğine (ayçiçeği) dönüşmüş güzel kızın başı ve bedeni.
Doğu ve batının sentezini isminde barındıran sığla ağacının botanikteki adı, Liquidambar Oriaentalis. ''Hoş kokulu sıvı'' anlamına gelen Likidamber, Latince ''likit'' akıcı sıvı, Arapça ''amber'' hoş koku kelimelerinin birleşiminden oluşmuş.
Uzun ömürlü bu kutsal ağaca ithaf edilen efsanenin geçtiği yerin de yetiştiği bu bölge olması kuvvetle muhtemel. Gelelim sığla ağacına ruh ve anlam veren efsanemize...
Sığla ağacının mitolojisi de diğer pek çok efsanenin beslendiği kaynaktan; aşk ve intikamdan beslenmiş.
Leucothoe ve Klytie (Jean-François de Troy 1679-1752)
Güzellik ve aşkın tanrıçası Afrodit, kocası Hephaistos'u gecenin karanlığında savaş tanrı Ares'le gizli gizli aldatırken; bir gece uyuyakalırlar günahlarının tek şahidi olan yatakta. Sabah olup, ışıklarını yeryüzüne saçan güneş, ikinci şahitleri olur bu yasak aşkın. Olayı görür de hiç yerinde durur mu güneş tanrı? Doğru aldatılan kocanın yanında alır soluğu.
İhaneti haber alan demiri ve bilumum madeni işleyen zanaatçı tanrı Hephaistos, cezasız bırakmaz tabi bu ihaneti. Aldatılan koca demirden görülmez bir ağ örüp, serer yatağa. Afrodit ve Ares'in gizlice buluştuğu bir zamanda kıskıvrak, çırılçıplak yakalayıverir kaçak aşıkları yatakta. Hephaistos avaz avaz bağırıp, tüm tanrıları yatak odasına çağırır. Tanrıçalar bu rezaletten utandıkları için içeri giremezler. Erkek tanrılar bu yasak aşk sahnesinin, kahkahalarla gülerek izleyen seyircisi; Afrodit ise, utanç içinde sevgilisiyle çırılçıplak, çaresizce yatağa bağlanmış oyuncusu olur.
Afrodit unutur mu hiç güneş tanrının yaptığını? Aşk tanrıçasının karşılık vermesi gecikmez ve çok acı olur intikamı. İntikamları da savaşları ve aşkları kadar korkunçtur tanrıların.
Leucothoe (Lekotoe) ve Klytie (Kiliti) Pers prensesi iki kız kardeştirler. Güzellikleriyle delikanlıları büyüleyen genç kızların kaderi Apollon'da birleşir. Klytie güneş tanrıya aşıktır. Öyle böyle bir aşk değil, delicesine bir aşktır genç kızın Apollon'a sevgisi. Apollon'da kayıtsız kalmaz güzel kızın aşkına... Her gün genç kızı sıcacık bir okşamayla sarıp sarmalayarak, tatlı bir gülümsemeyle flört eder güneş tanrı.
Klytie (Charles de la Fosse 1688)
Sıcak bir bahar gününde, ışıklarıyla Klytie'yi sevgiyle okşayıp geçeceği sırada; genç kızın güzeller güzeli kardeşi Leucothoe'ye takılır güneş tanrının gözleri. İşte tam o anda; intikam için fırsat kollayan aşk tanrıçası Afrodit; Apollon'un kalbine tutkulu bir aşkın tohumlarını bırakıverir bütün hıncıyla.
Leucothoe'den başka şeyi gözü görmez olan Apollon; deli divane olur güzel prenses için. Ne kendisini umutsuzca seven Klytie'yi görür gözü, ne dünyada yaşayan her hangi bir canlıyı. Dünya mı onun etrafında dönmektedir, yoksa güneş tanrı mı Leucothoe'nin etrafında belli değildir artık. Kimi zaman gitmesi gereken yeri unutur kara kış olur; kimi zaman kalması gerektiğinden uzun kalıp etrafı yakıp kavurur unutur görevini güneş tanrı...Oğlu Phanteon'a (Fayton) atlarının dizginlerini verip, dünyayı yakıp kavurmasından beri böyle felaket görmemiştir insanoğlu.
Leucothoe'ye olan özlemine daha fazla dayanamayan Apollon, genç kızın annesinin kılığına bürünüp, usulca girer odasına. Anne sevgisinin masumiyetiyle kucaklayıp öper kızını. Leucothoe'nin arkadaşları ve hizmetkarlarını kızıyla baş başa konuşacağını söyleyerek uzaklaştırır odadan. Sonra tüm tanrısallığıyla dikilir güzel kızın karşısına. Gönlünü çelmek için seslenir tüm yakışıklılığıyla;
'' Ölçen benim yılların uzunluğunu. Canlılara şifa dağıtan, bütün olayları gören ve görülmesini sağlayan evrenin gözüyüm. İnan bana beğendim seni''
Korkudan dili tutulup titreyen kız, karşı koyamaz; verir kendini yakışıklılığına dayanamadığı tanrıya. Çok kızar bu işe güneşi delice seven Klytie... Önüne gelene anlattığı yetmezmiş gibi, babasına da şikayet eder; iyice abartarak Leucothoe'nin bir yabancıyla seviştiğini.
Kızgın babaya yakarır Leucothoe ''baskıyla oldu suçsuzum'' diye ama nafile... Öfkeli baba güzel kızı gömer toprakta açtığı derin bir çukura. Üç gün çılgınlar gibi sevdiği kızı arar güneş tanrı. Soğuk bedenine ulaştığında, onu ısıtmak için uğraşır beyhude yere... Üflediği tanrısal nefes bile döndüremez Leucothoe'yi geriye.
Umutsuzca aşık olduğu prensesi hayata döndüremeyen şifa dağıtıcı, sağlık ve kehanet tanrısı Apollon, kendi alanının vazgeçilmezi olan sığla ağacına (günlük ağacı) dönüştürür genç kızın bedenini.
Kabuğunda açılan yaraları iyileştirmek için salgıladığı yağla, hem kendine, hem hastalara şifa veren; aşk ve güzellik iksiri olarak bilinen, yanan kabuğunun tütsüsü kötü ruhları uzaklaştıran sığla ağacı, sadece Anadolu'da, Amerika ve Çin'in kısıtlı bir bölümünde yetişmekte.
Sığla ağacından elde edilen, eczacılıkta, parfümeride ve buhur olarak
kutsal mekanlarda kullanılan sığla yağı; geçmişte olduğu gibi günümüzde de önemini
korumakta.
Ağacın kabuğunun sıyrıldığı alanda oluşan yağın iyileştirici etkisi, çok eski çağlardan itibaren şifa için kullanılırken; yaralı hayvanların yaralarını ağaca sürtünerek iyileştirdikleri, doğal hastane olmuş adeta canlılara sığla ağacı.
Kleopatra'nın aşk ve güzellik iksiri olarak kullandığı sığla yağı, kokuyu içinde hapsetme özelliğinden dolayı parfüm sanayisinin vazgeçilmezi olmuş. Ölümsüzlüğün de simgesi olan sığla ağacının kabuklarının yanarken yaydığı mistik koku, ölülerin ruhlarının yolunu bulabilmesi, kötü ruhların uzaklaştırılması ve dini mekanlara kutsallık katılması adına kullanılmış ve hala kullanılmakta.
Klytie (Evelyn de Morgan 1885)
Peki Klytie'ye ne mi olmuş?
Öfkeyle kendisinden yüz çeviren tanrıyı görebilmek için; tam dokuz gün yemeden, içmeden, kıpırdamadan güneşi izlemiş sevdalı kız. Bir son vermek istemiş tanrılar Klytie'nin acısına... Önce kuruyup ince bir dala dönmüş vücudu. Göbeğini sapsarı taç yaprakların kapladığı bir çiçek açmış başında. Başını sürekli güneşe çeviren ve güneş batınca boynunu büken günebakan çiçeğine (ayçiçeği) dönüşmüş güzel kızın başı ve bedeni.
Bu eser Creative Commons Atıf 4.0 Uluslararası Lisansı ile lisanslanmıştır.
Muhteşem bir hikaye. Ben bunu hiç bir yerde okumamıştam. Çok keyifliydi. Sevgilerimle. :)
YanıtlaSilAz bilinen hüzünlü bir hikaye. Tıpkı nesli tükenmeye yaklaşan sığla ağaçları gibi; efsaneleri de unutulup gidiyor herhalde...
Sil