Beton binaların arasında yaşamaktan, bir o semt bir bu semt AVM dolaşmaktan bıktınız. Aklınızdaki ''Bu hafta sonu acaba hangi AVM 'de günümü öldürsem?'' sorusuyla karşı karşıyasınız.
Bu dişlilerin arasından kurtulmak, sıkıldığınız beton yığınlarının arasından çıkmaksa arzunuz; size doğayla baş başa olacağınız, yükselen beton binaların hemen arkasına gizlenmiş bir kültürü yaşayabileceğiniz, kentin kültür ve tarihine yeni bir çentik atan farklı bir mekanla tanışacağınız tüm gününüzü dolduracak küçük bir önerim olacak.
Böyle bir günü ben yazmakla bitiremedim, bakalım siz sabredip okuyup bitirebilecek misiniz; buyrun...
Sancaklı Köyü- Tantalos parkurunda yürüyecek olan Biz Bize ekibi, yürüyüşün başlayacağı Sancaklı Köyünün altındaki alana ulaşıp, Kral Tantalos'un Efsanesi ve Tantalos İşkencesi ile ilgili küçük bir bilgilendirme yapıldıktan sonra; A ve B grupları yukarıya Tantalos'a doğru tırmanışa geçerken, keyif ve keşif grubu dediğimiz biz Z'ler, otobüste akşama kadar oturup beklemesine izin vermediğimiz kaptanımızı da yanımıza alarak, kısmen daha az yorucu olan kendi rotamıza Doğançay Köyüne doğru inişe geçiyoruz.
Doğançay yolu üzerinde bir süre ilerledikten sonra gitmeyi hedeflediğimiz Doğançay Gölü için solumuzda kalan patika yola sapıp; sağ tarafımıza Doğançay Köyü, Dünya Barış Anıtı ve körfez manzarasını alıp 1.5 kilometre kadar tırmanıyoruz.
Yamanlar Dağının yamaçlarında bir tepe üzerindeki küçük gölcüğe ulaşınca muazzam bir manzara karşılıyor bizi. Bir tarafı dağın yamacına doğru uzanan tepenin geri kalan kısımları tamamen açık, hal böyle olunca boşlukta asılı gibi duran gölün bulunduğu tepe panaromik bir manzara sunuyor bize.
Gölün etrafında manzarayı kesecek herhangi bir yükseltinin olmaması demek rüzgarı kesecek kuytu bir alan olmaması da demek oluyor haliyle. İliklerimize işleyen soğuk rüzgara karşı, yarısı buz tutmuş olan göle bakarken Ender Tekin'in nereden kulağıma çalındıysa söylediği şu ilahinin nakaratı yankılanıyor sürekli kafamın içinde;
Ölüyorum gel kurtar Yar,
Sensiz dünyalar bana dar,
Bir yanım su, bir yanım kar,
Hem boğuldum hem dondum Yar.
Gölün kenarlarındaki buzlanan alan ile buzlanmamış orta bölümdeki suların ışıltısını ve birbirine tezat görüntülerini hayranlıkla izleyip, buzlar üzerinde çakıl taşlarını kaydırıp eğleniyoruz biraz.
Doğançay Gölünün kenarında yükselen, köklerini göle uzatıp, iki yana kucak açtığı dallarıyla bir tarafta Sancaklı Köyü ve kayalıklar üzerindeki Sancaklı Kalesini, diğer tarafta Doğançay Köyünü, gökyüzüne uzanan dalları ile Dünya Barış Anıtı ve İzmir Körfezini seyre dalan yalnız ve güçlü ağaca gıpta ile bakıp sevimli gölün kenarından ayrılıyoruz.
Doğada olmanın en büyük nimetlerinden biri olan özgürlüğün tadını sonuna kadar çıkartarak, ne ayak seslerimizin, ne attığımız çığlıklar ve kahkahalarımızın, ne de söylediğimiz şarkıların konu komşuyu rahatsız eder kaygısını çekmeden, dilediğimiz gibi şarkılar söyleyerek inişe geçiyoruz tekrar.
Doğançay Gölünden aşağı sallanıp patikadan ana yola ulaşınca Doğançay Köyü istikametine dönüp, hemen yol kenarındaki Durmuş Ali Dede Türbesine uğrayıp dilek ağacının olduğu alanda yeni yılda sağlık, mutluluk, ülkemizde barış ve huzur diliyoruz biz de.
Alevilikte eşik Hz. Ali'nin simgesi sayıldığından, 12 imamdan birinin eşikte öldürülmesinden ve yola girişi temsil ettiğinden eşiğe basmak günah kabul ediliyor. Bu nedenle dede ocaklarının da eşiği kutsal sayılıyor. Tarikat ışık ve bilgisine ulaşmanın anısına, bir alçak gönüllülük ve teslimiyet ifadesi olarak, eşiğin önünde sol diz üzerine çökerek, elleri eşiğe koyup, her bir eli bir kez öpmek veya eşiğe baş koymak da eşiği öperek tarikata bağlanmak anlamına geliyor.
Alevi Türkmen köyü olan Doğançay'da da eşiğe basmanın günah sayıldığına dair okuduğum yazı aklıma geliyor ve kapalı kapıları açıp içeri adım atarken daha bir özenli olmaya gayret ediyorum. Prof.Dr. Orhan Türkdoğan Alevi-Bektaşi Kimliği adlı eserinde şöyle bahsediyor bu konudan;
''Eski Türklerde eşiğin kutsallığı Şamanizm'den gelmektedir. izmir'in Karşıyaka ilçesi Doğançay Köyünde eşiğe saygısızlık günah sayılmaktadır. Gelin eve geldiğinde eşiğe niyaz yaptırılır. Gelin arabadan indirilince yaşlı birisi damadı ve gelini eşiğe niyaz ettirir. Bu sırada gelinle damat ''Ya Allah, ya Muhammed, ya Ali'' derler. Sonra geline; ''Eve yüz üstü geldin, sırt üstü çıkıncaya kadar yuvanda mesut ol'' tarzında nasihatte bulunulur.''
Yaklaşık dört kilometrelik bir yürüyüş sonrası doğada şimdilik bu kadar spor yeter deyip; acıkan karnımızı doyurmak ve sıcak bir bardak çayla içimizi ısıtmak için Durmuş Ali Dede Türbesinden ayrılıp, Doğançay Köyündeki Hüseyin Bey'in kahvehanesine atıyoruz kendimizi.
Hüseyin Bürüç Tunceli'de lise eğitimini tamamladıktan sonra öğretmen eksiği olan okullarda bir süre vekil öğretmen olarak görev yapıp, üç yıl önce çocuklarının eğitimi için İzmir'e gelip Doğançay Köyüne yerleşen bir türkü dostu.
Kahvehaneye girer girmez duvardaki sazlar ve ilginç bir enstrümanla karşılaşıyor ve diğer köy kahvehanelerinden bir farklılığı olduğunu hissediyorsunuz zaten.
Tunceli'den sonra bir süre Mersin'de kaldığını ve sürekli karşılaştığı şu sorularla gelişen diyaloğu anlatıyor:
- Kürt müsün?
- Hayır.
-Türk müsün?
- Hayır.
- Ermeni misin? Nesin?
- Hayır. Ben sadece insanım.
Ve ardından ekliyor ''Ben türkü seven bir insanım, türküleri sevmeyen, insanları sevemez.''
Hüseyin Bey kahvehanede oturduğumuz bir saatlik süre içinde, güzel sesli arkadaşımız Cihan'la yaptığı düetlerle, sazıyla, sözüyle kulağımızın pasını, yüreğimizin derdini tasasını silip atıyor.
Doğanın güzelliğiyle doyan gözlerimizin yanında, müzikle beslenen ruhumuzu da alıp Dünya Barış Anıtına doğru yola çıkıyoruz.
Köyden bir kilometrelik tırmanıştan sonra, Dünya Barış Anıtına giden yolun sağında ilk olarak 1 Mayıs Emek Anıtı karşılıyor bizi. Heykeltıraş Ozan Ünal'ın yaptığı anıtta; bir maden işçisinin elindeki kazmayla kol gücüyle kayayı kırması, kırdığı kayadan yaptığı merdivenlerden kendisini ve arkasından gelen arkadaşlarını gün ışığına çıkarması tasvir edilmiş.
Anıtı yakından incelerken maden işçisinin yaptığı merdivenlerden tırmanmak, işçilerle birlikte yürümek arzusu uyandırıyor insanda. Lakin bunu yapmak pek mümkün değil. Anıt yapılalı altı yıl gibi bir süre olmuş ama merdivenler şimdiden çatlayıp yer yer göçmüş. Tasviri aslının aynı diye düşünüyor insan. Tıpkı emniyetsiz madenlerde sürekli göçüklerin olması gibi bir kaç yıla varmadan bu anıtta da bir göçüğün yaşanması kesin gibi görünüyor.
Bu kadar güzel ve etkileyici bir kompozisyonu madem hayata geçirdiniz; bari dayanıklı bir malzemeden yapın değil mi ama? Maden işçisi kayayı kırıp yol yapıyor, sanatçısı ise kaya gibi dayanıklı bir malzeme yerine; alttaki fotoğrafta da ne kadar ince ve dayanıksız olduğunu görebileceğiniz, neredeyse kartondan bir malzemeyle bunu tasvir ediyor.
Anıtların yapılmasındaki amaç bunları gelecek nesillere aktarmak değil midir? 2000-3000 yıl önce yapılanlar günümüze ulaşabilmişken, bizim anıtın 20 yıl uzağı göreceği şüpheli gibi görünüyor. Anıtın kaya olarak düşünülmüş kısmı ve merdivenleri öyle emaneten duruyor ki; yakından bir kaç fotoğraf alalım derken aman kırılacak zarar vermeyelim endişesine kapılıyorsunuz. Amaç sadece yapmış olmaksa hiç yapıp onca emek ve para harcamayın daha iyi.
1 Mayıs Emek Anıtını geçtikten sonra otopark bariyerlerini aşınca, yolun sol tarafında 2 Temmuz Sivas Anıtı çıkıyor karşımıza. Sivas'ta 2 Temmuz 1993 yılında Pir Sultan Abdal şenlikleri için kente gelen sanatçı, aydın ve düşünürlerin kaldığı Madımak Otelinin bir grup gerici şeriat yanlısı tarafından ateşe verilmesi sonucu hayatını kaybeden 35 canın anısına yapılan anıtın etrafını ölenlerin isim levhaları çevreliyor.
Davası uzun yıllar süren bu gerici hareketin başını çeken 33 kişiye idam cezası verilir ve 2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılması nedeniyle cezaları müebbet hapse dönüştürülür. İstiklal mahkemelerinden sonra tek davada bu kadar sayıda idam cezası verilen ilk dava olma özelliği de taşıyan Sivas davasında verilen cezalar yaşananların üzüntüsünü hafifletmeye yetmemiştir elbette.
2 Temmuz Sivas Anıtında birbirine kenetlenmiş insan motifleriyle etkileyici bir çam ağacı görüntüsü oluşturulmuş ve taban kısmında da Nazım Hikmet'in dizelerine yer verilmiş:
Ben yanmasam,
sen yanmasan,
biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
Milli Emlak'a ait arazi Karşıyaka Belediyesi tarafından yeşillendirilip, prestij projesi olarak yapımına başlanan Dünya Barış Anıtı, yeni kurulan Bayraklı Belediyesinin sınırları içinde kalınca Bayraklı Belediyesine devredilmiş.
50 metre yüksekliğindeki anıtın üç asansörle 25 metresine kadar çıkılıp anıtın altından bile muhteşem görünen İzmir Körfezi yukarıdaki seyir terasından izlenebilecek şekilde tasarlanmış. Anıtta bana tek cazip gelen detay bu oldu diyebilirim. Dünya barış Anıtının; ne avuçlar arasında yükselen bir kürenin tasvir edildiği yaratıcılıktan uzak kompozisyonu, ne de metallerle çevrili hiç bir estetik güzellik taşımayan dizaynı benim göz zevkime hitap etmiyor.
Uzaklardan izlerken gözüme bir çeşit verici istasyonu gibi görünen anıtın yakından bakınca da farklı olmadığını düşünüyorum nedense. Muazzam manzarası olan bu güzel alanda bu kadar sıradan bir motifi üstelik de böyle metal yığını şeklinde görmek sinirime dokunuyor.
1 Mayıs Emek ve 2 Temmuz Sivas anıtlarına defalarca bakıp, uzun süre izleme isteği duyarak geçirdiğim onca dakikadan sonra Dünya Barış Anıtına başımı kaldırıp sadece bir defa bakıp, onun metal görüntüsünü hafifletip etrafını hareketlendiren iyi ki düşünülüp yapılmış diye içimden geçirdiğim heykellere çeviriyorum gözlerimi. Anıtın etrafını saran havuzun içine, kentin antik tarihinde rol oynamış Amazon Kraliçesi Smyrna, Kral Tantalos, Büyük İskender ve ozan Homeros'un heykelleri yapılmış.
Smyrna, efsanelere göre bir Amazon kraliçesidir. Amazonlar çocuk yaşlardayken, iyi ok atabilmeleri için sağ göğüsleri ateşle dağlanarak göğsün büyümesini engelleyen, iyi ata binen kadın savaşçılardır. Yaşadıkları yerin günümüzün Samsun ili çevresi olduğuna inanılır.
Smyrna ve İzmir'in kuruluşuyla ilgili günümüz tarihçi ve arkeologlarının ortaya attığı farklı görüşlerin yanında, pek çok konuda kaynak kabul edilen antik çağın tarihçi ve coğrafyacısı Strabon'un da (M.Ö 64-M.S 24) bu konuda detaylı bir açıklaması var.
Smyrna'nın Efes kentini ele geçiren bir Amazon olduğunu, Efes kentine bir zamanlar Smyrna ve Efeslilere de Smyrna'lılar dendiğini, kendilerine Smyrnalı diyen bu grubun Efes kentinde ayrı bir yerde, Panayır Dağının eteklerinde yaşadıklarını, daha sonraları Efes'ten tamamen ayrılarak o dönemlerde Lelegler tarafından iskan edilmiş olan kentten Leleg halkını kovarak buraya günümüzde Bayraklı sınırlarında yer alan Smyrna kentini kurduklarını söyler.
Smyrna heykelinden sağa doğru yönelince Kral Tantalos'un heykeli ile karşılaşılıyor. Kral Tantalos'un bir Frig kralı olduğu ve Spil Dağı etrafında hüküm sürdüğü düşünülmekte. İzmir Körfezindeki limana başlangıçta kentin kurucusu olmasından dolayı Tantalos Limanı denirken sonrasında kentle beraber Smyrna ismini almış.
Tantalos'dan günümüze Homeros'un Odyssea adlı eserinde Tantalos İşkencesini anlattığı efsane kalmış. Zengin ve tanrılar tarafından sevilen, onlarla aynı sofrada oturup ölümsüzlük yiyecek ve içeceklerini tadan bir kraldır Tantalos.
Spil Dağına yemeğe çağırdığı, kendisi Anadolu'nun Ana Tanrıçası Kibele'ye inandığı için küçük gördüğü Olimposlu tanrıları; güçlerini denemek ve küçük düşürmek için bir test yapar. Parçalara ayırarak pişirdiği oğlu Pelops'u yediklerinin ne olduğunu anlayıp anlayamayacaklarını görmek için tanrıların tabaklarına dağıtır.
O günlerde çok üzgün olan bereket tanrıçası Demeter dışında, tabaklarında ne olduğunu fark eden tanrılar dehşetle geri çekilirler. Zeus'un öfkeyle Spil Dağından aşağıya fırlattığı Tantalos'un düştüğü yerin günümüzdeki Karagöl olduğu iddia edilir.
Efsaneye göre tanrılar tarafından ebedi açlık ve susuzluğa mahkum edilen Tantalos bir gölün içinde dikilmekte, içmek için her eğildiğinde su çekilip kurumakta, başının üzerindeki dallarda sallanan meyveleri koparmak için elini her uzattığında esen rüzgarla dallar yükseklere savrulmakta bir tane bile koparamamaktadır.
Dünya Barış Anıtının etrafındaki 3. heykel Büyük İskender'e ait. Bayraklı'da kurulmuş olan Smyrna halkı; önce Lidyalıların saldırıları, ardından 546 yılında Perslerin yıkıp yerle bir etmeleri sonucu kenti terk ederler. Smyrna çevresindeki köylere çekilen kent halkı 334 yılında Büyük İskender'in Kadifekale'den limana kadar uzanan alana yeni kenti kurdurması ile tekrar kentlerine dönerler.
İskender'e Smyrna'yı kurduran Pagos Dağında (Kadifekale) gördüğü bir rüya ve Klaros Apollon Tapınağı rahiplerinin verdiği bir faldır. Dağda uykuya dalan İskender'e tanrıçalar burada bir kent kurmasını söylerler. Bu rüyayı Klaros'daki rahiplere danışan İskender'e söylenen, ''Pagos Dağı etrafında kurulacak şehre yerleşen göçmenlerin tarihte üç veya dört kez mutlu olacağı'' kehanetidir.
Anıtın etrafında dolaşıp daireyi tamamlarken son olarak Homeros'un heykelini görüyoruz. M.Ö 8. yy'da yaşadığı kabul edilen Homeros İlyada ve Odsseia eserlerinin yaratıcısı. Kendisinin Smyrna'da doğduğu ve eserlerini İyonca olarak, günümüzde Bornova Çayı dediğimiz Meles Çayının kenarında bir mağarada yarattığı düşünülür.
Antik çağın en büyük ozanı kabul edilen Homeros'un eserleri eski çağlarda, Batı Anadolu ve Yunanistan'da din, tarih, coğrafya, şiir, edebiyat, askerlik ve doğa alanında yüzyıllarca kaynak olarak kullanılmış.
Dünya barış Anıtının hemen önüne yapılmış olan restaurant ve kafeterya körfeze bakan cephesinin neredeyse tamamı camlarla kapatıldığı için, ferah bir mekan ve çok güzel bir manzara sunuyor müşterilere. İşletmesini belediyenin yaptığı iki adet mekanda bu sebepten olsa gerek yiyecek ve içeceklerin fiyatları oldukça makul. Hatta kentin içindeki her hangi bir yerden çok daha uygun denilebilir.
Sıcak saleplerimizi yudumlayıp manzarayı izlerken, cuma ve cumartesi geceleri canlı müziğin olduğunu öğrendiğimiz restauranta bir akşam mutlaka gelmek için sözleşiyoruz.
Sonuç olarak Dünya Barış Anıtını tek bir yapı olarak düşünüp sadece onu görmek niyetiyle buraya gelmemek gerekiyor. Alan oldukça komplike detaylarla renklendirilmiş ve çok sayıda keyifli yürüme yollarıyla çevrilmiş. Çocuklarınızı özgürce koşturup doyumsuz manzarayı izlemek için bile buraya defalarca gelinip en az yarım gün geçirilebilir.
Ama; ''Yok ben sadece Dünya barış Anıtını göreceğim'' diyorsanız hiç zahmet etmeyin derim. Onun yerine, o metallerin tümünün ışıklandırıldığını düşündüğüm anıtı, görünen bir noktadan gece izleyin bence. ''Gecenin karanlığı tüm ayıpları örtermiş'' derler ya hani, gece uzaktan izlemesi gündüz gözüyle bakmaktan daha hoş olacaktır eminim.
A ve B gruplarının yürüyüş başlangıcı olan Sancaklı Köyüne geldiklerini öğrenince, günü Doğançay Köyünde noktalayıp; kaptanımızla beraber, dağları fethedip dönen ekibin geri kalanıyla buluşma noktasına hareket ediyoruz:)
Sizler de bu şirin aile gibi çocuğunu doğaya çıkarıp çiçek ve dağ kokusunu içine çekip temiz havada özgürce yürüyüp koşmasını sağlayanlardan mı, yoksa sıcak havası, kapalı mekanları, davetkar dükkan ve kafeteryalarıyla AVM lerin cazibesine kapılanlardan mısınız?
Korunaklı kıyafetlerin doğal bir zırh gibi bedenimizi sarabildiği günümüzde; bir parça soğuk, bir kaç damla yağmurun korkusu mu sizi çocukları doğaya çıkarmaktan alıkoyan? Ne gereksiz bir ayrıntı. Bizleri ışıltılı ve sıcak duvarları arasına çekip, içindeki kalabalık, kirli hava ve gürültüsüyle enfeksiyonları elden ele, nefesten nefese yayan AVM'lerden daha çok korkmak gerek sanırım.
Kondisyonunuza güveniyor ve ben doğayı yükseklerden kucaklamak istiyorum diyorsanız yürüyüşün zorluk derecesine göre A ve B grubu olarak ayrılan yürüyüş ekipleriyle dağlara yol almak elinizde.
Yok ben o kadar tempolu bir fiziksel aktiviteye gelemem diyorsanız; hemen kentin arkalarına gizlenmiş kültür mozaiğimizin bir parçası olan Doğançay Köyüne doğru uzanmak, köyün etrafındaki doğal ve kültürel güzellikleri keşfedip, hiç bir milliyeti kabul etmeyen Hüseyin Bey'in kahvesinde sıcak çayla içinizi ısıtıp ''ben sadece türkü dostu bir insanım'' diyerek ruhunuzu halk ezgileriyle doyurmak size kalmış.
Bunları yapabilmek için İzmir'de olmak gerekmiyor; İstanbul, Ankara, Adana, Konya, Bursa vs. her bir kentin hemen yanı başında sizleri bekleyen muhteşem bir doğa, tanımak için bir adımlık mesafede farklı insanlar ve kültürel hazineler illaki var. Yeter ki siz bir adım atmak isteyin.
Gönlünüzü doğaya ve dağlara kaptırdığınız anda, iyi gününüzde mutluluğunuzu arttıran,özel günlerinizi paylaşan, kötü günlerde sizleri teselli eden de dağlar olur haliyle. Tıpkı ekibin iki üyesi Kemal Tırpan ve Nadir Şener'de olduğu gibi.
B grubunda birlikte Tantalos'a yürüdükleri dostlarının yaptığı hoş sürprizle, Kemal ve Nadir Bey doğum günlerini gönüllerini verdikleri dağlarda kutlayıp, eski yaşlarını Tantalos'da bırakıp, aldıkları yeni yaşlarıyla inişe geçtiler Sancaklı Köyüne doğru.
Buradan ben de bu iki doğa dostu insanın doğum günlerini kutluyor; doğada, dağlarla kucak kucağa mutlulukla geçirecekleri nice sağlıklı yıllar ve yaşlar diliyorum.
Hüseyin Bürüç
Objektiflere Takılanlar
Bu dişlilerin arasından kurtulmak, sıkıldığınız beton yığınlarının arasından çıkmaksa arzunuz; size doğayla baş başa olacağınız, yükselen beton binaların hemen arkasına gizlenmiş bir kültürü yaşayabileceğiniz, kentin kültür ve tarihine yeni bir çentik atan farklı bir mekanla tanışacağınız tüm gününüzü dolduracak küçük bir önerim olacak.
Böyle bir günü ben yazmakla bitiremedim, bakalım siz sabredip okuyup bitirebilecek misiniz; buyrun...
Sancaklı Köyü- Tantalos parkurunda yürüyecek olan Biz Bize ekibi, yürüyüşün başlayacağı Sancaklı Köyünün altındaki alana ulaşıp, Kral Tantalos'un Efsanesi ve Tantalos İşkencesi ile ilgili küçük bir bilgilendirme yapıldıktan sonra; A ve B grupları yukarıya Tantalos'a doğru tırmanışa geçerken, keyif ve keşif grubu dediğimiz biz Z'ler, otobüste akşama kadar oturup beklemesine izin vermediğimiz kaptanımızı da yanımıza alarak, kısmen daha az yorucu olan kendi rotamıza Doğançay Köyüne doğru inişe geçiyoruz.
Doğançay yolu üzerinde bir süre ilerledikten sonra gitmeyi hedeflediğimiz Doğançay Gölü için solumuzda kalan patika yola sapıp; sağ tarafımıza Doğançay Köyü, Dünya Barış Anıtı ve körfez manzarasını alıp 1.5 kilometre kadar tırmanıyoruz.
Yamanlar Dağının yamaçlarında bir tepe üzerindeki küçük gölcüğe ulaşınca muazzam bir manzara karşılıyor bizi. Bir tarafı dağın yamacına doğru uzanan tepenin geri kalan kısımları tamamen açık, hal böyle olunca boşlukta asılı gibi duran gölün bulunduğu tepe panaromik bir manzara sunuyor bize.
Gölün etrafında manzarayı kesecek herhangi bir yükseltinin olmaması demek rüzgarı kesecek kuytu bir alan olmaması da demek oluyor haliyle. İliklerimize işleyen soğuk rüzgara karşı, yarısı buz tutmuş olan göle bakarken Ender Tekin'in nereden kulağıma çalındıysa söylediği şu ilahinin nakaratı yankılanıyor sürekli kafamın içinde;
Ölüyorum gel kurtar Yar,
Sensiz dünyalar bana dar,
Bir yanım su, bir yanım kar,
Hem boğuldum hem dondum Yar.
Doğançay Gölünün kenarında yükselen, köklerini göle uzatıp, iki yana kucak açtığı dallarıyla bir tarafta Sancaklı Köyü ve kayalıklar üzerindeki Sancaklı Kalesini, diğer tarafta Doğançay Köyünü, gökyüzüne uzanan dalları ile Dünya Barış Anıtı ve İzmir Körfezini seyre dalan yalnız ve güçlü ağaca gıpta ile bakıp sevimli gölün kenarından ayrılıyoruz.
Doğada olmanın en büyük nimetlerinden biri olan özgürlüğün tadını sonuna kadar çıkartarak, ne ayak seslerimizin, ne attığımız çığlıklar ve kahkahalarımızın, ne de söylediğimiz şarkıların konu komşuyu rahatsız eder kaygısını çekmeden, dilediğimiz gibi şarkılar söyleyerek inişe geçiyoruz tekrar.
Doğançay Gölünden aşağı sallanıp patikadan ana yola ulaşınca Doğançay Köyü istikametine dönüp, hemen yol kenarındaki Durmuş Ali Dede Türbesine uğrayıp dilek ağacının olduğu alanda yeni yılda sağlık, mutluluk, ülkemizde barış ve huzur diliyoruz biz de.
Alevilikte eşik Hz. Ali'nin simgesi sayıldığından, 12 imamdan birinin eşikte öldürülmesinden ve yola girişi temsil ettiğinden eşiğe basmak günah kabul ediliyor. Bu nedenle dede ocaklarının da eşiği kutsal sayılıyor. Tarikat ışık ve bilgisine ulaşmanın anısına, bir alçak gönüllülük ve teslimiyet ifadesi olarak, eşiğin önünde sol diz üzerine çökerek, elleri eşiğe koyup, her bir eli bir kez öpmek veya eşiğe baş koymak da eşiği öperek tarikata bağlanmak anlamına geliyor.
Alevi Türkmen köyü olan Doğançay'da da eşiğe basmanın günah sayıldığına dair okuduğum yazı aklıma geliyor ve kapalı kapıları açıp içeri adım atarken daha bir özenli olmaya gayret ediyorum. Prof.Dr. Orhan Türkdoğan Alevi-Bektaşi Kimliği adlı eserinde şöyle bahsediyor bu konudan;
''Eski Türklerde eşiğin kutsallığı Şamanizm'den gelmektedir. izmir'in Karşıyaka ilçesi Doğançay Köyünde eşiğe saygısızlık günah sayılmaktadır. Gelin eve geldiğinde eşiğe niyaz yaptırılır. Gelin arabadan indirilince yaşlı birisi damadı ve gelini eşiğe niyaz ettirir. Bu sırada gelinle damat ''Ya Allah, ya Muhammed, ya Ali'' derler. Sonra geline; ''Eve yüz üstü geldin, sırt üstü çıkıncaya kadar yuvanda mesut ol'' tarzında nasihatte bulunulur.''
Yaklaşık dört kilometrelik bir yürüyüş sonrası doğada şimdilik bu kadar spor yeter deyip; acıkan karnımızı doyurmak ve sıcak bir bardak çayla içimizi ısıtmak için Durmuş Ali Dede Türbesinden ayrılıp, Doğançay Köyündeki Hüseyin Bey'in kahvehanesine atıyoruz kendimizi.
Hüseyin Bürüç Tunceli'de lise eğitimini tamamladıktan sonra öğretmen eksiği olan okullarda bir süre vekil öğretmen olarak görev yapıp, üç yıl önce çocuklarının eğitimi için İzmir'e gelip Doğançay Köyüne yerleşen bir türkü dostu.
Kahvehaneye girer girmez duvardaki sazlar ve ilginç bir enstrümanla karşılaşıyor ve diğer köy kahvehanelerinden bir farklılığı olduğunu hissediyorsunuz zaten.
Tunceli'den sonra bir süre Mersin'de kaldığını ve sürekli karşılaştığı şu sorularla gelişen diyaloğu anlatıyor:
- Kürt müsün?
- Hayır.
-Türk müsün?
- Hayır.
- Ermeni misin? Nesin?
- Hayır. Ben sadece insanım.
Ve ardından ekliyor ''Ben türkü seven bir insanım, türküleri sevmeyen, insanları sevemez.''
Hüseyin Bey kahvehanede oturduğumuz bir saatlik süre içinde, güzel sesli arkadaşımız Cihan'la yaptığı düetlerle, sazıyla, sözüyle kulağımızın pasını, yüreğimizin derdini tasasını silip atıyor.
Doğanın güzelliğiyle doyan gözlerimizin yanında, müzikle beslenen ruhumuzu da alıp Dünya Barış Anıtına doğru yola çıkıyoruz.
Köyden bir kilometrelik tırmanıştan sonra, Dünya Barış Anıtına giden yolun sağında ilk olarak 1 Mayıs Emek Anıtı karşılıyor bizi. Heykeltıraş Ozan Ünal'ın yaptığı anıtta; bir maden işçisinin elindeki kazmayla kol gücüyle kayayı kırması, kırdığı kayadan yaptığı merdivenlerden kendisini ve arkasından gelen arkadaşlarını gün ışığına çıkarması tasvir edilmiş.
Anıtı yakından incelerken maden işçisinin yaptığı merdivenlerden tırmanmak, işçilerle birlikte yürümek arzusu uyandırıyor insanda. Lakin bunu yapmak pek mümkün değil. Anıt yapılalı altı yıl gibi bir süre olmuş ama merdivenler şimdiden çatlayıp yer yer göçmüş. Tasviri aslının aynı diye düşünüyor insan. Tıpkı emniyetsiz madenlerde sürekli göçüklerin olması gibi bir kaç yıla varmadan bu anıtta da bir göçüğün yaşanması kesin gibi görünüyor.
Bu kadar güzel ve etkileyici bir kompozisyonu madem hayata geçirdiniz; bari dayanıklı bir malzemeden yapın değil mi ama? Maden işçisi kayayı kırıp yol yapıyor, sanatçısı ise kaya gibi dayanıklı bir malzeme yerine; alttaki fotoğrafta da ne kadar ince ve dayanıksız olduğunu görebileceğiniz, neredeyse kartondan bir malzemeyle bunu tasvir ediyor.
Anıtların yapılmasındaki amaç bunları gelecek nesillere aktarmak değil midir? 2000-3000 yıl önce yapılanlar günümüze ulaşabilmişken, bizim anıtın 20 yıl uzağı göreceği şüpheli gibi görünüyor. Anıtın kaya olarak düşünülmüş kısmı ve merdivenleri öyle emaneten duruyor ki; yakından bir kaç fotoğraf alalım derken aman kırılacak zarar vermeyelim endişesine kapılıyorsunuz. Amaç sadece yapmış olmaksa hiç yapıp onca emek ve para harcamayın daha iyi.
1 Mayıs Emek Anıtını geçtikten sonra otopark bariyerlerini aşınca, yolun sol tarafında 2 Temmuz Sivas Anıtı çıkıyor karşımıza. Sivas'ta 2 Temmuz 1993 yılında Pir Sultan Abdal şenlikleri için kente gelen sanatçı, aydın ve düşünürlerin kaldığı Madımak Otelinin bir grup gerici şeriat yanlısı tarafından ateşe verilmesi sonucu hayatını kaybeden 35 canın anısına yapılan anıtın etrafını ölenlerin isim levhaları çevreliyor.
Davası uzun yıllar süren bu gerici hareketin başını çeken 33 kişiye idam cezası verilir ve 2002 yılında idam cezasının yürürlükten kaldırılması nedeniyle cezaları müebbet hapse dönüştürülür. İstiklal mahkemelerinden sonra tek davada bu kadar sayıda idam cezası verilen ilk dava olma özelliği de taşıyan Sivas davasında verilen cezalar yaşananların üzüntüsünü hafifletmeye yetmemiştir elbette.
2 Temmuz Sivas Anıtında birbirine kenetlenmiş insan motifleriyle etkileyici bir çam ağacı görüntüsü oluşturulmuş ve taban kısmında da Nazım Hikmet'in dizelerine yer verilmiş:
Ben yanmasam,
sen yanmasan,
biz yanmasak,
nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa...
Milli Emlak'a ait arazi Karşıyaka Belediyesi tarafından yeşillendirilip, prestij projesi olarak yapımına başlanan Dünya Barış Anıtı, yeni kurulan Bayraklı Belediyesinin sınırları içinde kalınca Bayraklı Belediyesine devredilmiş.
50 metre yüksekliğindeki anıtın üç asansörle 25 metresine kadar çıkılıp anıtın altından bile muhteşem görünen İzmir Körfezi yukarıdaki seyir terasından izlenebilecek şekilde tasarlanmış. Anıtta bana tek cazip gelen detay bu oldu diyebilirim. Dünya barış Anıtının; ne avuçlar arasında yükselen bir kürenin tasvir edildiği yaratıcılıktan uzak kompozisyonu, ne de metallerle çevrili hiç bir estetik güzellik taşımayan dizaynı benim göz zevkime hitap etmiyor.
Uzaklardan izlerken gözüme bir çeşit verici istasyonu gibi görünen anıtın yakından bakınca da farklı olmadığını düşünüyorum nedense. Muazzam manzarası olan bu güzel alanda bu kadar sıradan bir motifi üstelik de böyle metal yığını şeklinde görmek sinirime dokunuyor.
1 Mayıs Emek ve 2 Temmuz Sivas anıtlarına defalarca bakıp, uzun süre izleme isteği duyarak geçirdiğim onca dakikadan sonra Dünya Barış Anıtına başımı kaldırıp sadece bir defa bakıp, onun metal görüntüsünü hafifletip etrafını hareketlendiren iyi ki düşünülüp yapılmış diye içimden geçirdiğim heykellere çeviriyorum gözlerimi. Anıtın etrafını saran havuzun içine, kentin antik tarihinde rol oynamış Amazon Kraliçesi Smyrna, Kral Tantalos, Büyük İskender ve ozan Homeros'un heykelleri yapılmış.
Smyrna, efsanelere göre bir Amazon kraliçesidir. Amazonlar çocuk yaşlardayken, iyi ok atabilmeleri için sağ göğüsleri ateşle dağlanarak göğsün büyümesini engelleyen, iyi ata binen kadın savaşçılardır. Yaşadıkları yerin günümüzün Samsun ili çevresi olduğuna inanılır.
Smyrna ve İzmir'in kuruluşuyla ilgili günümüz tarihçi ve arkeologlarının ortaya attığı farklı görüşlerin yanında, pek çok konuda kaynak kabul edilen antik çağın tarihçi ve coğrafyacısı Strabon'un da (M.Ö 64-M.S 24) bu konuda detaylı bir açıklaması var.
Smyrna'nın Efes kentini ele geçiren bir Amazon olduğunu, Efes kentine bir zamanlar Smyrna ve Efeslilere de Smyrna'lılar dendiğini, kendilerine Smyrnalı diyen bu grubun Efes kentinde ayrı bir yerde, Panayır Dağının eteklerinde yaşadıklarını, daha sonraları Efes'ten tamamen ayrılarak o dönemlerde Lelegler tarafından iskan edilmiş olan kentten Leleg halkını kovarak buraya günümüzde Bayraklı sınırlarında yer alan Smyrna kentini kurduklarını söyler.
Smyrna heykelinden sağa doğru yönelince Kral Tantalos'un heykeli ile karşılaşılıyor. Kral Tantalos'un bir Frig kralı olduğu ve Spil Dağı etrafında hüküm sürdüğü düşünülmekte. İzmir Körfezindeki limana başlangıçta kentin kurucusu olmasından dolayı Tantalos Limanı denirken sonrasında kentle beraber Smyrna ismini almış.
Tantalos'dan günümüze Homeros'un Odyssea adlı eserinde Tantalos İşkencesini anlattığı efsane kalmış. Zengin ve tanrılar tarafından sevilen, onlarla aynı sofrada oturup ölümsüzlük yiyecek ve içeceklerini tadan bir kraldır Tantalos.
Spil Dağına yemeğe çağırdığı, kendisi Anadolu'nun Ana Tanrıçası Kibele'ye inandığı için küçük gördüğü Olimposlu tanrıları; güçlerini denemek ve küçük düşürmek için bir test yapar. Parçalara ayırarak pişirdiği oğlu Pelops'u yediklerinin ne olduğunu anlayıp anlayamayacaklarını görmek için tanrıların tabaklarına dağıtır.
O günlerde çok üzgün olan bereket tanrıçası Demeter dışında, tabaklarında ne olduğunu fark eden tanrılar dehşetle geri çekilirler. Zeus'un öfkeyle Spil Dağından aşağıya fırlattığı Tantalos'un düştüğü yerin günümüzdeki Karagöl olduğu iddia edilir.
Efsaneye göre tanrılar tarafından ebedi açlık ve susuzluğa mahkum edilen Tantalos bir gölün içinde dikilmekte, içmek için her eğildiğinde su çekilip kurumakta, başının üzerindeki dallarda sallanan meyveleri koparmak için elini her uzattığında esen rüzgarla dallar yükseklere savrulmakta bir tane bile koparamamaktadır.
Dünya Barış Anıtının etrafındaki 3. heykel Büyük İskender'e ait. Bayraklı'da kurulmuş olan Smyrna halkı; önce Lidyalıların saldırıları, ardından 546 yılında Perslerin yıkıp yerle bir etmeleri sonucu kenti terk ederler. Smyrna çevresindeki köylere çekilen kent halkı 334 yılında Büyük İskender'in Kadifekale'den limana kadar uzanan alana yeni kenti kurdurması ile tekrar kentlerine dönerler.
İskender'e Smyrna'yı kurduran Pagos Dağında (Kadifekale) gördüğü bir rüya ve Klaros Apollon Tapınağı rahiplerinin verdiği bir faldır. Dağda uykuya dalan İskender'e tanrıçalar burada bir kent kurmasını söylerler. Bu rüyayı Klaros'daki rahiplere danışan İskender'e söylenen, ''Pagos Dağı etrafında kurulacak şehre yerleşen göçmenlerin tarihte üç veya dört kez mutlu olacağı'' kehanetidir.
Anıtın etrafında dolaşıp daireyi tamamlarken son olarak Homeros'un heykelini görüyoruz. M.Ö 8. yy'da yaşadığı kabul edilen Homeros İlyada ve Odsseia eserlerinin yaratıcısı. Kendisinin Smyrna'da doğduğu ve eserlerini İyonca olarak, günümüzde Bornova Çayı dediğimiz Meles Çayının kenarında bir mağarada yarattığı düşünülür.
Antik çağın en büyük ozanı kabul edilen Homeros'un eserleri eski çağlarda, Batı Anadolu ve Yunanistan'da din, tarih, coğrafya, şiir, edebiyat, askerlik ve doğa alanında yüzyıllarca kaynak olarak kullanılmış.
Dünya barış Anıtının hemen önüne yapılmış olan restaurant ve kafeterya körfeze bakan cephesinin neredeyse tamamı camlarla kapatıldığı için, ferah bir mekan ve çok güzel bir manzara sunuyor müşterilere. İşletmesini belediyenin yaptığı iki adet mekanda bu sebepten olsa gerek yiyecek ve içeceklerin fiyatları oldukça makul. Hatta kentin içindeki her hangi bir yerden çok daha uygun denilebilir.
Sıcak saleplerimizi yudumlayıp manzarayı izlerken, cuma ve cumartesi geceleri canlı müziğin olduğunu öğrendiğimiz restauranta bir akşam mutlaka gelmek için sözleşiyoruz.
Sonuç olarak Dünya Barış Anıtını tek bir yapı olarak düşünüp sadece onu görmek niyetiyle buraya gelmemek gerekiyor. Alan oldukça komplike detaylarla renklendirilmiş ve çok sayıda keyifli yürüme yollarıyla çevrilmiş. Çocuklarınızı özgürce koşturup doyumsuz manzarayı izlemek için bile buraya defalarca gelinip en az yarım gün geçirilebilir.
Ama; ''Yok ben sadece Dünya barış Anıtını göreceğim'' diyorsanız hiç zahmet etmeyin derim. Onun yerine, o metallerin tümünün ışıklandırıldığını düşündüğüm anıtı, görünen bir noktadan gece izleyin bence. ''Gecenin karanlığı tüm ayıpları örtermiş'' derler ya hani, gece uzaktan izlemesi gündüz gözüyle bakmaktan daha hoş olacaktır eminim.
A ve B gruplarının yürüyüş başlangıcı olan Sancaklı Köyüne geldiklerini öğrenince, günü Doğançay Köyünde noktalayıp; kaptanımızla beraber, dağları fethedip dönen ekibin geri kalanıyla buluşma noktasına hareket ediyoruz:)
Sizler de bu şirin aile gibi çocuğunu doğaya çıkarıp çiçek ve dağ kokusunu içine çekip temiz havada özgürce yürüyüp koşmasını sağlayanlardan mı, yoksa sıcak havası, kapalı mekanları, davetkar dükkan ve kafeteryalarıyla AVM lerin cazibesine kapılanlardan mısınız?
Korunaklı kıyafetlerin doğal bir zırh gibi bedenimizi sarabildiği günümüzde; bir parça soğuk, bir kaç damla yağmurun korkusu mu sizi çocukları doğaya çıkarmaktan alıkoyan? Ne gereksiz bir ayrıntı. Bizleri ışıltılı ve sıcak duvarları arasına çekip, içindeki kalabalık, kirli hava ve gürültüsüyle enfeksiyonları elden ele, nefesten nefese yayan AVM'lerden daha çok korkmak gerek sanırım.
Kondisyonunuza güveniyor ve ben doğayı yükseklerden kucaklamak istiyorum diyorsanız yürüyüşün zorluk derecesine göre A ve B grubu olarak ayrılan yürüyüş ekipleriyle dağlara yol almak elinizde.
Yok ben o kadar tempolu bir fiziksel aktiviteye gelemem diyorsanız; hemen kentin arkalarına gizlenmiş kültür mozaiğimizin bir parçası olan Doğançay Köyüne doğru uzanmak, köyün etrafındaki doğal ve kültürel güzellikleri keşfedip, hiç bir milliyeti kabul etmeyen Hüseyin Bey'in kahvesinde sıcak çayla içinizi ısıtıp ''ben sadece türkü dostu bir insanım'' diyerek ruhunuzu halk ezgileriyle doyurmak size kalmış.
Bunları yapabilmek için İzmir'de olmak gerekmiyor; İstanbul, Ankara, Adana, Konya, Bursa vs. her bir kentin hemen yanı başında sizleri bekleyen muhteşem bir doğa, tanımak için bir adımlık mesafede farklı insanlar ve kültürel hazineler illaki var. Yeter ki siz bir adım atmak isteyin.
Gönlünüzü doğaya ve dağlara kaptırdığınız anda, iyi gününüzde mutluluğunuzu arttıran,özel günlerinizi paylaşan, kötü günlerde sizleri teselli eden de dağlar olur haliyle. Tıpkı ekibin iki üyesi Kemal Tırpan ve Nadir Şener'de olduğu gibi.
B grubunda birlikte Tantalos'a yürüdükleri dostlarının yaptığı hoş sürprizle, Kemal ve Nadir Bey doğum günlerini gönüllerini verdikleri dağlarda kutlayıp, eski yaşlarını Tantalos'da bırakıp, aldıkları yeni yaşlarıyla inişe geçtiler Sancaklı Köyüne doğru.
Buradan ben de bu iki doğa dostu insanın doğum günlerini kutluyor; doğada, dağlarla kucak kucağa mutlulukla geçirecekleri nice sağlıklı yıllar ve yaşlar diliyorum.
Objektiflere Takılanlar
Sanırım, en sevdiğiniz yer; türkülerle gönül eylediğiniz kahvehane. Benim aklıma hiç oraya gitmek gelmemişti. Bahar zamanı belki ben de keşfe giderim. Sevgilerimle.:)
YanıtlaSilSana yakın bir köy, gitmemiş olabileceğin hiç aklıma gelmemişti, keşke haberleşseydik :( Şayet gidersen Hüseyin Beyin kahvehanesine uğramanı öneririm.:)
SilOf be işte buna hayat denir :)) Yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın dünyayı demiş şair. Sizin gibi :) Sivas Anıtı ve Hüseyin Bey gibi bir İNSANA rastlamış olmak iç sızlatsa da (Evet iç sızlattı; çünkü çok az artık bu insan gibi insanlar. Karşılaştıkça ne kadar az olduklarını hatırlıyorum ben.) geri kalan her şey mükemmel... Bilhassa arkadaşınızın sesi şahane imiş. Sevgiler.
YanıtlaSilGerçekten şahane bir sesi var; bizler 20 yıldır dinliyoruz ama dinlemeye doyamadık henüz:) Bir gün seni de aramızda görmekten mutlu oluruz.
SilGerçekten mi? Hiç eğlenceli biri değilimdir, çoğu kişi de uyumsuz ve asık suratlı bulur... Gerisin geri yollarsınız beni :))
SilO kadar emin olmamalısın. Benim günlük yaşantımdaki halimi görsen kendine haksızlık ettiğini anlar, kendinden özür dilerdin bin kez :))) Sen yeter ki gelmek iste...
SilHerkes diyarında muhabbetinde
YanıtlaSilBilmem bizi ne civara yazmışlar
Aşık Sümmani
Tesadüfen sitenize rastladım. Tüm yazıları sindire sinire okumak istiyorum. Karşıyaka'dan sevgiler, Büşra.
YanıtlaSilHoşgeldiniz
Sil