güney iyonyadan söke ovasına zamanda yolculuk

İzmir- Aydın otoyolunda Germencik istikametine rotanızı çevirdiğinizde antik çağda İyonya, günümüzde Söke ovası olarak adlandırılan bölgede, binlerce yıllık bir zaman yolculuğuna çıkarır yol sizi. Yakın tarihimizden uzak geçmişe, şehitlikten Rum köylerine, İyonya'nın merkezi Priene'den doğa harikası Karina'ya... Doğasından tarihine büyüleyici güzellikte bir güzergahtır burası.

Felsefeden sanata, devlet yönetiminden inanç sistemlerine pek çok alanda öncü; doğal güzellikleri ve verimli topraklarıyla her dönem cazibe merkezi olan bir bölgede yaşamanın diyetini, her dönem fazlasıyla ödemiş haliyle bölgenin halkı.

Otoyol çıkışından hemen 3-5 kilometre sonra bu toprağın insanlarının yaşadığı acıların en tazesi anısına yapılmış olan şehitlikte bulursunuz kendinizi. Germencik yakınında yakın tarihimizin onlarca acılı olaylarından sadece biri anısına dikilmiş olan Kanlı Bahçe Anıtında şehitlerimizi anıp, yola öyle devam etmek en doğrusu.


30 Ağustos 1922'de Afyon'da yenilgiye uğrayan Yunan kuvvetleri Ege kıyılarına doğru geçtikleri köyleri yakıp yıkarak, çoluk çocuk genç yaşlı kadın ayrımı yapmadan yolları üzerindeki Türk halkını öldürüp katliamlar yaparak çekilirler.

kanlı bahçe
                                      Kanlı Bahçe Şehitliğinde İncir Damı ve Kuyular

4-5 Eylül tarihlerinde Rumlarla yüzyıllardır iç içe yaşayan Aydın'ın Germencik ilçesinde de bu katliamlardan birisi yaşanır. Geri çekilen Yunan askerleri ve yerli Rumlar kasabada evlerinde ve bahçelerinde saklanan halktan yakaladıkları yüze yakın insanı bölgede Koç kuyusu denen yere getirirler. Burada kimini incir damının duvarına dizerek, bir kısmını da damın içine doldurarak üzerlerine kurşun yağdırırlar. Yaralıları bahçedeki iki kuyuya atıp, dışarı çıkamamaları için üzerlerini öldürdükleri insanlarımızın cesetleriyle kapatırlar.

Doksan dört insanımızın şehit olduğu bu katliamdan; 9 yaşında bir erkek ve 12 ile 7 yaşlarında iki kız çocuğu sağ olarak kurtulur. Sağ kurtulanlardan 7 yaşındaki Emine, Germencik'de iyi bir aile olarak anılan Çalıkların Molla Mustafa'nın kızıdır. Anne ve babasıyla Koç kuyusundaki incir damında tüfekle tarananların arasında olan Emine'yi annesi Rabia üzerine kapanarak kurşunlardan korur. Üzerlerine atılan bombalardan bir kaç şarapnel parçasıyla sağ olarak kurtulan küçük Emine  2002 yılında 92 yaşında hayata veda edene kadar bu katliamın canlı tanığı olarak kalır.

Yaşanan katliamdan sonra, bahçesi, damı ve kuyusuyla kan gölüne dönen Koç kuyusunun adı Kanlıbahçe olarak anılır. Bu bahçede katledilen insanlarımızın anısına yapılan şehitliği ve olayın tanığı kurşun izleriyle delik deşik olmuş duvarlarla bahçedeki kuyuyu görmeden gezimizin güzergahı üzerindeki iki güzel mübadil köye uğramak olmaz elbette. İki halkın birbiriyle kardeşçe, acılar ve yaralar iyileşmeden en azından bir süreliğine neden yaşayamayacağının ve mübadelenin zorunluluğunun göstergelerinden biri olan şehitliğe uğradıktan sonra Söke istikametinde yola devam ediyoruz.
kanlı bahçe şehitliği
                                                        Kanlı Bahçe Şehitliği

Söke'yi geçince Ege Denizine doğru uzanan hat üzerinde Dilek yarımadasının güney yamaçları boyunca uzanan yerleşim yerlerinde, yeni- eski ve daha eski arasında büyülü bir zaman yolculuğu bekliyor tarih ve doğa severleri.

Günümüzün Güllübahçe'sinin içlerinden arkanıza Söke ovasını alıp Dilek Dağına doğru yöneldiğinizde, Güllübahçe'nin mübadeleden önce yerleşim gördüğü Gelebeç'e ulaşıyorsunuz. Daracık taş yolları, restore edilmiş veya aslına uygun yapılmış sevimli taş binaları görünce içiniz ısınıyor. Ve arkanızı dönüp geriye baktığınızda önünüzde uzanıp giden uçsuz bucaksız Söke ovası zamanın mekanın dışına taşıyor sizi.

Gelebeç, Yeni Güllübahçe'ye ve daha eski Priene'nin doğadan mekana, mekandan tekrar doğaya karışan taşlardan yıkıntılarına komşuluk ediyor Dilek Dağının yamaçlarında. Yaşam önce Priene'de yeşeriyor, sonra Gelebeç'de sürüyor ve günümüzde Güllübahçe'de devam ediyor.

gelebeç aziz nikolaos kilisesi
                                                       Aziz Nikolaos Kilisesi

Adı Gelebeç iken, mübadele sonrası Güllübahçe olarak değişen, sonraki yıllarda köylülerin biraz daha aşağılara yerleşmesiyle tarihi ve doğasıyla baş başa kalan köyde terk edilmişliğin izlerinin en yoğun göründüğü yer; bütün sahipsizliğine rağmen zamana direnen Aziz Nikolaos kilisesi. Sütunlarında ve duvar örgüsünde kullanılan devşirme malzemelerle uzun bir zaman dilimini gözlemlemenin mümkün olduğu kilise Aziz Nikolaos (Noel Baba) adına  Gelebeç'in mübadeleden önceki sakinleri Rumlar tarafından yapılmış. 1821 yılında yapılan kilise aynı yerde bulunan daha eski bir kilisenin üzerine yeniden inşa edilmiş. Üç nefli kilisenin duvar ve tavan işlemeleri kendisine uzanacak bir restorasyon eliyle kurtarılmayı ve ileri ki zamanlara aktarılmayı bekliyor sabırla.

Bir dönem cami olarak da kullanılan kilisenin en ilginç bölümü bahçesindeki kemiklik (Osteofilak) bölümü. Hristiyan mezarlarında yenilere yer açmak için kazılan alandan çıkarılan kemikler, kiliselerde ayrı bir bölüme konarak muhafaza ediliyor. Aziz Nikolaos kilisesinde ise kemikler kilisenin bahçesi içine yapılan kemiklikte korunmuş. 5x4.5 metre ölçülerinde iki katlı olarak inşa edilen yapının alt katına kemikler, üst  kata ise kutsal eşyalar konmuş. Örneğine az rastlanan osteofilak yapısını görmek için bile Gelebeç'e gitmeye değer kesinlikle.

gelebeç osteofilak
                                                Aziz Nikolaos Kilisesi Osteofilak

Priene antik kentinin geç dönem yerleşimlerinden Gelebeç ve Güllübahçe'yi geçince Mykale Dağının (Samson dağı, Dilek dağı) yamaçlarına kurulmuş zarif yapılarıyla İyon birliğinin merkezindeki Priene'ye ulaşılır hemen. İyonyalıların dini merkezleri durumundaki Panionion Priene territoriumu sınırları içinde olunca bu küçük ve mütevazi kent de toplantılara başkanlık etme yetkisine sahip olur. Kuşadası Milli Parkı içindeki Panionyon'da Denizlerden gelen İyonyalıların baş tanrıları deniz tanrısı Poseidon adına bir tapınak ve toplantılarının yapıldığı bir tiyatro yer alır.

Tipik bir helenistik dönem kenti olan Priene'de, oradan oraya taşınmanın bu bölgede halkın kaderi olduğuna inanası gelir insanın. Çünkü günümüze ulaşan Priene kentinin daha önceden başka bir yerde olduğu, Menderes nehrinin taşıdığı alüvyonlar nedeniyle M.Ö 4. yüzyılda şu an izlediğimiz yere taşındığı biliniyor. Daha önceki yeri ise henüz tespit edilebilmiş değil. Kentlerin kaderi nasıl başlarsa öyle devam ediyor belli ki....

Priene antik kenti athena tapınağı
                                             Priene Antik Kenti Athena Tapınağı

Mykale dağına paralel uzanan ana caddesini, dağa doğru uzanan merdivenli ara sokakların dik olarak kestiği kent; ızgara planıyla şekillendirilen kentlerin en güzel örneklerinden biri. Küçük kentin yapıları da kentin nüfusuyla orantılı olarak inşa edilmiş. Beş bin kişi kapasiteli küçük tiyatrosu, kare planlı 640 kişilik meclis binası, agorası, beş sütunu ayakta izlenebilen Athena Tapınağı ve diğer pek çok yapılarıyla ara sokaklarında gezinilip 2300 yıl öncesine ziyaretçilerini taşıyabilen bir atmosfere sahip Priene antik kenti.

Küçük bir kent olan Priene dönemi içinde siyasi ya da askeri gücüyle değil, antik çağın yedi bilgesinden biri olarak adı geçen yönetici, hatip ve hukukçu Bias ile ün kazanmış. Antik çağda 7. ve 6. yüzyılda tarihe ve düşünce dünyasına yön veren filozof, kanun koyucu ve devlet adamlarından oluşan bu yedi kişilik liste yedi bilge olarak günümüze ulaşmış.

İyonya, Priene ve Bias için daha detaylı bilgi isteyenler; İyon birliği ve İyonya için buradan, Bias ve Priene için buradan bilgiye ulaşabilirler. Bilgiye ulaşmak için biraz sayfa çevirip uğraş vermeli; her şeyi de tek seferde devletten beklememeli değil mi ama? :))

Domatia- Doğanbey Köyü
                                                   Domatia- Eski Doğanbey Köyü

Priene'den sonra Doğanbey tabelası yönüne devam edip yeni Doğanbey köyünü geçtiğinizde; uzak geçmişle yakın geçmiş arasında bir yerlerde bulursunuz kendinizi. Sizi asırdan asra sürükleyen bu güzergah tarihi ve doğasıyla başını döndürür duyarlı her insanın.

Teknolojinin ilerlemesi bu köyde yakın etmemiş ırakı... Motorlu araçların yaygınlaşıp ovadaki arazisine ulaşmasının kolaylaşması, köy halkının arazilerinin yakınına, ovaya yerleşmesine engel olamamış. Bir başka güçlük çıkmış çünkü ortaya. Araba geçişine çok da uygun olmayan daracık taş döşeli yollar ve sürekli esen rüzgar yavaş yavaş köylülerin evlerini terk edip aşağılara doğru inmesine neden olmuş.

Uzun yıllar terk edilmişliğin hüznüyle  solup yıkılmaya yüz tutan evlerin yüzünü büyük şehirlerin kargaşasından ve gürültüsünden bıkıp usanan kentliler güldürmüş. Satın alıp aslına uygun restore edilen eski Rum evlerinin sokaklarında insanlar dolaşmaya; bahçelerinde begonvil çiçekleri ve güller açmaya başlamış yine. Son yıllarda tarih severler ve fotoğraf meraklılarının akınına uğrayan bir köy Domatia ya da değişen adıyla eski Doğanbey Köyü...

karina
                                                                   Karina

Domatia'dan ayrılıp batıya doğru devam ettiğinizde yol Karina'ya götürür sizi. Dilek yarımadasının hemen güney ucu olan bu koy; deniz ve doğanın muhteşem uyumuyla görsel bir şölen sunar izleyenlere.

Karina'da günbatımını yakalayabilirseniz; denizin güneşi yudum yudum içerek içine çekişini ve güneşin ardında derin bir boşluk bırakarak denizin içinde eriyişini izlersiniz huşu içinde... Ve sizi kendinizden geçiren bu güzellik karşısında  Anadolu'da dünyaya geldiğinize ve bu muazzam coğrafyada yaşadığınıza şükredersiniz yüzlerce, binlerce kere...




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder