güney iyonyadan söke ovasına zamanda yolculuk

İzmir- Aydın otoyolunda Germencik istikametine rotanızı çevirdiğinizde antik çağda İyonya, günümüzde Söke ovası olarak adlandırılan bölgede, binlerce yıllık bir zaman yolculuğuna çıkarır yol sizi. Yakın tarihimizden uzak geçmişe, şehitlikten Rum köylerine, İyonya'nın merkezi Priene'den doğa harikası Karina'ya... Doğasından tarihine büyüleyici güzellikte bir güzergahtır burası.

Felsefeden sanata, devlet yönetiminden inanç sistemlerine pek çok alanda öncü; doğal güzellikleri ve verimli topraklarıyla her dönem cazibe merkezi olan bir bölgede yaşamanın diyetini, her dönem fazlasıyla ödemiş haliyle bölgenin halkı.

Otoyol çıkışından hemen 3-5 kilometre sonra bu toprağın insanlarının yaşadığı acıların en tazesi anısına yapılmış olan şehitlikte bulursunuz kendinizi. Germencik yakınında yakın tarihimizin onlarca acılı olaylarından sadece biri anısına dikilmiş olan Kanlı Bahçe Anıtında şehitlerimizi anıp, yola öyle devam etmek en doğrusu.

bilge bias ve zarif kenti priene

Söke ovasına hakim sırtlarda on iki İyon kentinden biri; İyon birliğinin merkezi olan içinde helenistik dönemden kalma eserler barındıran küçük ve zarif bir kent uzanır; Priene...

Priene kenti 11. yüzyılda Yunanistan'dan gelen İyonlar tarafından deniz kenarında, Menderes nehrinin Ege denizine döküldüğü alanın yakınlarında kurulan bir liman kenti. Zamanla Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlar denizi doldurmaya başlayınca kentin ilk kurulduğu alandan taşınıp M.Ö 4. yüzyıl ortalarında bugünkü görülen yerde yerleşimin devam ettiği biliniyor. Eski kentin kurulduğu yer ise hala tespit edilebilmiş değil. Menderes nehri denizi doldurmaya devam ettiği için yeni kent de zamanla denizden uzaklaşıp liman kenti olma özelliğini yitirmiş.

İyonyalıların dini merkezleri durumundaki Panionion Priene territoriumu sınırları içinde olunca bu küçük ve mütevazi kent de toplantılara başkanlık etme yetkisine sahip olur. Kuşadası Milli Parkı içindeki Panionion'da Denizlerden gelen İyonyalıların baş tanrıları deniz tanrısı Poseidon adına bir tapınak ve toplantılarının yapıldığı bir tiyatro yer alır.

elmayla kazanılıp günahla kaybedilen aşk... atalanta ve hippomenes

Atalanta mitolojide diğer kadın kahramanlardan farklı olarak güzelliği yanında gücüyle yer bulmuş bir karakter. Doğumu bize oldukça tanıdık bir hikayeyle başlar. Bir erkek çocuk özlemi ve hayaliyle karısının doğumunu bekleyen baba İassos, karşısında bir kız bebek görünce hayal kırıklığına uğrar. Öfkeyle bebeği kaptığı gibi götürüp dağ başına bırakır.

Dağda terk edilen küçük kıza acıyan Artemis, bebeği emzirmesi için bir dişi ayı gönderir. Daha sonra avcıların bulup, büyütüp yetiştirdiği küçük kız Atalanta adıyla anılmaya başlar. Küçük Atalanta genç kızlık çağına geldiğinde yaman bir avcı, kimsenin yakalayıp geçemediği bir koşucu olur. Ailesiyle bir şekilde karşılaşır ve babası erkeklere taş çıkaran genç kızı tekrar yanına alır.

zekası erkeğin benliğine hapsedilen kadın... metis

Mitolojide soyut (akıl, adalet, şans v.b)  ve somut (ay, güneş, dağ, deniz, akarsu v.b gibi) pek çok kavram tanrı veya tanrıça formlarıyla ifade edilmiş. Toplumda erkeğin geçmişte ve hatta günümüzde devam eden baskın rolüne;  kadının fikren, zihnen ve fiziken erkeğin gerisine itilmiş durumuna bakıldığında, tanrı ve tanrıçalara yüklenen bazı vasıflar tezatlıklar göstermekte.

Erkeklerin normal yaşantısında kadına asla kaptırmayacağı bazı niteliklerin tanrısal formlarının kadın olması, ilginç ve düşündürücü.. Bunlarının en başında da akıl, zeka, mantık, bilgelik ve strateji gibi kavramlar gelir ki erkeklerin bunları kadın tanrılara nasıl olup da bırakabildikleri şaşılası bir durumdur. Bu kavramların temsilcisi iki tanrıça Metis ve kızı Athena'dır mesela.

çapkın tapınak kölesinin itiraf yazıtı

Büyük filozof Epikuros'a göre insanları mutlu olmaktan alıkoyan iki şey; tanrı ve ölüm korkusudur. Bu iki korkudan kurtulamayan insanın mutlu olması mümkün değildir. Bu korkuların gereksizliğini ise şöyle açıklar Epikuros. 

''Ölümden korkmak anlamsızdır; biz yaşadığımız süre ölüm yoktur; ölüm geldiğinde ise biz yokuz''
Tanrıdan korkmanın gereksizliğini ise; '' Tanrı evreni  yarattıktan sonra işine gücüne bakmaktadır. İnsanların ne yapıp ne yapmadığı çok da umurunda değildir. Tanrı iyidir; sadece olup bitenlere karşı ilgisizdir. O nedenle ondan korkarak yaşamak yersizdir.'' şeklinde açıklar.

bir zamanların küçük istanbulu... balya ilçesi

Balıkesir'in kuzeybatısında il merkezine 50 kilometre uzaklığında bir ilçe Balya...
Antik çağdan itibaren kesintisiz olarak işletilen Ergasteri (Maden İşliği) denen bölgede kurulan yerleşim; bir zamanlar Küçük İstanbul olarak adlandırılan bir ilçeydi.

Beş tane maden fabrikası, hanları, hastaneleri, gazinoları, kahvehaneleri, değirmenleri ve mektepleriyle en gözde kazalardan biriydi.

Osmanlı döneminde madenin olduğu alan Kocagümüş Köyü adıyla anılırken; maden alanına da Kocagümüş madeni denmekteydi ve buradaki maden gülle yapımıyla ünlüydü.

Roma döneminde ''Kristian Madenleri'' olarak anılan, 1876 yılında Fransızlar tarafından işletilmeye başlayan kurşun madenleri, dünyanın en büyük kurşun madeniydi. Fransız şirketi Balya'da kurşun, gümüş, çinko çıkartırken çevresinde kömür, kurşun, manganez ve çinko madenlerini de işletmeye başladı.

karya kenti alinda ve karyalı prenses ada

Eğer gördüğü her sarı tabelanın istikametine direksiyon kıranlardan değilseniz, muhtemelen görmediğiniz; pek fazla kişinin yolunun düşmediği, özellikle arabasına atlayıp gitmediği, adı Karyalı  prenses Ada ile özdeşleşen bir kentten bahsedeceğim size; Alinda...

Anadolu'nun kadim halkı Karyalıların kenti Alinda; günümüzde Aydın ilinin Karpuzlu beldesi sınırlarında kalan, hatta sınırları ne demek hemen kentin yaslandığı sırtlarda uzanıp giden bir kent. Yüzey araştırmaları ve kurtarma kazıları dışında; günümüze kadar kazma değmemiş, kazı yapılmamış kentlerden birisi. ''Hay Allah yine mi sahipsiz bir ören yeri?'' derseniz telaş yapmayın hemen derim. Zira bu kentin bana düşündürdüğü tek şey (pek çok kişi bu sözüme kızacak belki ama); ''iyi ki de kazma değmemiş'' oldu.