elmayla kazanılıp günahla kaybedilen aşk... atalanta ve hippomenes

Atalanta mitolojide diğer kadın kahramanlardan farklı olarak güzelliği yanında gücüyle yer bulmuş bir karakter. Doğumu bize oldukça tanıdık bir hikayeyle başlar. Bir erkek çocuk özlemi ve hayaliyle karısının doğumunu bekleyen baba İassos, karşısında bir kız bebek görünce hayal kırıklığına uğrar. Öfkeyle bebeği kaptığı gibi götürüp dağ başına bırakır.

Dağda terk edilen küçük kıza acıyan Artemis, bebeği emzirmesi için bir dişi ayı gönderir. Daha sonra avcıların bulup, büyütüp yetiştirdiği küçük kız Atalanta adıyla anılmaya başlar. Küçük Atalanta genç kızlık çağına geldiğinde yaman bir avcı, kimsenin yakalayıp geçemediği bir koşucu olur. Ailesiyle bir şekilde karşılaşır ve babası erkeklere taş çıkaran genç kızı tekrar yanına alır.

zekası erkeğin benliğine hapsedilen kadın... metis

Mitolojide soyut (akıl, adalet, şans v.b)  ve somut (ay, güneş, dağ, deniz, akarsu v.b gibi) pek çok kavram tanrı veya tanrıça formlarıyla ifade edilmiş. Toplumda erkeğin geçmişte ve hatta günümüzde devam eden baskın rolüne;  kadının fikren, zihnen ve fiziken erkeğin gerisine itilmiş durumuna bakıldığında, tanrı ve tanrıçalara yüklenen bazı vasıflar tezatlıklar göstermekte.

Erkeklerin normal yaşantısında kadına asla kaptırmayacağı bazı niteliklerin tanrısal formlarının kadın olması, ilginç ve düşündürücü.. Bunlarının en başında da akıl, zeka, mantık, bilgelik ve strateji gibi kavramlar gelir ki erkeklerin bunları kadın tanrılara nasıl olup da bırakabildikleri şaşılası bir durumdur. Bu kavramların temsilcisi iki tanrıça Metis ve kızı Athena'dır mesela.

çapkın tapınak kölesinin itiraf yazıtı

Büyük filozof Epikuros'a göre insanları mutlu olmaktan alıkoyan iki şey; tanrı ve ölüm korkusudur. Bu iki korkudan kurtulamayan insanın mutlu olması mümkün değildir. Bu korkuların gereksizliğini ise şöyle açıklar Epikuros. 

''Ölümden korkmak anlamsızdır; biz yaşadığımız süre ölüm yoktur; ölüm geldiğinde ise biz yokuz''
Tanrıdan korkmanın gereksizliğini ise; '' Tanrı evreni  yarattıktan sonra işine gücüne bakmaktadır. İnsanların ne yapıp ne yapmadığı çok da umurunda değildir. Tanrı iyidir; sadece olup bitenlere karşı ilgisizdir. O nedenle ondan korkarak yaşamak yersizdir.'' şeklinde açıklar.

bir zamanların küçük istanbulu... balya ilçesi

Balıkesir'in kuzeybatısında il merkezine 50 kilometre uzaklığında bir ilçe Balya...
Antik çağdan itibaren kesintisiz olarak işletilen Ergasteri (Maden İşliği) denen bölgede kurulan yerleşim; bir zamanlar Küçük İstanbul olarak adlandırılan bir ilçeydi.

Beş tane maden fabrikası, hanları, hastaneleri, gazinoları, kahvehaneleri, değirmenleri ve mektepleriyle en gözde kazalardan biriydi.

Osmanlı döneminde madenin olduğu alan Kocagümüş Köyü adıyla anılırken; maden alanına da Kocagümüş madeni denmekteydi ve buradaki maden gülle yapımıyla ünlüydü.

Roma döneminde ''Kristian Madenleri'' olarak anılan, 1876 yılında Fransızlar tarafından işletilmeye başlayan kurşun madenleri, dünyanın en büyük kurşun madeniydi. Fransız şirketi Balya'da kurşun, gümüş, çinko çıkartırken çevresinde kömür, kurşun, manganez ve çinko madenlerini de işletmeye başladı.

karya kenti alinda ve karyalı prenses ada

Eğer gördüğü her sarı tabelanın istikametine direksiyon kıranlardan değilseniz, muhtemelen görmediğiniz; pek fazla kişinin yolunun düşmediği, özellikle arabasına atlayıp gitmediği, adı Karyalı  prenses Ada ile özdeşleşen bir kentten bahsedeceğim size; Alinda...

Anadolu'nun kadim halkı Karyalıların kenti Alinda; günümüzde Aydın ilinin Karpuzlu beldesi sınırlarında kalan, hatta sınırları ne demek hemen kentin yaslandığı sırtlarda uzanıp giden bir kent. Yüzey araştırmaları ve kurtarma kazıları dışında; günümüze kadar kazma değmemiş, kazı yapılmamış kentlerden birisi. ''Hay Allah yine mi sahipsiz bir ören yeri?'' derseniz telaş yapmayın hemen derim. Zira bu kentin bana düşündürdüğü tek şey (pek çok kişi bu sözüme kızacak belki ama); ''iyi ki de kazma değmemiş'' oldu.

beyaz atlı prens ve andromeda sendromu

Genç bir kadınsınız... Belki ailenin baskısından, belki çalıştığınız kentten, ya da içinden kurtulmak istediğiniz ortamdan kaçmak için alelacele bir karar verdiniz. İçinde bulunduğunuz durumla savaşmak yerine karşınıza çıkan ilk erkekle evlenmeyi seçtiniz.

Yaşınız kemale erdi ve neredeyse asırlardır evli bir kadınsınız. Şöyle geriye dönüp henüz evlenecek olgunluğa erişmeden, kendinizi hazır hissetmeden, gençliğinizin en güzel çağında özgürlüğünüzü kısa kesip, neden aceleci davrandığınızı anlamıyor ve soruyorsunuz kendinize; ''Acaba deli miydim ben?''diye... Telaşa kapılmayın deli değildiniz elbette... Sizinki sadece bir sendrom. Hani şu psikologların istem dışı içine düşülen kısır döngülerin, ruhsal karmaşanın her birini  klas bir isimle açıklayıp, durumunuza uygun düşeni hemen size giydiriverdikleri şeylerden. Bu sendromun adına da Andromeda Sendromu (Andromeda Kompleksi) demişler.

alektryon efsanesi ve güneşin habercisi horoz

Güne herkesten önce uyanıyorsa horoz; ve seher vakti güneşin doğuşunu haber veriyorsa tüm canlılara haykıra haykıra, vardır elbet bir sebebi. Doğadaki her canlı varlığıyla üstlendiyse bir görevi; bir nedeni olmalı değil mi?

Sadece seher vaktini ve gün doğumunu haber vermez horoz. Aynı zamanda kümesinin koruyucusu ve bekçisidir de... Antik çağda tüm doğayı ve canlıları kişileştiren insanoğluna göre, böylesi bir görevi üstlenmesinde tanrıların parmağı olsa gerektir. Mitolojide horoza bu sorumluluğu yükleyen tanrıysa; Ares'tir.

mitolojide uyku ve rüyalardan günümüze gelenler

Uyku tanrısı Hypnos ve üç oğlu gündelik yaşantımızda sıkça kullandığımız bazı kavramlara kaynaklık ettiği gibi, tıbbi terminolojide geniş bir yer kaplar. İlaç sektöründe de kimi ilaçlarda Hypnos ve onun efsanelerinde yer tutan kişi, nesne ve bitkilerden esinlenilen isimlere rastlamak mümkün.

Uyku (Hypnos); Gece'nin (Nyks) oğlu, Ölüm'ün (Thanatos)'un  ikiz kardeşidir. Uyku ve Ölüm'ü birbirinin benzeri kabul etmiş antik çağda insanlar ve sadece kardeş değil ikiz kardeş olarak düşünmüşler ikisini. Sanatta ve efsanelerde birlikte resmedip anlatmışlar Thanatos ve Hypnos'u. Thanatos huzurlu ve iyi ölümü sembolize ettiği için; günümüzde ''Ötanazi'' kelimesi bu tanrıdan alır kökenini. Hypnos'un karısı Pasithea ise, tanrıça Hera tarafından sunulan bir ödüldür kendisine.

kılavuzu karga olanın... corvus takım yıldızı

Ne gelirse dilinden gelirmiş insanın başına. Sadece insanların mı? Karga da dilinden çekmiş ne çektiyse. . Ne kendisi huzur bulabilir boşboğazlığından, ne de yoldaşlık ettikleri... Önce gece kuşu görevinden sürülüp yerini baykuşa kaptırır; ardından bembeyaz tüyleri kazan karasına dönüşür... Ve nihayetinde ebedi bir susuzluğa mahkum edilerek gökyüzünde bir takımyıldızının parçası olur karga.

Karga başlangıçta tanrıça Athena'nın kutsal hayvanı, gözdesi ve yoldaşıdır. Bakire tanrıça Athena Troya savaşı sırasında kendisine silah yapmasını istemek için demirci tanrı Hephaistos'un atölyesine gider bir gün. Demirci tanrı kendisiyle birlikte olması koşuluyla kabul eder gök gözlü güzel tanrıçanın isteğini. Silahlara karşılık bir bedel ödemeye hazırdır Athena fakat Hephaistos'un talep ettiği bedeli değil tabi ki.... Bakire tanrıça bu teklifi reddeder lakin onun teklifini reddetmesi durdurmaz demirci tanrıyı ve zorla birlikte olmaya çalışır tanrıçayla.

agave... hangimiz sabır otu değiliz ki?

Agave tanrıların gazabına uğrayan ve çektiği acı nedeniyle yine tanrılar tarafından doğadaki bir bitkiye dönüştürülen; sabır otu olarak acılarına son verilen, mitolojinin en dramatik kahramanlarından biri.

Antik Yunanistan'da Thebai kentinin kralı Kadmos'un kızıdır Agave. Diğer üç kız kardeşiyle mutlu mesut devam eden hayatları, çapkın tanrı Zeus'un, kızkardeşleri Semele'ye göz dikmesiyle hareketlenir ve kaderleri şekillenir.
                                                               
Semele'ye aşık olan Zeus kılık değiştirip güzel prensesle birlikte olur. Zeus'un çapkınlıklarını yakın takipte olan karısı Hera, Semele ile ilişkisini farkedince; yaşlı bir kadın kılığında prensesin yanına gelip, onun güveninin kazanarak sırrını kendisine açmasını sağlar. Genç kız yaşlı kadına hamile olduğunu ve çocuğunun babasının Zeus olduğunu söyleyince, kurnaz tanrıça şüphe tohumlarını ekiverir oracıkta Semele'nin kalbine. Ya çocuğunun babası kendisini Zeus olarak tanıtan sıradan biriyse?

yalıçapkını kuşuyla yaşama dönen aşk... alcyone ve ceyx

Yalıçapkını kuşu, renkli tüyleri kısacık boynuna inat büyük kafası ve upuzun gagasıyla su kenarlarında sürekli avını gözleyen, eşiyle birlikte avlanıp yavrularını büyüten, avcılıktaki becerisiyle hayranlık uyandıran bir kuş. Avını gördüğünde su kenarlarında tünediği yerden avı üzerine bir savaş uçağı kadar süratle inen, uçarken mavi bir ışık huzmesi gibi görünen, uçarken çığlığı andıran tiz sesiyle öten bir balıkçı kral.

Yalıçapkını eşinden ayrılmadan yavrularını büyüten evcimen bir kuş. Onun bu tarzına uygun bir hikayeyle taçlandırmış geçmişte insanlar yalıçapkını kuşunu... Fiziksel güzelliklerinin yanı sıra birbirlerine olan derin aşklarına ölümlüler kadar tanrıların da hayran olduğu  Alcyone ve Ceyx (Alkyone ve Keyks) efsanesiyle almış yalıçapkını kuşu mitolojide yerini.

tarihin tanıklarından mirzaoba köyü ve mudanya

Yolunuz Trilye veya Mudanya'ya düşerse; Mudanya dağlarına yaslanmış, mağrur bir edayla Marmara denizine hakim tepelerden Mudanyayı izleyen, Çanakkale Savaşında en fazla şehit veren köy unvanına sahip Mirzaoba köyüne uğramadan geçmek büyük haksızlık.

Arkadaşlarla çıktığımız gezide biz bu haksızlığı yapmayalım, tarihi bu topraklar için savaşmak ve asker yetiştirmekle geçmiş bir köye gece bile olsa uğramadan geçmeyelim dedik ve uğradık.

Şafak tanrıçası Eos altın arabasına binip, kardeşi güneş tanrısı Helios'a dünyanın kapılarını açmadan, gecenin sessizliği ve koyu karanlığında ulaştık Mirzaoba köyüne.  Marmara denizini Mudanya dağlarının zirvelerinden, güneşin ışıkları altında değil belki ama Mudanya'nın ışıklarının düşen aksiyle izledik; geceyi delip geçmeye çalışan bakışlarımızla.

Binbir Pınarlı İda'nın Pınarlarından... Ayazma Pınarı

Balıkesir ve Çanakkale il sınırları içinde, sırtını Anadolu'ya yaslayıp, bakışlarını Ege Denizinin engin maviliğine çeviren Kazdağları, antik çağın ünlü ozanı Homeros'un deyimiyle bin bir pınarlı İda; Ayazma Pınarında cenneti ayaklarının altına seriyor insanların.

Homeros'un Troya Savaşını anlattığı İlyada destanı ve bu destanda tanrıların yarıştığı, seviştiği, dövüştüğü efsanelerle renklenir Kazdağları. Bu renkli efsanelerin en güzellerinden biriyse Ayazma pınarında yapılan tanrılar arasındaki güzellik yarışması.

Ayazma pınarı kazdağlarının kuzey tarafında, Çanakkale'nin bayramiç ilçesi sınırlarında, Bayramiç'ten yaklaşık 29 km uzaklıkta yer alıyor. Bayramiç merkezinden Evciler köyü istikametine devam edilerek asfalt bir yolla 21 km sonra Evciler köyüne ulaşılıyor. Evcilerden Ayazma Pınarı'na  giden 8 kilometrelik yol kısmen daha dar ve bozuk olsa da özel araç ve büyük otobüslerle zorlanmadan ulaşılabilir durumda. Evciler'e kadar meyve ağaçları ve Bayramiç barajı manzaralarıyla seyreden yol, Evciler köyünden sonra karaçamların gölgesinde devam ediyor.

ölümsüz zeytin ağacı ve karaçalı

Bir ağaç düşünün:
Yüzlerce yıl insanoğlunun eline dalları barışın simgesi, başına iktidar ve zaferin tacı olarak yerleşmiş olsun...
Saflığın ve temizliğin sembolü kabul edilen yağı; haricen kullanarak yaralara, dahilen kullanılarak hasta organlara şifa versin...
Meyvesi yeşilken toplanmaya başlayıp, olgunlaşana kadar renk renk lezzet kaynağı olsun sofraların...
Yağı yakıldığında ışık olsun insanlara, odunu yakıldığında ateşiyle ısıtsın üşüyen bedenleri...
Ve insanlara sunduğu bunca nimete karşılık olarak, minnetle asırlarca kutsansın kıymet bilen insanlarca bu kutsal ağaç...

Kesildiği yerden verdiği filizlerle ölümsüzlüğün, yeniden yaşama dönüşün simgesi, yetiştiği ülkelerin zenginliği böylesi bir ağaç olur da; mitolojiden kutsal kitaplara adının geçmediği bir alan olabilir mi?
Olamaz elbet ve İnsanoğlunun varlığı nasıl Adem'in yaratılışıyla başlıyorsa; ölümsüz zeytin ağacı öyküleri de Adem'le birlikte başlar.

Erzurum hakkında bilinmesi gereken 10 şey

Pek çoğumuzun Erzurum'un Dadaşından gayrısı hakkında pek fazla fikrimiz yoktur. Oysaki kültürü, sevimli şivesi, yemesi içmesi ve içinde barındırdığı tarihi eserleriyle; keskin soğuğuna inat sıcacık kentlerden biridir Erzurum. Yolunuz Erzurum’a düşerse ve siz; nasıl bir yerdir, ne yer ne içilir, nerede gezip neler alınır merak ediyorsanız işte size Erzurum’la ilgili bilinmesi gereken 10 şey:

erzurum çifte minareli medrese
Çifte Minareli Medrese ve Erzurum

kimin vergisi daha ağır? geçmişte korsanlar ve günümüzde devlet

İzmir'in Seferihisar ilçesinde yer alan ve on iki İyon kentinden biri olan Teos, kent alanında bulunan yazıtlar açısından en  zengin veriye sahip antik kentlerden biri. Bu yazıtların bazıları, içerikleri ve verdiği ayrıntılar açısından, türleri arasında tek olma özelliğini taşıyor.

Ele geçen yazıtlardan en ilginci ise, Teos'a yapılan bir korsan baskını ve korsanların taleplerini yerine getirebilmek için kent meclisinin aldığı meclis kararını anlatan yazıt.

Yazıtı daha iyi anlayabilmek için, o dönemin siyasi ve coğrafi koşullarına şöyle bir göz atmak gerek. Belki biraz sıkıcı fakat, dönemin güçlü devletleri, politikaları, birlikleri ve kent devletçiklerini okurken; günümüzün güçlü devletleri ve politikaları, ülkelerin oluşturduğu birlikler v.s göz önüne alınırsa, daha bir katlanılır olacaktır okumak kuşkusuz :)

bu kentte kadının adı var... pepuza ve montanizm

Yaşadığınız, doğadan soyutlanmış betonlarla çevrili kalelerden sıkıldıysanız; içinizdeki doğaya tutkulu, keşfe meraklı maceracı ruhu özgür bırakıp; bir zamanlar insanın doğayı gergef gibi işleyip, onunla bütünleştiği yerlerden birine; Uşak'ın Karayakuplu köyüne, Pepuza'ya gitmek iyi bir seçenek..

Hristiyanlığın kayıp mezheplerinden biri olan Montanizm'in doğuşuna, Anadolu'nun kutsal tanrıçası Kibele inancı ve geleneğiyle şekillenip Anadolu'dan tüm Avrupa'ya yayılıp, yaklaşık 400 yıllık bir süreden sonra takipçilerinin yakılışına tanıklık eden, kayalara üç katlı oyulmuş Montanist Manastırını ve Pepuza kentine su taşımak amacıyla yapılan Banaz çayı üzerine zarif bir gerdanlık gibi uzanan Clandras Köprüsünü görmek iyi gelecektir ruhunuza belki...Gitmeden, görmeden bilemezsiniz değil mi?

ihanete kurban edilen aşk... sığla ağacı ve günebakan

Sağlık, kehanet, sanat ve ışığın tanrısı Apollon, kimi zaman ve kimi yerlerde güneşle eş değer tutulup; güneş tanrısı olarak da tapım görmüş. Etki alanına giren çoğu bitki ve ağacın efsanesi de Apollon'un aşklarıyla şekillenmiş doğal olarak. Bu ağaçlardan biri de ülkemizin endemik bitki türlerinden olan, Marmaris'ten Fethiye'ye uzanan alanda, yoğun olarak Köyceğiz etrafında yetişen sığla ağacı (günlük ağacı). 

Doğu ve batının sentezini isminde barındıran sığla ağacının botanikteki adı, Liquidambar Oriaentalis. ''Hoş kokulu sıvı'' anlamına gelen Likidamber, Latince ''likit'' akıcı sıvı, Arapça ''amber'' hoş koku kelimelerinin birleşiminden oluşmuş.

Uzun ömürlü bu kutsal ağaca ithaf edilen efsanenin geçtiği yerin de yetiştiği bu bölge olması kuvvetle muhtemel. Gelelim sığla ağacına ruh ve anlam veren efsanemize...

kyparissos... sevdiğine yas tutan selvi ağacı

Kim demiş en büyük sevgiler bir kadına veya erkeğe duyulur diye? Ya da aşk illa ki, iki farklı cins arasındaki şiddetli bağlılık ve sevgidir diye? Mitolojide öyle hikayeler var ki; bu aşırı sevginin cinsiyet veya canlı türü gözetmediğine...

Bunların en duygulularından birisidir, Kyparissos (Kuparissos) ve geyiğinin hikayesi. Duygusal bağlılık ve sevginin en güzel örneğini gösterir bize.  Auge ve Telephos'un oğlu olan Kyparissos'un, babası Telephos'un adının ''Geyik'' anlamına gelmesi ise; bir delikanlının geyikle dostluğu üzerine kurgulanan bu efsaneye daha bir anlam katar.


Ege Denizinde bir adada geçer efsane; Keos Adasında..

adil ve savaşçı bir halktan efeler diyarına... karya

Sümer kaynaklarının  ''Güneş bahçesinde yaşayan insanlar'' olarak adlandırdıkları Batı Anadolu insanları içinde yer alan, Anadolu'nun kadim halkı Karyalılar; günümüzde Muğla ilinin tamamını, Aydın ve Denizli'nin bir bölümünü içine alan coğrafyada yaşamışlar. Dönemlerinde, her zaman haklının yanında olmaları, çalışkanlıkları ve dürüstlükleri ile tanınan Karyalılar, kendi toprakları için savaşmalarının yanı sıra, dünyanın pek çok yerinde paralı askerlik yapan savaşçı kimlikleriyle de öne çıkarlar.

Anadolu’da haksızlığa ve mevcut düzendeki adaletsizliğe başkaldırıp direnen, yiğit, mert, cesur ve sözünün eri olarak nitelenen Efelerin;  ilginç bir şekilde özellikle Karya uygarlığının kök saldığı Aydın, Denizli ve Muğla çevresinde ortaya çıkmaları da, bir tesadüften öte; bu coğrafyanın geçmişteki haksızlığa tahammülsüz kadim halkının bıraktığı miras olsa gerek.

taşa can veren aşk..pygmalion ve galatea

Pygmalion'un başından ne geçmiştir de kadınlardan nefret etmiştir bilinmez ama; kadın düşmanı, Kıbrıslı bir heykeltıraştır. Mitolojide kendisine yer bulması ise ne sanatındaki yeteneği, ne de kadınlara duyduğu nefreti değildir elbet... Onun hikayesini günümüze kadar taşıyan, sayısız filme ve kitaba konu olan, pek çok heykeltıraş, şair ve yazara ilham veren; sanatıyla yarattığı kadına duyduğu büyük aşkıdır.

Ne çevresindeki kadınlar, ne de insanlar umurundadır Pygmalion'un. Elinde keskisi, fildişi, mermer, taş çeşit çeşit malzemesiyle vaktini geçirmekte, usta dokunuşlarla onları şekillendirmektedir.

çözümsüz bir bilmece sisyphos işkencesi

İnsanoğlu günümüzde bile üzerinde uzun uzun düşündüğümüz, çözümlemeye uğraştığımız, çıkış nedenini bulmaya çalıştığımız, felsefi derinliğine hala ulaşamadığımız hikayeler ve efsaneler bırakmış gerisinde.

Bu hikayelerden düşünür ve yazarları en fazla meşgul edenlerden biri de Sisyphos'un mitolojisi.
Korinth kralı Sisyphos (Sisifos) iki şekilde ünlüdür mitolojide; yaşarken akıllara durgunluk verecek zekasıyla yaptığı kurnazlık ve hilebazlığıyla, ölümden sonra ise çektiği cezayla.

Sisyphos'un yaşamındaki hile ve kurnazlıklardan hem ölümlü insanlar, hem de ölümsüz tanrılar alır payını. kurnazlıkların başında hırsız Autolycus'u faka bastırması gelir. Tanrı Hermes'in oğlu Autolycus, babasının hırsızlık yeteneğini miras alan, çaldığı hayvanları tanınmayacak hale dönüştürme becerisiyle hiç bir zaman yakalanamayan bir hırsızdır. Boynuzlu hayvanı boynuzsuza, siyahı beyaza dönüştürebilen bu becerikli hırsız, kurnaz Sisyphos'un hayvanlarını çalmaya kalkışınca yakayı ele verir. Hayvanlarının her birinin ayağının altına ''beni Autolycus çaldı'' yazan renkli kil tabletler bağlayan Sisyphos'a oturup hırsızın hayvanlarını götürmesini beklemek, çalınan hayvanların yerde bıraktığı izleri takip etmek ve hırsızı yakalamak kalır.

dizginler ya Phaethon'un eline geçerse?

Mitoloji kimi zaman düşündüren, kimi zaman ince ince ders veren, kimi zaman da hiç bir anlamı olmadığını düşündüğümüz ilginç hikayelerle dolu. Üzerinde epey düşünülüp görüşler öne sürülen hikayelerden biri de, sonuçlarının ne olacağına aldırmadan kendisini ispatlamaya çalışan bir gencin, Phaethon'un (Fayton) efsanesi.

İsmi ''Parlayan, Parlak'' anlamına gelen Phaethon (Fayton), Güneş Tanrısı Helios ve Klymene'nin oğlu. Ölümlü annesiyle beraber, ölümlü biri olarak, dünyada babasından ayrı fakat, onun ışığı altında yaşamını sürdürerek delikanlılık çağına gelir Phaethon. Kendisi büyürken, çevresindekilerin kışkırtmalarıyla, ayrı yaşadığı babasına dair şüpheler de büyür yıllar geçtikçe içinde.

Ve günlerden bir gün babasının yaşadığı, her sabah dünyaya ısı ve ışık saçmak için gökyüzüne doğru yükseldiği doğudaki sarayına gidip, gerçeği onun ağzından duymak için yollara düşer annesinin verdiği izinle.

sözleşme... bir arada yaşamayı öğrenemeyenlere gelsin

Karya günümüzde Muğla il ve ilçeleriyle, Aydın'ın güney,  Denizli'nin güneybatısını içine alan, Büyük Menderes Nehri ile Dalaman Çayı arasında kalan, batısı Ege Denizine açılan coğrafyayı kapsıyor. Karyalılar deyince akla hemen Lelegler'de geliyor. Anadolunun bu kadim iki halkı; yüzlerce, belki binlerce yıl aynı coğrafyada bir arada yaşamış, kendilerine yurt olan,  iş veren, aş veren bu toprakların; efendisi, dostu, kölesi olmuşlar.

Homeros'a göre Troya yakınlarında Pedasos isimli bir Leleg kenti vardır. Savaştan sonra buradaki halkın güneye doğru indiği ve Halikarnassos (Bodrum) çevresine yerleşip sekiz tane kent kurdukları kabul edilir. Herodot ve Strabon'da Kar ve Leleg halklarından bahsederler. Efes kentinin İyonlardan önce Karlar ve Lelegler tarafından iskan edildiğine dair iddialar da, denizcilikleriyle ünlü bu iki halkın bir arada yaşam sürdüğüne dair göstergelerden biri.

büyük tanrı Pan öldü mü?

Antik çağın yarı insan, yarı keçi vücutlu doğa tanrısı Pan, kırların, çobanların ve sürülerin koruyucu tanrısı olarak tapım görmüş. Soy ağacı tartışmalı olan bu tabiat tanrısına antik çağ yazarları, Kibele'den Penelope'ye, Zeus'dan Dionysos'a, Hermes'den  Apollon'a farklı anne babayı ebeveyn olarak gösterirler.

Mitolojide bir rivayete göre, doğduğunda o kadar çirkindir ki; annesi doğurduğu bebeğin boynuzlarından, sakalından, keçilere benzeyen kuyruğu, bacakları ve toynaklarından korkup kaçınca, tanrı Hermes bebeği alıp Olympos'a getirir ve büyütmeleri için Nyphalar'a (Periler) verir.

annelerin mi adaletin mi kılıcı daha keskin?

Şarap ve eğlence tanrısı Dionysos, kendisine yapılan iyilikleri karşılıksız bırakmayıp cömertçe ödüllendirmesiyle ünlü. Bu ödül, çoğu zaman hediye edilen bir asma kütüğü ve bu kütüğün meyvesinden elde edilen üzüm suyunun, kentlere getirdiği ekonomik canlılık olsa gerektir.

Bu cömertliğini ortaya koyduğu efsanelerden biri de Yunanistan'da, Kalydon (Kalidon) kentinde geçer. Tanrı Dionysos, Kalydonya kentinin kralı Oineus ve karısı Althea'nın evine misafir olur bir gün. Kral Oineus kendisini öyle güzel ağırlar ki, yiyip içip biraz da sarhoş olduktan sonra güzel karısı Althea'ya gönlü kayan Dionysos'un, karısına yaptığı kurları görmezden geldiği, hatta bir rivayete göre birlikte olmalarına bile göz yumduğu söylenir.

yapraksız çiçek açan ağacın efsanesi... badem

Bahar ayının müjdecisi, ilk çiçek açan ağaç olma özelliğine sahip olan badem ağacı, mitolojide pek çok efsaneye konu olmuş. Soğuk kış mevsiminin ölü bir sessizlik ve renksizliğe gömdüğü tabiatı; açtığı çiçeklerle ilk renklendiren ağaç olması, mitolojide pek çok hikayenin merkezine oturtmuş badem ağacını.

Daha yaprakları yeşermeden, sabırsızca açtığı çiçeklerle beyaz bir örtüye bürünen badem; toprağın uyanışı ve baharın gelişini simgelemesinden dolayı, Anadolu'da ana tanrıça Kibele kültünde önemli bir yer tutar.

Kimi zaman çiçekleriyle döllediği bir bakireden, kimi zaman ana tanrıçanın sevgilisi Attis'in kesilen erkekliğinden dökülen döllerden yetiştiğinden bahsedilir. Bu çeşitliliğin arasında, Trakya'da hüzünlü bir aşk hikayesiyle de efsaneleşir badem ağacı ve yeşermeden açan çiçekleri.

olympos

Olympos demiş yaşadığımız coğrafyanın insanları başı göklere yükselip, bulutlara karışan yüksek dağlara. Önce hayalinde yarattığı tanrıları oturtmuş zirvelerine, sonra tanrılara denk gördüğü, tanrı katına yükselttiği kahramanlarını ve krallarını yerleştirmiş doruklarına.

Önce Sümerlerde başlamış yüksek dağların doruklarının kutsallığı inancı; ardından dağların gergef gibi işlediği Anadolu'ya, oradan Yunanistan'a doğru geçmiş bu inanç. Sümerler dağlara ibadethane kuramamışsa bile, yüksek dağlara benzetmişler yedi katlı, basamaklı Ziggurat denen tapınaklarını.

Doruklarını kah gelinlik gibi geçirdiği karların, kah başına taç gibi yerleşen bulutların süslediği on dokuz yüksek dağa Olympos (Olimpos) demiş ve Olymposların zirvelerini kimi zaman tanrılarına adamış , kimi zaman ibadethanelerini yerleştirmiş Anadolu halkı.

ariadne .. terk edilmek bazen şans getirir mi?

Her zaman, her şerden bir hayır doğar mı bilinmez ama; mitolojide Ariadne'nin hikayesinde, Giritli güzel prenses'in başına gelenlere bakınca, doğduğu oluyormuş diyor insan. Efsanemiz, güzel bir prenses, güçlü kuvvetli yakışıklı bir kahraman ve bir tanrıdan oluşan aşk üçgeninin; Ariadne, Theseus ve tanrı Dionysos'un hikayesi.

Fenike kralının kızı Europa'yı görünce; karısı Hera'ya yakalanmamak için boğa kılığında dünyaya inip, güzel kızı sırtına atan Zeus, onu Girit adasına kaçırıp, orada beraber olur. Avrupa kıtasına adını veren güzel Europa'yı adada bırakıp, Olympos'a döner. Europa Zeus'tan üç erkek çocuk dünyaya getirir. Minos, Sarpedon ve Rhadamantys. Üç çocuk büyüyüp yetişkinlik çağına erişince, aralarında çıkan iktidar kavgasını Minos kazanır ve Girit'e kral olur. Diğer iki kardeşi ise kaçarak batı Anadolu'ya Likya bölgesine giderler. Adı ''mutluluk'' anlamına gelen Girit'in bu efsanevi kralı; Girit'teki uygarlığa ''Minos Uygarlığı'' olarak adını verdiği gibi, sert fakat adil yönetim şeklinden dolayı ''Minoyen'' denen monarşi şeklinin ismine kaynaklık edip, pek çok efsaneye de konu olur.

ana tanrıçanın kenti metropolis'ten torbalı'ya


Metropolis, İzmir'in Torbalı ilçesinin beş kilometre kadar güneyinde, M:Ö 3. yüzyılda Büyük İskender'in komutanı Lysimakhos'un adamları tarafından kurulan bir İyon kenti. ''Ana tanrıçanın kenti'' anlamına gelen, ana tanrıçanın '' Metergallesia, Metagallesya'' isminden esinlenilerek Metropolis adını alan kentin bulunduğu sit alanı, yaklaşık iki yüz dönümlük bir araziyi kapsıyor.

Kente adını veren ana tanrıça Kibele'ye, Batı Anadolu'da neolitik çağdan itibaren, mağaralarda, kaya tapınakları ve açık hava tapınağı gibi kayalık doğal alanlarda ibadet edilmiş. Gallesion dağının kuzeyinde, kentten yaklaşık beş kilometre uzaklıkta yer alan iki mağarada yapılan kazılar sonucu  ele geçen 554 pişmiş topraktan heykelciğin 404 tanesinin ana tanrıçaya ait olduğunun saptanması, Kibele'nin tapınım gördüğü alanlar konusundaki tezleri güçlendirmekte. Mağarada çok sayıda aşık kemiğinin bulunması buranın aynı zamanda kehanet merkezi olarak da kullanılmış olduğunu da göstermekte.

hileli aşk... akontios ve kydippe

Her ne kadar Cenevre sözleşmesiyle savaşın, toplumsal ve ahlaki olarak aşkın bir takım kuralları konmuş olsa da; doğruluğuna ister katılalım, ister katılmayalım, ''Aşkta ve savaşta her şey mübah'' sözü zihinlerimize yerleşmiş bir kere.

Mitolojide Akontios (Acontius) ve Kydippe'nin (Cydippe) aşkının anlatıldığı efsaneyle, insanoğlunun aşkta hileyi kullanmasının epey eskiye dayandığını, üstelik hile yapmakla kalmayıp, buna tanrıları bile ortak edip, meşrulaştırdığını görmek mümkün.

Kydippe görünüşüyle etrafındakileri kendisine hayran bırakan, yeşil gözlerindeki bir bakışla gençleri aşk ateşiyle yakan, güzeller güzeli bir kızdır. Sadece güzel olsa iyi; üstelik soyludur da. Akontios gibi gençlerin, kendisine yaklaşmasını ve ümit beslemesini neredeyse imkansız hale getiren, Atinalı saygın ve köklü bir aileye mensuptur.

deniz ve baba

Şöyle boş zamanlarımda birkaç satır karalayıvereyim diye yazmaya başlayalı iki sene, bu süre zarfında, arkeolojiyi rehber alarak yazılan; mitolojiden eski çağ felsefesine, tarihten tarihsel bakışlı gezi yazılarına 99 makale olmuş.

Mitoloji ve tarih içerikli makalelerde, doğadaki çiçeklerden tutun da, ırmakları, ağaçları,savaşları, ülkeleri, kentleri,  kahramanları, kadınları, anaları, kimi zaman da aşkları anlatan pek çok konuya değinmişim; bir konu hariç...

100. yayın benim için çok özeldi, bu nedenle bugünkü makaleyi; hayatımızda önemli bir yer tutan, çok değerli bir varlığa, babalarımıza, babalara ayırmak istedim.

Antik çağda çoğu kara parçası (Asia, Europa v.b) dişil isimlerle adlandırılırken, batımızı çevreleyen Ege Denizi adını, bir efsaneye göre bir erkekten; sıradan bir erkek değil bir babadan almış.

adını aşkın verdiği kıta… europa

Mitolojide hikâyelerin yarısı kahramanlık ve diğer konuları kapsarken; geri kalanı, aşk ve tanrıların çapkınlıkları üzerinedir belki. Bunlar arasında;  Zeus'un akla hayale gelmeyecek, şekilden şekle girdiği çapkınlıkları hiç de azımsanmayacak bir yer tutar.

Tanrılar tanrısı Zeus, günümüzün sanal jönlerine benzer biraz. Nasıl ki, sanal âlemde kılıktan kılığa, şekilden şekle giriyorsa çapkınlar; antik çağda da, klavye arkasından iş çevirme olmadığına göre, kıskanç karısı Hera'nın gözlerinden kaçmak için, var olan dünyevi canlıların şekline bürünür Zeus. Güzel bir kız gördüğü anda hangi yöntemleri kullanmamıştır ki çapkın tanrı? Her kaçamağında; uçan kuştan, yerde sürünen yılana, gürbüz bir boğadan, sudaki kuğuya kadar, her canlıyla şansını denemiştir hemen hemen. Zeus'un gönül işleri arasında en ünlülerinden biri, Avrupa kıtasına adını veren, Europa ile aşkını anlatıldığı mitolojidir.

sarayda demokrasi tartışması

İmparator Kiros'un sınırlarını genişlettiği Pers İmparatorluğunun başına M.Ö 530 yılında oğlu Kambises geçer. Babasının yolunda ilerleyen Kambises'in yedi yıllık iktidarının ardından, hiç bir varis bırakmadan ölümü üzerine, krallığın başına Herodot'un anlatımıyla, Kambises'in kardeşi olduğunu söyleyen Smerdis (Bardiya) geçer. Gerçek adı Gautama(Gomatas) olan Med asıllı rahip Smerdis, kimliğini açığa çıkaran Otanes isimli bir soylunun başı çektiği İran'ın en gözde ailelerine mensup ,yedi kişilik bir grup tarafından, yedi aylık iktidarının ardından tahttan indirilir.

Saray ve demokrasi sözlerini okuyup bugünü düşünerek yazıya atlamayın hemen :)) Burada kastedilen saray elbette ki Beyaz veya başka renk Saray değil, Pers yani İran Sarayı. Tartışma ise günümüzde değil, tam 2500 yıl evvel gerçekleşmiş. Yazıdaki ''Sarayda demokrasi tartışması'' başlığı, benim yazıya uyarladığım bir başlık değil, konuyu yazan Halikarnassoslu (Bodrum) tarihçi Herodot'un  kitabında konuyu anlatan orijinal başlık. Gelelim konumuza...

kabuğa hapsedilen özgürlük ve nerites

Mitolojide öyle hikayeler var ki; insan yaşamını ve sosyal bir varlık olma yolundaki adımlarını, evre evre bu efsanelerle  takip etmek mümkün. Bu mitolojilerin çoğunluğunun temeline, kadın erkek ilişkileri, kimi zaman hüzünlü, kimi zaman coşkulu aşk hikayeleri oturtulmuş.

Aile ve bağlı olduğu toplumu bir kabuk gibi sırtına geçiren insan, yüzyıllardır sırtında taşıdığı bu kabukla yaşamaya devam ederek, kimi toplumlarda sosyal bir varlık olmanın bedelini ödüyor. Buna örnek gösterilebilecek mitolojik hikayemiz ise, Afrodit ve Nerites'in aşkıyla başlayan, binlerce yıl öncesinden insanoğlunun sırtına bu kabuğu geçirip, varlığını günümüze ulaştıran Nerites efsanesi.

ateşten gömleği yaratan efsane... deianeira ve herakles

Antik çağın süper kahramanı, pek çok mitolojik hikayenin vazgeçilmezi Herakles, yani namı diğer Herkül, Zeus ve Miken kralının kızı Alkmene'nin çocuğu. Alkmene'nin güzelliğini gören çapkın Zeus, prensesle kocasının kılığına girerek birlikte olur. Zeus'un çapkınlıkları ve gayrimeşru çocuklarını takip altında tutan karısı tanrıça Hera'nın gözünden Alkmene'nin Zeus'tan hamile kalması kaçmaz tabii. Ve Hera'nın yaşamı boyunca üzerinde olacak olan gazabı, daha anne karnındayken başlar.

Perseus soyundan gelen Alkmene'nin mensubu olduğu sülaleden doğacak ilk çocuk kral olup, insanlar üzerinde büyük bir güç sahibi olacaktır. Bu kehanet nedeniyle doğacak çocuğun krallığını bertaraf etmek için Herakles'in doğumunu geciktirip, aynı sülaleden hamile bir kadının çocuğunun yedi aylıkken doğmasını sağlar. Daha doğmadan hakları elinden alınan Herakles, doğumdan hemen sonra başlar yaşam mücadelesine. Hera beşikte yatan bebeği öldürmesi için büyük bir yılan gönderir fakat; Herakles bebek, elleriyle yılanı boğarak öldürür.

siz olsanız gülebilir miydiniz?

Kyme günümüzde İzmir ilçelerinden Aliağa sınırlarında kalan bir antik kent. Yunanistan'dan M.Ö 12. yüzyıldan itibaren  Anadolunun batı kıyılarına doğru yaşanan göçlerle gelenlerden Aeoller, İzmir'in kuzeyi ile Midilli (Lesbos) adasına yerleşip, irili ufaklı otuza yakın kent kurarlar. Bu kentlerden en büyüğü Lesbos (Midilli Adası) ve Kyme olmak üzere on iki tanesi, İyonya benzeri Aeol birliğini oluştururlar.

Coğrafyacı Strabon (M.Ö 64 -M.S 24) bu kentlerin metropolü durumunda olan, en iyisi ve en büyüğü olduğunu söylediği Kyme'den bahsederken, Kymelilerin yaptıkları aptallık olarak değerlendirilen bazı davranışlarından dolayı nasıl alay konusu olduklarını anlatır.

tanrıların dilini konuşan halk... frigler

Alternatif tatil ve gezi yolları arayan, tarihe ve doğal güzelliklere merakı olan, şehirlerin ve popüler gezi güzergahlarının kalabalığından bunalıp, sakin bir coğrafyada gökyüzü ve yeryüzünün ıssız yollarda kesiştiği bir yerde, ruhen ve bedenen dinginliğe ulaşıp geçmişten günümüze gizem dolu bir yolculuk yapmak isteyenler için muhteşem bir seçenek Frig Vadisi.

Gün gelir de bu seçeneği değerlendirecek olursanız; gün doğumu ve gün batımı zamanlarını seçerseniz, bu gizemli, sakin vadide tadına doyumsuz saatler geçirmeniz olası. Çünkü insanın doğayı ve içinde yaşadığı dünyayı iliklerine kadar hissettiği saatlerdir bu zamanlar bana göre. Bu saatlerde sürekli hareket eden, yaşayan, adeta nefes alan bir kainatın parçası olduğunuzu fark edersiniz. Ayla güneşin görev değişikliğine şahit olursunuz adeta. Biri doğmak için acele etmeden yavaş yavaş dünyaya doğru süzülürken, diğeri istemeye istemeye, gözleri arkada kalarak aheste aheste ayrılır görüş alanımızdan. Ne gidenin acelesi vardır, ne de yerine gelenin...

kör talih ayarı bozuk terazi ve ilahi adalet

Hiç mutlu olmadığınız, yasaların aksayarak, adaletin kör, demokrasinin topal yürüdüğü bir ülkede, yoksul bir ailede, verimli toprakları ve iş imkanı bulunmayan bir kentte, belki de hoşnut olmadığınız bir cinsiyette doğdunuz diyelim. Üstelik ne güçten kuvvetten yana, ne güzellik ve yetenekten yana, ne de işten ve aşktan yana yüzünüz gülmedi mesela.

Bir başkasına bakıyorsunuz; huzur ve refah içinde, yasaların tıkır tıkır işlediği, adaletin güneş ışınları gibi herkesin üzerine eşit düştüğü bir ülkede, zengin bir ailede doğmuş yaşıyor. Cinsinin en güzel ve cazibelisine örnek gösterilebilecek görünüşte, üstelik yeteneklerle donatılmış halde, bir eli yağda bir eli balda, başarıdan başarıya koşuyor işte ve aşkta size inat. Kimdir bu dengesizliğin sorumlusu peki? Elbette ki Tykhe..

demeter... mevsimleri oluşturan anne ve evlat sevgisi

Hiç merak ettiniz mi mevsimler nasıl oluşur? Neden her bahar bitkiler hayat bulup, çiçekler açıp, tabiat neşeli bir güne uyanır? Neden son bahar gelince, baharla beraber hayat bulan bitkiler ve yapraklar toprağa karışıp, dünya hüzünlü bir bekleyişe gömülür? Ve niçin kış mevsiminde verimli araziler çorak topraklara dönüşür?

Bu soruların cevabını bir annenin çocuğuna duyduğu sevgi ve özleme yüklemiş geçmişte insanlar. Demeter ve Persephone'nin efsanesiyle, annenin evladına duyduğu sevginin, bağlılığının ve özleminin şiddetini, dünyanın mevsimsel döngüsünün gücüne eş değer kılmışlar.

büyük iskender... krallıktan tanrılığa yükselen bir komutan

Tarihte bir örnek bize gösterir ki; Bir insan şans tanrıçası Tykhe'yi arkasına alıp, elindeki gücü ve zekasını da iyi kullanırsa, biraz da yaşanan olayları lehine yorumlama kabiliyeti varsa, yeryüzünde bilinen kara parçalarının yarısını ele geçirmesi, krallıktan tanrılığını ilan etmesi işten bile değildir.

Anadolu'nun en büyük tapınağı olan Efes Artemis Tapınağı 21 Temmuz 356 yılında ünlü olmayı aklına koyan bir deli tarafından ateşe verildiğinde, bu eylemi gerçekleştiren akıl hastası Herostratos bu gecenin kendisi kadar bir başkasının ününe katkıda bulunacağını ve psikolojiye aşırı şan ve şöhret düşkünlüğünü açıklamak için kullanılan ''Herostratik'' deyimini kazandıracağını elbette bilemezdi.

tanrıların yargılandığı coğrafyada insanları yargılayamayan ülke


Tarihte yaşanmış kimi olaylar var ki, günümüzde şahit olduklarımızla kıyaslayınca, insana; ''acaba tarihin gerisinde mi yoksa ilerisinde miyiz?'' diye sorgulatıp, kafasını karıştırır. Bu olayların en şaşırtıcılarından biri Anadolu'nun batısında, kıyı Ege'de, İyon kentlerinin en güçlü ve ünlüsü Milet (Didim, Aydın) kentinde yaşanır.

Miletos, Büyük Menderes nehrinin kenarına kurulmuş, geçimini denizler üzerinden sağlayan, M.Ö 7. ve 6. yy'larda gücünün zirvesine ulaşan, Akdeniz, Ege ve Karadeniz sahillerinde doksandan fazla koloni şehri kuran bir liman kenti.

Büyük Menderes Afyon'un Dinar ilçesinde Suçıkan mevkiinden doğup, yaklaşık 550 km'lik bir yol katederek Ege Denizine dökülen, Batı Anadolunun en büyük nehri. Debisi yüksek olan nehir, geçtiği alanlarda verimli ovalara can verirken, bir taraftan da sürekli kıvrımlı yatağının etrafında yer alan kentlerin sınırlarının değişmesine neden olur. Sularına katıp götürdüğü alüvyonlarla, denize döküldüğü noktada denizi doldurarak, kentleri denizden uzaklaştırıp, artan coşkusuyla sık sık su baskınlarına sebep olup, arada bir ürünlere de zarar verir. ''Çalışan Nehir'' der Herodot bu sebeple Büyük Menderes'e.

dünya ışığı görmiyesen ecel teknesinde yüzesen

Geçmişin izlerini tarihi didikleyerek değil toprağı didikleyerek arayan, geçmişe merakı öğrenmek gayesinden çok para kazanmak olan, üzerinde yaşadığı topraklarda kültürel mirası korunacak bir emanet değil, kabını kacağını, taşını toprağını, parasını, sanatını, mezarını yağmalanacak bir ganimet olarak gören insanların hiç de azımsanamayacak oranda olduğu bir toplumun parçası olmaktan hiç bu kadar utanç duymuşluğum olmamıştı Kolophon antik kentini gezerken.

 Smyrna kentinin sonradan eklenmesiyle sayısı on üçe çıkan İyon kentlerinin oluşturduğu bir birlik İyon birliği. Kolophon bu on üç kent içinde deniz kenarında kurulmamış tek kent olma özelliğini taşıyor. Denize uzaklığını telafi etmek amacıyla olsa gerek, yaklaşık on beş km uzağında, deniz kenarına bir liman kenti de kurmuş Kolophonlular. Kıyıdaki Kolophon veya güneydeki Kolophon olarak da adlandırılan Notion kenti, ilerleyen yıllarda Kolophon'un zayıflayıp gücünü kaybetmesi ve bir kısmının bu kente yerleşmesiyle daha çok önem kazanmış.

çağrankaya...güneş ülkesinde gerçekleşen bir rüya

Kayalar karlara, karlar ağaçlara yol vermiş, doğa denize doğru uzanmış, deniz kendisine uzanan dağların eteklerine serilmiş, bulutların arasından sıyrılan ufuk çizgisi gökyüzüyle denizin mavisinde erimiş öylece bana bakıyordu bir rüyada. 3200 m yüksekten, kuş uçuşu 64 km uzaktan, dağları tepeleri sıyırıp geçen ufuk çizgisinin mavi denizle buluştuğu bir fotoğraf karesiydi bu rüya.

Aklıma kazınan fotoğraf karesinin peşine takılıp 1400 km yol gidilir, 3200 metre yükseğe tırmanıp rüyanın içine girilmez miydi? Bu güzel rüyanın içine doğa sever insanları çekebilmek için özveriyle çalışan, dağlarına yaylalarına sevdalı kocaman yürekli üç insanın uzattığı el tutulmaz mıydı?

biri kadın olmak mı dedi?

Dünya değişti, ülkeler değişti, diller değişti, dinler değişti, toplumlar değişti, yaşam standartları değişti, hatta iklimler bile değişti ama tek bir şey değişmeden çağlar boyu sürüne sürüne günümüze kadar geldi; toplumda kadının yeri. İnsan soyunun zayıf halkası kadının binlerce yıl önce sıkıntısı ve statüsü neyse üç aşağı beş yukarı bugün de aynı.

Filozof Aspasia kadın olmasa hakkındaki fahişelik suçlamalarıyla mahkemeler kurulur muydu? Şair Sappho kadın olmasa yazdığı şiirler nedeniyle eşcinsellikle suçlanır mıydı? Ya filozof, matematikçi Hypatia kadın olmasa bilime verdiği onca katkıdan sonra canlı canlı yakılır mıydı? Onların niteliklerinde veya daha gerisindeki çağdaşı erkekler saygıyla karşılanırken antik çağın bu üç kadın dehası suçlamalarla savaşmak zorunda kalır mıydı? Elbette hayır!

başa tac olan aşk... defne ve apollon

Apollon tanrılar arasında hem gözü hem kulağı okşayan özellikleriyle en göz alıcı olanı belki. Kusursuz erkek güzelliği, bir kadının ruhunu okşayacak şiir, müzik gibi sanatsal yeteneği ve bu kavramlar üzerindeki hakimiyetiyle, mutlu sonla biten aşk hikayeleri beklenirken, aksine aşktaki talihsizliğiyle öne çıkan bir tanrı. Talihsizliğinin nedeni olarak ise Eros'u, yani Aşk'ı hafife alması ve onu hor görmesi gösterilir Apollon'un.

Olimpos'ta tanrıların katıldığı bir ziyafette karşılaşır Eros (Aşk) ve Apollon. Sırtında okları, elinde gümüş yayı ve yürürken yeri göğü inleten adımlarıyla güçlü kuvvetli bir delikanlıdır Apollon. Karşısında okları sırtında, küçücük yayı elinde, sevimli bir erkek çocuk silüetindeki Afrodit'in oğlu Eros'u gören tanrı dalga geçer Aşk'la. Kendisi  canavarları, vahşi ve güçlü hayvanları, insanları oklarıyla öldürürken, küçücük oklarla onun ne yapabileceğini söyleyip dalga geçer Eros'la. Eeee Aşk bu; ne hafife almaya, ne de dalga geçmeye gelir onunla. Onun bu küçümseyen sözlerine içerleyen Eros'un intikamını alması uzun sürmez Apollon'dan.

ağlayan kayanın sırrı... niobe

Frigya kralı Tantalos'un kızıdır Niobe. Efsanesi ve hazin sonu, babası Tantalos'a tanrılar tarafından verilen ebedi susuzluk ve açlık cezasını aratmayacak kadar acıklıdır. Anadolu'dan, Spil Dağı doruklarından nasıl olmuş da Yunanistan'a Thebai kentine kraliçe olmuştur bilinmez ama, Thebai kralı Amphion'un karısı olarak geçer mitolojide.  Doğurduğu çocukların sayısıyla övünen bir anadır kraliçe; nasıl övünmesin? Tam on dört çocuk doğurmuş üretken bir anadır Niobe.

Anadolu'da doğup büyüyen Niobe'nin yıkımı, yine Anadolu'dan bir kehanet merkezinden gelir. Niobe'ye evlat acısını yaşatan ise bir başka anne Leto'dur. Tanrı Zeus'tan hamile kalan Leto iki çocuk doğurur; bereketin, kentlerin, vahşi doğanın ve hayvanların koruyucusu, doğum yapanların yardımcısı Artemis ve ışığın, sanatın, sağlığın, kehanetin tanrısı Apollon.

sırlarla beslenen gizemli yaratık sfenks

Mısır'da androsphinks (erkek başlı), aslan gövdeli ve ayaklı olarak tasvir edilip ismi ''yaşayan heykel'' anlamına gelen Sfenks, Yunan mitolojisinde kadın başlı aslan gövdeli, kartal kanatları ve yılan şeklinde kuyruğu olan bir hayvandır. Mısır'da kutsal ve hayırlı bir yaratık olarak düşünülüp tapınakların iki tarafına koruyucu olarak yerleştirilirken; batıda şeytanımsı vahşi bir canavar olarak nitelendirilir.

Bilinen en eski Sfenks Mısır'da firavun Kefren'in başını taşıdığı düşünülen, aslan gövdesi şeklindeki bedeninde odalar ve bölmeler içeren Büyük Gize Sfenksidir. Hakkındaki sırrın hala çözülemediği Büyük Gize Sfenks'i gizemin kendisi iken, Yunan mitolojisindeki Sfenks gizemli bilmeceler soran insanların başına bela olan mitolojik bir canavardır.

paranın mucidi toprağı bereket suları altın ülke lidya

Eğer; hayvanlarınızı doyurabileceğiniz uçsuz bucaksız otlaklarınız, bir ekince bin veren verimli topraklarınız, dilediğiniz miktarda kereste sağlayan bol sayıda ormanlarınız, her türlü yapıyı inşa etmekte kullanabileceğiniz mermer ocaklarınız, zengin maden yataklarınız, doğudan batıya geçit veren yollarınız ve altın-gümüş taşıyan ırmaklarınız varsa; komşularınızın size altın ülke yakıştırması yapmasından daha doğal bir şey olamaz herhalde.

Bunca zenginliği olan altın ülke dünyanın hangi coğrafyasında diye merak ederseniz; çok uzaklarda aramayın cevabı. Günümüzde her ne kadar makarna ülkesi olsak da; bu zengin krallık üzerinde yaşadığımız coğrafyada Bakırçay ve Küçük Menderes Irmaklarının arasında, Gediz Nehrinin iki tarafında hüküm sürmüş ve ilerleyen dönemlerinde de Anadolunun yarısına hakim olmuş.

dünya barış anıtı ve doğançay köyü

Beton binaların arasında yaşamaktan, bir o semt bir bu semt AVM dolaşmaktan bıktınız. Aklınızdaki ''Bu hafta sonu acaba hangi AVM 'de günümü öldürsem?'' sorusuyla karşı karşıyasınız.

Bu dişlilerin arasından kurtulmak, sıkıldığınız beton yığınlarının arasından çıkmaksa arzunuz; size doğayla baş başa olacağınız, yükselen beton binaların hemen arkasına gizlenmiş bir kültürü yaşayabileceğiniz, kentin kültür ve tarihine yeni bir çentik atan farklı bir mekanla tanışacağınız tüm gününüzü dolduracak küçük bir önerim olacak.

Böyle bir günü ben yazmakla bitiremedim, bakalım siz sabredip okuyup bitirebilecek misiniz; buyrun...